2013 yılında “Tatil”, 2014 yılında “Öpücem” adlı şarkılarla dinleyici karşısına çıkan Özgün, yine bir tekliyle yoluna devam ediyor. Söz ve müziği Murat Güneş’e ait “Şimdi Burada Olsan”, geçtiğimiz günlerde Avrupa Müzik etiketiyle dijital platformlarda yerini aldı.
Neredeyse üç yıldır albüm yapmayan Özgün, bu arayı üç şarkıyla doldurmuş oluyor böylece. Niteliğin değil, niceliğin kabul gördüğü bu zamanın müzik piyasası kriterlerine göre çok az bir sayı bu. Ne ki enteresan bir biçimde Özgün, bu durumu lehine çevirebiliyor. Doğru zamanlama ile yapılmış doğru işin etkisi daha uzun süreli olabiliyor çünkü. Nitekim bu son şarkı da doğru zamanda yapılmış, doğru bir iş gibi görünüyor.
Bir kere bir Murat Güneş şarkısı seçmek, eli yüzü düzgün, doğru dürüst sözleri, akıcı ve akılda kalıcı melodisi olan bir şarkıyı cebe koymak manasına geliyor her şeyden önce. Bir de üzerine şarkıyı Erhan Bayrak gibi “reytingi yüksek” bir aranjöre emanet etmek, sonucu kaçınılmaz olarak garantilemiş. Üstelik Erhan Bayrak, çok klişe bir biçimde de işlenebilecek bu şarkıyı, Onno Tunç düzenlemelerini anımsatan yaylı partisyonları, ve pop-“rock” çizgisinde elekto gitar, davul renkleriyle başka bir kulvara sokmuş. Bu anlamda Özgün’ü bundan 10 yıl önce bize tanıtan ilk şarkı olan “Elveda”ya gönderilmiş bir selamdan da söz edilebilir mi, bilmiyorum. Ancak bu süre zarfında Özgün’ün hem şarkıcılık performansı bakımından, hem de fiziksel görünüş açısından bir disiplin içerisinde yoluna devam ettiği, işini ciddiye aldığı çok açık. Bu şarkı ve şarkının klibi de bunun altını çiziyor zaten.
(27 Nisan 2015 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Sivas’ta doğan ve liseden mezun olana dek orada yaşayan Serkan Kaya, İstanbul’a geldikten sonra müzik çevrelerine girmiş ve ilk albümünü 2000 yılında, henüz 22 yaşındayken yapmış. İlk albümüyle ikinci albümü arasında ise on yıldan fazla bir süre var. Bu süre zarfında daha ziyade besteleriyle adını duyurmuş. İlk olarak 2009 yılında Devran İskender tarafından seslendirilen “Mesele”, bunların en bilinenlerinden. Şarkı daha sonra Ceylan tarafından da seslendirildi ama galiba en çok Serkan Kaya’nın sesinden sevildi. Nitekim “Mesele”, 2014 yılının gizli “hit”lerinden biri oldu. Serkan Kaya bu şarkıyı “remix” bir versiyonla piyasaya sürdü ve epeyce ses getirdi. Zaten 2011 yılında yayımlanan üçüncü albüm de Serkan Kaya isminin arabesk müzik sevenlerin hafızalarına kazınmasında bir hayli etkili olmuştu.
Serkan Kaya’nın üçüncü albümü “Gönül Bahçem”, ise geçtiğimiz günlerde Poll Production etiketiyle piyasaya sürüldü. Kaya nicedir gece hayatının aranılan isimlerinden biri. Uzun zamandır popun ve bir çeşit “rock”ın içine sıkışıp kalmış arabesk müziği adlı adınca seslendiren birkaç isimden biri çünkü.
