(Milliyet Sanat dergisi Şubat 2013 sayısında yayımlanmıştır.)
Bakmayın siz ozan kelimesinin Türkçe’de ilk akla getirdiği Karacaoğlanlara, Âşık Veysellere, Pir Sultan Abdallara… Ya da İngilizce sözlüklerde “poet singer” tabirinin karşısında ‘folk şarkıları söyleyen şarkıcı’ yazmasına… Ozan sözcüğü nicedir tüm dünyada kendi şarkılarını yazıp söyleyenlere yakıştırılan bir sıfat oldu. Yeni nesil ozanlar artık halk şarkıları söylemiyor, halkların yüzyıllardan bu yana süregelen yaşanmışlıklarına, anonimleşmiş acılarına, sıkıntılarına ya da sevinçlerine, coşkularına dair hikâyeler anlatmıyorlar. Onların tek derdi kendileri. Kendi dünyalarında, kendi hayatlarında olan bitenden ibaret tüm hikâyeleri. İletişim ve sosyalleşme çağının iletişimsizlik ve yalnızlıktan mustarip ruhlarından dökülen, kişisel ve aslında bu derece kişisel olduğu için evrensel hikâyeleri bunlar.
Halil Sezai’nin ilk albümünü hiç sevmediğim bir sır değil. Albümün kıyametler kopardığı günlerde bunu yazmıştım zaten. Ne ki ben gibilerin sayıca az kaldığı, Halil Sezai şarkılarının aylar boyunca dillerde dolaştığı ve albümün iyi satış yaptığı da inkâr edilemez bir gerçek. Çünkü Halil Sezai, tabiri cazise “damardan” yakalamıştı Türkçe müzik sevenleri. Hesaplı ya da hesapsız (artık orası bilinmez); memlekette popüler müzik popüler müzik oldu olalı başımızı alamadığımız arabesk duyarlılıkların, depresif ruh halinin, ezikliğin, mazlumluğun kitabını yeniden yazmış, “jazzy” düzenlemelerle soslanmış şarkıları, en arabesk sevmediğini iddia edene bile utanmadan dinleyebileceği, 2011 model bir alternatif sunmuştu.
Bu çıkarımlardan Fazıl Say misali bir arabesk karşıtlığı tezine doğru yol aldığım yanılgısını yaratmak istemem. O da olsundu, neden olmasındı?.. Kaldı ki popa ya da “rock”a arabesk tozları serpmeyen kaç kişi kalmıştı ki?.. Benim derdim sadece özünde yeni bir şey sunmayan bu önerinin ve neresinden baksanız kötü şarkı söyleyen bir tiyatro oyuncusu şarkıcının etrafında koparılan onca gürültüyle ilgili idi aslına bakarsanız. Siz de bilirsiniz ki genellikle çok sevilen, çok popüler olan işlerde bir bit yeniği aramak eleştirmenliğin şanındandır. Gelin görün ki boşa değildir bu çaba; o bit yeniği her nasılsa, hep vardır.
2012 yılı Mayıs ayında Serhat Karayiğit’le düet yaptığı “Her Neyse” isimli şarkı, Eylül ayında ise Seni Beklemek” adlı şarkısı dijital tekli olarak yayımlanan Halil Sezai’nin yeni albümü “Ey Aşk”, 2013 yılı Ocak ayında Dokuz Sekiz Müzik etiketiyle piyasaya sürüldü.
Şayet sadece ilk klip şarkısı olarak seçilen “Yangın Var”ı dinlediyseniz, Halil Sezai cephesinde değişen bir şey olmadığını düşünebilirsiniz rahatlıkla. Bir önceki albümün en çok ses getiren “hit”i “İsyan”ın çok yakınlarından geçen “Yangın Var”, tamamen yukarıda bahsi geçen formüllere yaslanarak dinleyenlere yine “damardan” depresyon enjekte ediyor çünkü. Haliyle de şu ana dek yakalanmış olan dinleyici kitlesinin beklentisini karşılamak adına, bu çıkış doğru görünüyor. Ve fakat uyarmalıyım ki, bu niyetle gidip albümü satın alanların bir parça hayal kırıklığına da hazırlıklı olmaları gerekiyor. Albümü dinlemeye başladığınızda daha ilk şarkıdan itibaren fark ediyorsunuz ki müziğinin çıtasını birkaç ölçü yukarı çıkarmaya gayret etmiş bir Halil Sezai var bu kez karşımıza. Türkiye’de popüler müziğin yolunun pek de geçmediği “blues” ve cazın arka sokaklarında gezinen “Ey Aşk” albüme tam da bu vurguyla, etkileyici bir açılış yapıyor. Hemen ardından gelen Engin Bayrak bestesi “Günaydın” ve sondan bir önce dinlediğimiz “Yağmur” da ise inceden bir Ortaçgil tadı alabilir ve şaşırabilirsiniz. “Garip”, caz yürüyüşüyle müzikal tadı yüksek bir şarkı. “Seni Beklerken” (ki bir önceki albüme adını verdiği halde albümde yer almıyordu), nakarat kısmında halk müziğine uzaktan göz kırpıyor. Tasavvuf müziğinin izini süren “Hayalimin Ortasında” ise nakarat kısmında fevkalade meyhane dostu alaturka bir şarkıya dönüşüyor ki ilk albüme ayılıp bayılanların bu şarkıyı da çabucak bağırlarına basmaları çok muhtemel.