Tabiri caizse, “eli yüzü düzgün”, yalansız dolansız arabesk yapıyor Serkan Kaya. Sosyetik gece kulüplerinde sahneye çıkması, düğününün, evinin magazin haberlerine/programlarına konu olması ile filan, kendinden önceki kuşağın arabesk yıldızlarına benzemiyor belki. Gerçi onlar da artık kendilerine benzemiyorlar. Ne Orhan Gencebay, ne İbrahim Tatlıses, ne Emrah, ne Kibariye şarkılarındaki anlattıkları gibi bir hayat yaşıyor artık. Bu bir kenara… Bir diğer tarafta ise Serkan Kaya’nın şarkıcı olarak birebir İbrahim Tatlıses’in izinden gidiyor olması var. O gırtlak oyunları, o cümleleri uzatıp kesmeler, o vurgular filan neredeyse birebir aynı. Tek fark ses renginde…
Herkes kendi başına bir ekol olacak diye bir kaide yok. Birileri ekol olur, diğerleri onun izinden gider. Müzeyyen Senar bir ekoldür. Zeki Müren, Ajda Pekkan, Sezen Aksu, Kibariye, Muazzez Abacı, Cem Karaca da öyle… Bu yüzden peşlerinden giden, onlar gibi söyleyen onlarca şarkıcı olmuştur, hâlâ da oluyor. Kötü bir taklide dönüşmediği, sürekli aynı yerde saymadığı sürece öykünmek anlaşılabilir bir şey. İbrahim Tatlıses ekolünün de çok fazla takipçisi olduğu malum. Serkan Kaya da onlardan biri gibi. Şimdilik namzetlerine kıyasla ön plana çıktığı söylenebilir ama umarım bu benzerlik hep böyle sürüp gitmez.
Bunu bir kenara koyarsak, oldukça renkli ve türün sevenlerinin kolayca seveceği bir albüm var elimizde. Zaten çoktan “hit” olmuş “Mesele”, albümde üç farklı versiyonla çıkıyor karşımıza. Daha önce Ebru Gündeş’in seslendirdiği bir Ayla Çelik – Gökhan Tepe şarkısı olan “Vatan”, söz ve müziği Altan Çetin’e ait “Gönül Bahçem”, söz ve müziği Nezih Üçler tarafından yazılan ve albümün ilk klip şarkısı olarak seçilen “Kalakaldım”… Her biri tek başına albümü sürükleyebilecek güçte arabesk şarkılar. Söz ve müziklerini Serkan Kaya’nın yazdığı “Benden Adam Olmaz”, “Paşa Gönlüm” ve “Kalbim Senin Hâlâ” da aynı nispette etki yaratabilecek şarkılar olarak albümün başarısını garantiliyor.
Yine bir İbrahim Tatlıses formülü olarak iki de türkü çıkıyor albümde karşımıza. Bu konuda hiç riske girilmemiş ve son derece bildik, tutulmuş, sevilmiş iki türkü seçilmiş: Arif Sağ’ın meşhur “Ezo Gelin”i ve yakınlarda yeniden popüler olan “Hım Hım Yar”. Bu ikincisinin farklı bir düzenlemeyle adeta bir Balkan türküsüne dönüştürülmesi enteresan olmuş (ki türkünün bu versiyonu 2014 yılında yayımlanan teklide de yer alıyordu.)
Albümün bütünü içerisinde tek eğreti duran şarkı ise Levent Yüksel’in sesinden sevdiğimiz Sezen Aksu – Uzay Hepari şarkısı “Onursuz Olmasın Aşk”. Erdem Kınay “club” tavrındaki düzenlemesiyle bu şarkı Serkan Kaya’nın sesine de, albüme de yakışmamış.
“Mesele”nin akustik düzenlemesi de albümün popa göz kırpan bir diğer denemesi. Gelin görün ki bu versiyonda Serkan Kaya’ya eşlik eden Deniz Sujana’nın ismi her nedense albümün künyesinde yer almıyor. Eşliğinin bu şarkıda ne kadar doğru tınladığı tartışılır ama Almanya’da doğmuş Japon asıllı bir müzisyen olan Deniz Sujana’nın enteresan ses rengini de es geçmemek lazım.
Serkan Kaya, günümüzün en parlak arabesk yıldızlarından biri olma ve bir yandan da İbrahim Tatlıses’ten kalan boşluğu doldurma açısından Ferman Toprak’la aynı hattan ilerliyor. Kendilerini birbirilerine rakip görüyorlar mı bilmem ama her ikisinin yeni albümleri kıyaslandığında, Serkan Kaya bir adım öne geçmiş görünüyor. Bundan sonrası için bakalım zaman ne gösterecek.
(20 Nisan 2015 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Burcu Tatlıses uzun zamandır müzik piyasasının içinde. Bir yandan Funda Arar başta olmak üzere, popüler kulvarın ünlü isimlerine şarkı sözü yazmakta iken, bir yandan da sahneye çıkıp şarkı söylüyor ve zaman zaman da kendi şarkılarını söylediği kayıtlarını internette yayınlıyordu. 2007 yılında ATV’nin büyük bir iddiayla yayına soktuğu, Ajda Pekkan’lı, Müslüm Gürses’li jürisiyle dikkat çeken, ama yeterince reyting alamayınca erken final yapan Profesyonel adlı yetenek yarışmasında da sekiz hafta boyunca yarışmacı olarak boy göstermişliği vardı ekranda. Yazdığı şarkı sözleri arasında “Alagül” gibi, “Seni Severdim” gibi, rahmetli Fikret Şeneş’in son yıllarda yazılmış en iyi şarkı sözü olarak nitelediği “Senden Öğrendim” gibi epeyce ses getirmişleri de üzerine koyarsak, az buz bir sektörel deneyimden söz etmediğim daha net anlaşılır sanırım.
Buna rağmen albüm yapmakta acele etmedi Burcu Tatlıses ve ilk albümü ile geçtiğimiz günlerde çıktı dinleyici karşısına. Lila Records etiketiyle yayımlanan albümün adı “Güzel Kokuyorum”. Prodüktörlüğünü ve aranjörlüğünü Cihan Murtezaoğlu’nun yaptığı albümde yer alan 11 şarkının söz ve müziklerinde ise Burcu Tatlıses’in yanı sıra farklı isimlerin de imzalarını görüyoruz.
Ana akımın bu denli içinde üretiyor iken, bu kadar dışında bir albüm yapmak açıkçası şaşırtmıyor değil. Öyle ya, o yoldan çok daha kolay yürüyebilirdi Burcu Tatlıses. Ama o, zor olanı seçmiş. Basbayağı alternatif “sound” arayışında bir albüm çünkü bu. Sadece besteler ve şarkı sözleri değil, düzenlemeler açısından da böyle bu. Daha önce Mabel Matiz’le de birlikte çalışan Cihan Murtezaoğlu’nun bu albüm için yaptığı düzenlemeler tek başına uzun uzun alkışlanmayı hak eden cinsten. Hem farklı, yeni, deneysel, hem de bu üç sıfatın bir araya gelişinin doğal sonucu olarak ortaya çıkması kuvvetle muhtemel zor dinlenen, dinleyeni yoran, soğutan türden değil yaptığı iş. Tam aksine; çok sıcak, çok kolay kavrayan, buna karşın müzikal niteliği de iyi düzenlemeler, albüme başlı başına kendine has bir kimlik kazandırıyor.
Burcu Tatlıses, Profesyonel yarışmasını izlemiş olanların da hatırlayacağı üzere, bildik Türk popu standartlarında da şarkı söyleyebilen bir solistken, mesela kadın şarkıcılar klasmanında popun son 25 yılına damgasını vurmuş Sezen Aksu vurgularını herkes kadar kullanabiliyor iken, bambaşka bir rotaya çevirmiş dümeni. Sakin, naif, kırılgan, anlatarak ama sesini ve şarkıları hırpalamadan, kelimeleri yersiz yere çekiştirmeden söylüyor şarkılarını.