Daha önce dijital tekli olarak yayımlanan “Seni Beklemek”de kendi iç sesiyle düet yapan Halil Sezai, depresyonun da ötesine geçip, doğrudan doğruya şizofreniye yelken açıyor. Albümün sonunda yer alan “Yok” ise nefis melodisiyle enstrümantal olarak albüme girseymiş şahane olurmuş ama üzerine yazılan sözler ve hele hele girişindeki şiirde önümüze itelenen terk edilmişlik dramı, şarkıyı salya sümük bir İbrahim Sadri romantizminin içine çekiyor ve Halil Sezai, on dördüncü ve son şarkıda dinleyeni yok yere bıçaklayıp öldürüyor. Halil Sezai’nin daha albüm yapmamışken internet üzerinden bir dinleyici kitlesi edinmesini sağlayan şarkılardan biri olan “Sen Ve Ben” ve nispeten pop tınlayan bir depresyon şarkısı olarak “Dön”, orta karar şarkılar. Fuzuli’nin dizelerinden bestelenmiş “Aşk Yakar” bir önceki albümden kaçıp gelmiş gibi duran, tipik bir Halil Sezai şarkısı. “Üşüyorsam” için de aynı şey söylenebilir. Halil Sezai’nin Tuğçe Soysop’la düet yaptığı “Dolunay”ı şarkıya adını veren kelimenin söylenişindeki prozodi hatası nedeniyle “Dolu Nâya” (ilk “â” uzun okunacak) olarak da dinleyebilirsiniz. Yok, ben buna takılmam derseniz, hiç de fena bir şarkı değil. İlk albümü bir türlü sevmemiş, sevememiş biri olarak “Ey Aşk”ı çok daha dinlenilebilir bulduğumu söyleyebilirim özetle. Halil Sezai şarkı söylerken yine sıklıkla abartıyor (ki en çok buna müptela olanlar var, biliyorum); hatta stüdyoya kör kütük, zil zurna girdiğine emin olacak hale geliyorsunuz yer yer (öylesi bir lafı sözü toparlayamama, dili dolanma hali.) Bunu artık onun karakteristiği kabul edip, fazla da üstüne gitmemeli miyiz bilemedim. Üzülüyor da insan bir yandan şarkılardaki adama, teselli edesi, “takma kafana abi, bulunur bir çaresi” diyesi geliyor.
Şaka bir yana, gündeme geldiğinden bu yana şarkılarında anlattığı adamın ötesinde, aslında pek de komik ve kendiyle dalga geçen biri olduğunu görmek ve öğrenmek şahsen benim önyargılarımda kırılma yaratmış olabilir. Ürettiğini kimliğine dönüştürüp, oynadığı role, söylediği şarkının, yazdığı kitabın kahramanına bürünen, öyle yaşayan, öyle dolanan o kadar çok insan var ki etrafta, Halil Sezai’nin memlekette depresyon batağına (?) düşmüşlerin kanaat önderliğine soyunması şaşırtıcı olmazdı. Neyse ki öyle olmadı. Buradan hareketle bir parça daha az iç karartıcı, bir parça daha fazla sevinçli, hatta belki esprili Halil Sezai şarkıları da dinleyebilmeliyiz bundan sonraki albümde. Bu dozun ayarını bulduğunda, hem çizgi dışına çıkmaya çalışan müzikal tavrının, hem de dinleyiciyi kolay yakalayan şarkı yazarlığının rengi daha çok ortaya çıkacak gibi görünüyor.
Şunu da eklemeden geçemeyeceğim ki bu albümün müzikal çizgisine şarkıların büyük çoğunluğuna imza atan aranjör Sadun Ersönmez’in katkısı gözle görülür derecede büyük. Ersönmez’in “Bir Başkadır Ayten Alpman” albümünde de belirgin şekilde hissedilen müzikal birikimi, pop ortalamasında değil belki ama böylesi başına buyruk işlerde kendini net bir biçimde belli ediyor.