Baba Zula’dan Levent Akman’ın, bestesini Osman Murat Ertel’le birlikte yaptığı, sözlerini Nilgün Öneş’in yazdığı, üzerine bir tutam arabesk sosu serpilmiş “Bir Sana Bir de Bana”, Burcu Tatlıses’in, Mabel Matiz’le birlikte yazdığı “Ay”, albümün ilk dinleyişte dikkat çekenleri.
Ama sadece bu şarkılara vurgu yapmak da haksızlık olur. Albüme adını veren ve bence albümün son şarkısı olması gerekirken, sondan bir önce karşımıza çıkan “Güzel Kokuyorum”, küçük bir şaheser mesela. “Bir Tek Seni Sevdim”, albümün uzun yıllar sonrasına kalacak şarkılarından biri olabilir. “Konuşsak”, Ortaçgil şarkılarını sevenlerce baş tacı edilebilir.
Emir Özşahin’in fotoğrafları eşliğinde Saygun Erkaraman ve Natali Elmasoğlu’nun şık grafik tasarımı ve illüstrasyonlarıyla piyasaya sunulan albüm, her haliyle özenli bir iş olduğunu hissettiriyor. “Güzel Kokuyorum”, şimdiden yılın iyi albümleri arasında yer almaya aday.
(13 Nisan 2015 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Karadenizli bir aileden gelmesine karşın İstanbul’da doğup büyüyen ve bu nedenle Karadeniz kültürüne pek de aşina olmayan Selim Bölükbaşı, müziğe ve enstrümanlara olan tutkusuyla çıktığı yolculukta, Birol Topaloğlu, Kazım Koyuncu ve Volkan Konak gibi yakın dönem Karadeniz müziğinin öncüleriyle birlikte çalışma fırsatı yakalamış. Zaten bu sebeple de türün takipçileri tarafından tanınan bir isimdi yıllardır. Tulum ve kemençeyi çalmakla yetinmeyip, Karadeniz’in bu iki ikonik enstrümanına hem yapısal, hem de çalma tekniği açısından yenilikler getirmesiyle de tanınan Selim Bölükbaşı, bu defa bir albümle çıkıyor dinleyici karşısında. Geçtiğimiz günlerde Poll Production etiketiyle yayımlanan albüm, “Akl-ı Selim” adını taşıyor.
Kartonet yazısında, bu kadar geç albüm yayımlamasının nedenini şöyle açıklıyor Selim Bölükbaşı: “Bu bekleyişin; kendimi daha iyi yetiştirme, bir had bilme, bir durulma ve olgunlaşma, akl-ı selim haline ulaşma evresi olduğunu belirtmek isterim.”
Müzik piyasasında pek de duymaya alışık olmadığımız cümleler bunlar. Galiba sadece dişiyle tırnağıyla, uğraşa didine, merdivenin basamaklarını adım adım çıkanlara mahsus o “had bilme, olgunlaşma,” bilinci. Bölükbaşı’nın bu kategoride olduğu gerçeği ise su götürmez. Zaten albümü dinlerken en çok bunu hissediyorsunuz.
Bu aslında bir solistin değil, bir müzisyenin albümü. Albümde iki de enstrümantal parça yer alması boşuna değil. Nitekim başından sonuna dek kusursuz bir solist dinlediğimizi de söyleyemeyiz. Buna karşın yaptığı müziğin inceliklerine vâkıf bir müzisyenin elinden çıkmış, yaratıcı ve deneysel detaylar barındıran bir albüm bu.
Albümde yer alan 14 parça arasında anonim Karadeniz türküleri de var, Selim Bölükbaşı’nın ve başka bestecilerin türkü formunda besteleri de. En enteresanı ise albümün açılış şarkısı “Aşkım Karşı Kıyıda”. Türkçe sözlerini Serkan Yıldız’ın yazdığı bu şarkı, tıpkı yıllar önce Volkan Konak’ın “Hey Gidi Karadeniz” adlı Yunan adaptasyonu şarkısında olduğu gibi, memlekete kıyısı olan iki denizin benzer/ortak armonisinden ses veriyor ve bu nedenle de albümün bütünü içerisinde farklı bir yerde duruyor.
“Sevip Alamiyanun” ve “Of Çeker”, iki anonim Hemşin Türküsü. Volkan Konak’ın derlediği “Varun Söyleyin Anneme” ve Celal Bahçekapılı’nın derlediği “Hamsiköy” de albümdeki diğer otantik türküler. Otantiğin özünü bozmadan peşinden giden “Fadime”, “Gülliye” ve “Gel Sesume Sesume” ise Bölükbaşı’nın besteci olarak da imza attığı türküler. “110 KM” ve “Sana”, Bölükbaşı’nın bestelediği enstrümantal parçalar. Yine Selim Bölükbaşı tarafından bestelenmiş “Çona” ve “Gri Sular” ise bir parça daha şarkı formuna yakın ve özellikle “Gri Sular” Serkan Yıldız tarafından yazılmış sözleriyle dikkat çekici.
Yanı sıra Hasan Fehmi Sözeri’den “Dere Akayi Dere” ve Mustafa Şafak’tan “Oyali Çemberune” ile albüm tamamlanıyor. Albümün ilk klip şarkısı da olan “Oyali Çemberune”de Selim Bölükbaşı, Volkan Konak ile düet yapıyor. Volkan Konak, önümüzdeki günlerde yayımlanacak yeni albümünde bu şarkıyı solo olarak da seslendirmiş bu arada.
Bakmayın kapakta Bölükbaşı’nın kemençe ile verdiği poza. Kemençe sesini ve dahi Karadeniz müziğini pek sevmeyenlerin bile sıkılmadan dinleyebileceği bir albüm bu. Çünkü içinden “rock”, pop ve hatta beklenmedik bir biçimde senfonik müzik de geçiyor. Kemençe ve tulumun seslerini ise her zaman duyduğunuzdan farklı duyuyorsunuz albüm boyunca zaten. Klarnet, çello, saksafon gibi farklı renklerdeki sazlar da cabası. Bu anlamda Selim Bölükbaşı, yıllarca birlikte çalıştığı ustalarının izinden gidiyor gibi görünmekle birlikte, onların yaptıklarının üzerine fazladan bir tuğla koymayı da başarıyor. Tam da burada bir küçük not: Albümün bütününde ama özellikle “rock” motifli düzenlemelerde davulu daha ne ve temiz, belki bir parça daha yüksek duymamız iyi olurmuş, onu da söylemem lazım.
Çok fazla sayıda Karadeniz müziği içerikli albüm yapılıyor son yıllarda. Onların arasında ilk dinleyişte ayırt edilebilen bir farklılığı var bu albümün. Kulak vermekte fayda var.
Müzik sektörüne henüz 15 yaşındayken yayımlanan “Bana Gel” adlı albümüyle, Hümeyra adıyla adım attı. Daha sonra onu “Nur Topu” Meyra olarak tanıdık. Aradan yıllar geçti. Bugün Meyra, Ilıcak ailesinin gelini, Kemal’in annesi ve bunların ötesinde bir şarkıcı olarak da kariyerini sürdürüyor. Meyra’yla, geçtiğimiz günlerde piyasaya çıkan yeni şarkısı vesilesiyle, Beykoz’daki evinde bir araya geldik ve geçmişten bugüne uzanan bir söyleşi yaptık.