Mehmet Turgut imzalı kapak fotoğrafları ve Berkcan Okar imzalı kartonet tasarımı, albümün baştan ayağa kahverengi hüznünün ilk bakışta habercisi gibi duruyor ki zaten bundan farklı bir şey beklemek de hata olurdu.
Kış aylarının ağır yağmurlarında, karlı, buzlu, çileli soğuğunda içinize kapana kapana bu albümün hakkını verdiniz verdiniz; veremezseniz yaz günlerinin uyku tutmayan terli gecelerini, açık pencere önlerini, balkonlarını mesken edebilirsiniz Halil Sezai şarkılarına. Ayrılık ve aşk acısı, hicran, gözyaşı ve keder (yazıda en fazla geçen kelime olan “depresyon”u bir kez daha yinelemiyorum artık) sadece bir albüm fiyatına. Derdiniz yoksa önermiyorum kesinlikle; durduk yere dert sahibi olmanın da bir anlamı yok. (Yazının başlığı mı?.. “Seni Beklemek”i dinleyin; başlık o şarkıda saklı.)
(25 Şubat 2013 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Aynı şehrin havasını soluyarak büyümüş, benzer eğitimlerden geçerek müziği hayatlarının merkezine yerleştirmiş iki müzisyenin birbirlerinden kilometrelerce uzakta internet sayesinde kesişen yolları, onları kendiliğinden gelişen bir müzik ortaklığına götürmüş. Hazal Selçuk ve Selim Doğru’nun Çağdaş Müzik Merkezi etiketiyle geçtiğimiz günlerde yayımlanan “Gece “ adlı albümünün hikâyesi kısaca böyle özetlenebilir.
Münir Nurettin Selçuk’un torunu ve Timur Selçuk’un kızı olması hasebiyle yüklü bir müzikal mirası omuzlarında taşıyan Hazal Selçuk’u henüz çocuk denecek yaşta katıldığı 1989 yılı Eurovision Şarkı Yarışmasında tanımıştık ilk kez. O yıl Grup Pan’ın bir üyesi olarak yarışmada “Bana Bana” adlı şarkıyla Türkiye’yi temsil eden Selçuk, sonrasında oyunculuk ve dans eğitimlerini de üzerine koyarak, hem icracı hem de eğitmen olarak kariyerini sürdürdü. İlk albümünü 2009 yılında yayımlayan Hazal Selçuk, popüler piyasanın içinde hiç olmadı ama takip edenlerin ayakta alkışladığı işlerle yoluna sessiz sedasız devam etti.
İlk üniversite eğitimini Türkiye’de aldıktan sonra Hollanda’ya giden ve oraya yerleşen Selim Doğru ise yıllardır hem tiyatro müziği, hem klasik müzik, hem de elektronik müzik alanlarında verdiği eserlerle yurt dışında adını duyurmuş, kabul görmüş bir müzisyen.
İki müzisyen geçtiğimiz yaz aylarında “Üç Nesil İstanbul” başlıklı konserlerle dinleyici karşısına çıkmıştı. “Gece” ise bu müzikal ortaklığın kalıcı meyvesi olarak dinleyenlere ulaşıyor. Albümde 11 şarkı yer alıyor. Bestelerin tamamı Selim Doğru’ya ait, 4’ü İngilizce olan şarkı sözleri ise Hazal Selçuk imzası taşıyor.
Şunu söylemeliyim ki basite, kolaya ve ucuza alıştırılmış ortalama müzik dinleyicisi için zor bir sınav bu albüm. Hem bestelerin müzikal yapıları, hem de metaforlarla yüklü şarkı sözleri kolay algılanabilir cinsten değil. Hazal Selçuk’un şan tekniğiyle, bir parça teatral, sesini yer yer bir enstrüman gibi kullanarak şarkı söylüyor; buna karşın Selim Doğru da lirik, coşkulu ve kabına sığmaz piyano virtüözlüğüyle yer yer solistle yer değiştiriyor. Bu iki sesin birbirine mükemmel bir biçimde eşlik etmesi, bir üçüncü ya da dördüncü, beşinci enstrümana neden ihtiyaç duyulmadığının da açıklaması oluyor zaten. Türkçe müzikte pek de alışık olmadığımız bu dinleme deneyiminin içine zor giriyorsunuz belki ama bir kez girdikten sonra nota nota, kelime kelime tadını almaya başlıyorsunuz her bir şarkının. Çok sade ama bir o kadar da zengin müzikal gücü kadar, kelimelerle kurduğu oyunlarla da dinleyiciyi peşinden sürükleyen şarkılar bunlar.