NTV’de yayınlanan Söz ve Müzik belgeselinin Kayahan özel bölümü için kolları sıvadığımızda 2014’ün yaz aylarındaydık. Projeyi ilk konuştuğumuzda çok heyecan duydum ve hemen çalışmaya başladım. Önce elimin altındaki bütün eski dergileri tarayıp Kayahan haberlerini, fotoğraflarını topladım, yetmedi birkaç gün kütüphaneye gidip Kayahan’ın 60’larda ve 70’lerde katıldığı müzik yarışmalarının haberlerini buldum. Bir aya yakın devam eden bu süreç boyunca bana hep Kayahan şarkıları eşlik etti. Çünkü birini yazmanın yolu önce onu anlamaktan geçiyor. Ve birini anlamanın yolu da onun ürettiklerini tekrar tekrar dinleyerek, okuyarak mümkün oluyor en çok. En azından benim için öyle.
(2 Nisan 2015 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Çağın kaçınılmaz gereği dijital müzik, sadece müziği en iyi kalitede dinleme zevkini ve tutkusunu değil, aynı zamanda albümlerin bütün olarak bir eser olduğu gerçeğini de tarihe gömecek gibi gözüküyor. Albüm kapakları birer “tag” artık sadece. Kartonetler ise detaycı dinleyici dışında kimsenin umuru değil. Ogün Sanlısoy’un yeni albümünü elime alınca ilk aklıma gelen bu oldu. Çünkü Sanlısoy’un bizzat kendisi tarafından çizilmiş albüm kapağı ve kartonet içerisindeki illüstrasyonlar ve Melek Boçoğlu’nun tasarımıyla albüm, sıradan bir CD kutusuyla paketlenmekten kurtulup, içinden şarkıların geçtiği bir kitaba dönüşmüş. Böylece dinlediklerimizin hafızalarımıza yer edecek görsel izdüşümü en doğru biçimde imlenmiş. Bu yazıya albüm kartonetinden başlamam da bu örnek alınması gereken işe vurgu yapmak nedeniyledir zaten.
Kitapçığın çocukluğumuzdan kalma masal kitaplarını andırması boşuna değil muhakkak. Şarkıların hikâyelerinde tam da içinde geçtiğimiz döneme ait, acıtıcı, sert gerçekler var. Ama bu gerçeklerin çok uzun yıllar sonra bir masal gibi anlatılmayacağını nereden bilebiliriz ki? Sanatın/sanatçının işi tam bu değil mi zaten? Geçmiş zamanın öğretisini, şimdiki zamanın şahitliğinden geçirip, gelecek zamanda anlatılacak masallar bırakmak…
İşte Ogün Sanlısoy, geçtiğimiz günlerde Sony Müzik etiketiyle piyasaya çıkan yeni albümü “Sen Uyurken”de bunu hakkıyla yapıyor. Hem müzikal nitelik, “sound”, şarkı sözü, beste ve icra anlamında adamakıllı bir Türkçe “rock” albümü nasıl yapılır onu gösteriyor, hem de bir müzisyenin dünya görüşünü, fikrini, hissini şarkılarla nasıl dillendirebileceğine dair zeki ve nitelikli bir örnek veriyor. “Çal”ın özellikle önceki cümlenin ikinci önermesine dair bir zirve olduğu rahatlıkla söylenebilir. “Ağaç” ve “Onbeş” de hemen peşine eklenebilir. İlk önerme ise albümün bütününü kapsıyor. “Bir albüm kaydında gitarlar, davullar nasıl tonlanır?” sorusunun bin türlü cevabı vardır belki ama “Türkiye’de kaç tane iyi örneği var?” diye sorsanız cevap vermek zordur çünkü.
Aynı şey, Türkçe “rock” şarkılarında geleneksel Türk motiflerinin kullanılması konusu için de geçerli. Arabesk nağmelerden alaturka makamlara, geniş bir yelpazeden beslenen güncel Türk “rock” müziğinde kimse zamanında Moğollların, Cem Karacaların, Erkin Korayların tutturmayı başardığı dozu tutturamıyor. Çünkü artık o dozu Kral TV, Powerturk, bilmem ne FM’ler ve avaneleri belirliyor. “Gitarları yumuşat,” diyorlar mesela. “Davulun sesini kıs, biraz da ney, klarnet üflet…” Ya da açık açık “Bu cümleyi kullanma, bu şarkıyı albüme koyma!” Bu, yaptırım gücü yüksek kartele karşı, kendi müzik anlayışına sahip çıkmak da tek başına bir direniş artık… Belli ki Ogün Sanlısoy, müziğiyle de direnenlerden. En azından bu albümün yakından gösterdiği o.
Albümdeki dokuz şarkının da söz ve müzikleri Ogün Sanlısoy tarafından yazılmış. Kayıtlarda elektrik ve akustik gitar da çalan Sanlısoy’a, davulda Sertan Soğukpınar, bas gitarda Sertan Coşkun, yine gitarlarda Onur Ataman ve “keyboard”da Cihan Barış eşlik etmiş. Albümün prodüktörü Tarkan Gözübüyük’ün de dâhil olduğu bu ekip, şarkıların düzenlemelerine de birlikte imza atmış. Bilenler bilir, zaten bu isimlerin her biri, ortaya çıkan işin birer garantörü gibi.
“Rock” müzik dinleyicisi olmasanız, popa daha yakın dursanız bile kalbinize dokunacak “Son Defa”, “Sen” ve “Gün Olur”, hem Anadolu “rock” denemelerini, hem de klasik “rock” formunu sevenlerdenseniz kulağınıza çok sıcak gelecek “Merhem”, “Sonsuza” ve “İsterse” ama illa ki “Çal”, Gezi’de canınız yanmışsa “Ağaç”, Berkin’e ağlamışsanız “Onbeş”… Her biri tek başına bu albümü dinlemenize, sevmenize neden olabilir.
Albüm kitapçığının son sayfasında ve albümün son “track”ine gizlenmiş son saniyelerinde her masal kitabını bitiren cümle var: “Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine…” Masal nerede biter, muradına eren kimler olur, kerevetine kimler çıkar, şimdilik bilmiyoruz. Belli olduğunda ise muhtemelen biz buralarda olmayacağız. Bugünlerin masalını bu şarkılar anlatacak o günlere. Bizim kârımızsa, ilk dinleyenler hanesine yazılmak olacak.
(30 Mart 2015 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Onca eleştiriye, onca söze rağmen şarkıcılık iddiasından vazgeçmiyor Sinan Akçıl. 2014 yılında Poll Production ile yollarını ayırdıktan sonra DMC saflarına geçen Akçıl, Nisan ayında piyasaya sürülen “Tabi Tabi” (ki “tabii” kelimesi öyle yazılmıyor biliyorsunuz) adlı albümünün üzerinden çok zaman geçmeden “Hatırlasana” adlı teklisini dijital platformlarda yayımlamıştı. Sinan Akçıl’ın yeni albümü “Best Of Aşk” ise 2015 yılı Şubat ayında raflarda yerini aldı.
Adından anlaşılacağı üzere, Sinan Akçıl’ın yazdığı “en iyi” aşk şarkılarından oluşturulmuş bir albüm bu. Zeynep Casalini’nin seslendirdiği “Dokunma Bana” ile başlıyor albüm. Ferhat Göçer’in sesinden sevdiğimiz “Biri Bana Gelsin”, Funda Arar’ın söylediği” Hafıza”, ilk kez Hande Yener’in seslendirdiği “Teşekkürler”, “Dön Bana”, “Çöp”, Ziynet Sali tarafından seslendirilmiş “Rüya” ve “Her Şey Güzel Olacak”, İzel’in sesinden kulaklara yer etmiş “Gurur” ve “Anlayamazsın” ve de Ajda Pekkan’dan dinlediğimiz “Arada Sırada” albümde yer alan şarkılar.