Dünyanın neresinde çalınırsa çalınsın dinlenebilecek, buna karşın bir Türk müzisyenin elinden çıktığı da her notasında hissedilebilecek besteleri ile Selim Doğru, yıllardır az sayıda müzisyenle milim milim yol alabildiğimiz evrensel kulvarda ilerlerken, Hazal Selçuk da ‘şarkıcı’ kavramına gündelik müziğin çizdiği sınırları ihlal ediyor. Bu neresinden baksanız cesur, sıra dışı ve fakat öyle olsun diye değil, alabildiğine içtenlikle kotarılmış albüme kayıtsız kalmayın.
(18 Şubat 2013 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Marmara Üniversitesi Rock Kulübünün çeşitli sponsorların desteğiyle 2012 yılında ilk kez hayata geçirdiği Big Band Üniversitelerarası Müzik Yarışması, aynı yılın Mayıs ayında sonuçlanmıştı. Yarışmada ilk üçe giren Karga, Stok ve Hasbelkader adlı grupların şarkıları bir albümde toplanarak geçtiğimiz günlerde Dokuz Sekiz Müzik etiketiyle piyasaya sürüldü.
Az sayıda da olsa yıllardır istikrarlı bir şekilde düzenlenen benzeri birkaç yarışma daha var ve hemen hepsi bugüne dek birçok amatör gruba ya profesyonellik yolunu açtı ya da en azından kariyerlerine bir kilometre taşı oldu. Ancak ilk kez majör bir müzik yapım firmasının böylesi bir yarışmaya bu şekilde destek verdiğini ve bu içerikte bir albüm yayımladığını görüyoruz. Genellikle yarışmalarda birinci olan grupların elde edebildiği albüm yayımlama fırsatının bu defa ilk üç gruba birden verilmiş olması, bu projeyi kendi başına önemli ve özel kılıyor.
Albümde üç grubun üçer şarkısı yer alıyor. Yarışmanın birincisi olan Kadıköy çıkışlı “rock” grubu Karga 2009 yılında kurulmuş. Grup, sıkı ve sert “sound”uyla dikkat çekiyor. Hepsi çok iyi çalıyor ama özellikle İlker Özer’in gitarda harikalar yarattığını söylemeliyim.
Yarışmanın ikincisi Stok, 2003’ten beri bir aradaymış. Daha önce Roxy Müzik Günlerinde jüri özel ödülü alan grup, icra bakımından gayet yetkin olmakla beraber, şimdilik ayırt edilebilir, ilk dinleyişte tanınabilir bir müzikal tavır göstermiyor. Özellikle orta karar pop sularında gezinen şarkı sözlerine bir parça daha özen göstermeleri lazım.
Big Band yarışmasından üçüncülükle ayrılan Hasbalkader ise 2009 yılından bu yana birlikte çalan dört müzisyenden oluşuyor. Diğer iki gruba göre daha melodik şarkıları olan grup, bu yönüyle ticari açıdan daha avantajlı gözüküyor. Müzikal tavır olarak “Brittpop”a yakın duran Hasbelkader de, tıpkı Karga ve Stok gibi, icra bakımından profesyonel grupları aratmıyor.
Sonuç olarak üç amatör gruptan, kulağa hiç de amatör gelmeyen kayıtlar dinliyor ve sadece bu nedenle bile bu tip yarışmaların, yeterli destek sağlandığında nasıl parlak sonuçlar verebileceğine şahit oluyorsunuz. Türkiye’de “rock” müzik adı altında önümüze sunulan kimi popüler işlerle kıyaslandığında, bu albüm neresinden baksanız umut verici.
Türkçe “rock” müzikte yeni bir şeyler dinlemek isteyenlere Karga, Stok ve Hasbelkader’i takibe almalarını öneririm. Her üç grup hakkında da sosyal medya hesapları üzerinden daha ayrıntılı bilgi edinebilmek mümkün.
Belirli birkaç şehre sıkışıp kalmış olsa dahi, Türkiye’de yeni grupların canlı müzik yapabileceği sınırlı sayıda mekân var. Hiç bir zaman büyük paralar kazanmasalar da en azından bu mekânlarda kendi dinleyici kitlelerini oluşturma ve deneyim kazanma şansı elde ediyorlar. Ancak iş albüm yapmaya gelince, bir destek olmaksızın gerekli finansmanı sağlamak bugünün şartlarında hiç de kolay değil. Hal böyleyken kısıtlı şartlarda kotarılan albümler de yeterince tatmin edici olamıyor. Buradan bakıldığında bugüne dek hiçbir yarışmada sağlanamamış bu imkâna sahip olmaları nedeniyle bu üç grubun büyük bir şans yakaladığını yinelemeliyim. Bu şansı ne derece değerlendirebildiklerini görmek ise bundan sonra yapılacak benzer işler için sektöre ve başka amatör gruplara önemli ipuçları verecek.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.