Yanı sıra “bonus track” diye nitelendirilmiş, “Okyanus” adını taşıyan bir de yeni şarkı var. O da dâhil olmak üzere, tamamı yavaş ve orta tempoda, romantik aşk şarkıları. Nitekim Cem İyibardakçı, Febyo Taşel, Serkan Ölçer, Birkan Şener, Erdem Yörük ve bizzat Akçıl’ın kendisinden oluşan kalabalık bir aranjör kadrosu olmasına karşın, albümün bütünü aynı akustik “sound” üzerine inşa edilmiş. Alışageldiklerimizin aksine alabildiğine sakin, alabildiğine telaşsız, gürültüsüz, patırtısız bir Sinan Akçıl albümü bu…
Ve işin enteresan tarafı, çok da doğru bir sıralamayla dizilmiş şarkıları arka arkaya dinlediğinizde, “adam ne güzel şarkılar yazmış” dedirtiyor size (“Her Şey Güzel Olacak”ın şarkı sözlerini bu genellemenin dışında tutarım, o ayrı.) Söyleyen kendisi olsa bile dedirtiyor bunu. Zira bakmayın böyle sakin durduğuna, albümün alt metninde çok büyük bir iddia var slında. Hatta belki sırf bu nedenle bile yapılmış olabilir: “Ben bir sürü güzel şarkı yazdım ve bunları hep önemli isimler söyledi. Ayrıca her birini ben de söyleyebilirim.“ Ben olsam, bu kadar da eleştiriliyor iken, Ajda Pekkan’ın, Hande Yener’in, Ferhat Göçer’in seslerinden sevilmiş şarkılara kendi sesimi vermeye cesaret edemezdim asla. Ama Sinan Akçıl bu… Cüreti ve becerisi arasında denge kurmayı önemsemeyenlerden… Bir yazımda onu Hülya Avşar’a benzetmem boşuna değildi.
Buna karşın şunu da kabul etmek lazım ki bu albüm Sinan Akçıl’ın şarkıcı olarak kendini gösterdiği en iyi albümü olabilir. Sonuçta ses aralığı ve tınısı Allah vergisi bir şey ve bir yere kadar geliştirilip değiştirilebiliyor ama şarkı söylemek öyle değil. Onu çalışarak öğrenebilmek mümkün… Ve Akçıl bu anlamda bir adım ileri gitmiş görünüyor. Vurguları, baskıları, prozodisi önceki albümlerine nazaran çok daha iyi... Zaten seçilen şarkılar onun ses sınırlarını zorlamayacak aralıklarda düzenlenmiş ve bu da çok doğru olmuş. Hani “filancanın buğulu sesinden duygu yüklü şarkılar” klişesine oturmuş yapılan iş. Tabii haliyle vokallere çok iş düşmüş ve Muraz Aziret ile Yonca Kocadağ, üzerilerine düşeni hakkıyla yapmışlar, bizim duyduğumuz veya duyamadığımız (gizlenmiş) destek vokalleriyle.
Her ne kadar bu albüm, önceki Akçıl albümlerine göre çok daha “müzisyen” işi gibi duruyor olsa da, Sinan Akçıl’ın “teen-age” pop müzik dinleyicisinin “star”ı olma hevesinden vazgeçmediğini anlamak için albümün kapak fotoğraflarına bakmak yeterli. Bu imajı taşımak için bir on yıl kadar geç kaldığını söylemekse sanırım faydasız.
Son olarak Sinan Akçıl’ın bir televizyon programında müzik eleştirmenleri için söylediği bir cümleye istinaden doğan cevap hakkını kendi adıma kullanayım. “Müzik eleştirmenlerinin sevmediği albümler çok satıyor, şarkılar çok seviliyor,” gibi sığ bir argümanı dillendirecek son kişi bir müzisyen olmalı. Zira halkın sevip sevmemesi de, albümün satılıp satılmaması da bir müzik eleştirisi içerisinde ancak haber değeri taşır ve asla birer eleştiri kriteri değildir; hiçbir zaman da olmamıştır. Ve müzisyenler de bunun böyle olduğunu pekala bilir. Ya da en azından ben öyle sanıyorum.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.