Yılbaşı öncesi çok koşturmacalı ve yoğun geçince, üzerine bir de gripten yatakalınca, Milliyet Sanat internet sitesine yılın son yazısını yazamadım. Konu belliydi aslında. Her sene yaptığım gibi yine yılın en popüler şarkılarını yazacaktım. Bugün oturdum onu yazdım. Bu defa yılın ilk yazısı olacak, ne yapalım.
Geçen yıl da bu liste için 40 şarkı seçmiştim ama bu sene 40’ı tamamlamak biraz zor oldu. “Müzik her geçen gün daha kötüye gidiyor, vah vah tüh tüh”cülerden değilim ama sahiden de bu sene az sayıda “hit” çıkmış. Şöyle bir geriden bakınca daha net görünüyor bu. Aslında yılın genel olarak nasıl geçtiğine bakınca sebebini anlamak mümkün. İki seçim, bir sürü kötü olay, kayıplar, ölümler, kargaşa… 2015 hem ülke tarihi açısından hiç de iyi hatırlanmayacak. Bunun popüler müziğe de sirayet etmesi kadar doğal bir şey olamaz.
Bugün sosyal medyada bol bol Barış Manço paylaşıldı. Doğum günüydü çünkü. Nasıl ahbaptan, dosttan, aileden saydıysak onu, üzerinden bunca yıl geçmesine rağmen özleniyor hâlâ. Birkaç kez gitmiştim Moda’da şimdi müze olarak kullanılan evine. Hani şu adresini ezbere bildiğimiz ev. Müze olmak için çok eksik. Az sayıda eşya kalmış, o meşhur kostümlerinin, takılarının çoğu yok. Kim bilir ne oldu onlara? Plakları filan da yok denecek kadar az. Yine de bir tanıdıklık duygusuyla seviyorsunuz daha kapısından girmeden. Sanki orada yaşamışsınız hissine kapılıyorsunuz hatta gezerken. Her defasında çok etkilendim. Bugün tekrar bir gidesim geldi.
Tepe Nautilus alışveriş merkezindeki müzik pazarı bugün açıldı. Plak, kaset, CD, müzik sistemleri filan varmış. Tam benlik yani. 2-3 sene var ki sahaf festivallerine de gitmez oldum. O kadar uçuk fiyatlar konuşuyor ve satıcılar o kadar şuursuz ki, artık bu işin tadı iyiden iyiye kaçtı. Birkaç yıl önce 20-30 liraya satılan ve arşivci olarak değerli görüp almadığımız plaklar bile anormal rakamlara satılır oldu. Yine de bu festivali bir görmek istiyorum. Bu hafta bir fırsatını bulup gitmek lazım.
Yıllar sonra ilk kez karlı bir yılbaşı gecesi geçirdi İstanbul. Burnumuzdan da getirdi haliyle. Trafik sarpa sardı, taksiler adam seçti, yayanın payına kara çamura bata çıka yürümeler düştü. Rezidanslar, gökdelenlerle dünya şehri olmuyor bir şehir. Konargöçer kavimlerden, obalardan, çadırlardan gelmiş bir toplumun bireylerinin şehir planlamacılığı denen şeyi iplememesinin, şehri yönetecekleri planları için değil, mensup oldukları partilerin taraftarlığı ile seçmelerinin doğal sonuçlarını İstanbul’da dibine kadar yaşıyor ve faturayı yine şehre kesiyoruz. Sokakta çevirip sorsan, on kişiden sekizi kaçıp gitmek istiyor şehirden. Sanki gidilecek yer bundan daha iyi olabilirmiş gibi. Yeni bir ülke bulamayız, başka bir şehir de bulamayız; Kavafis İstanbul’dan ilham alarak yazmış bunu. “Bu şehir arkandan gelecektir,” de demiş. Bu kadar açık ve net.
Neyse… Taksilerle ve karlı buzlu Tepebaşı merdivenleriyle cebelleşerek de olsa eve vardığımızda sabah olmak üzereydi. En azından başımızı sokacak bir evimiz vardı. Sokakta yaşayan her canın işi zordu o ayazda. İnsan olsun, hayvan olsun… O yüzden apartmanın kapısına paspası sıkıştırıp kapanmasını engelleyen bir komşuya (her kim ise artık) sahip olduğumuz için mutlu oldum gece gece. İçeri üç kedi sığınmıştı. Queen ise sıcacık evinde, yediği önünde yemediği arkasında girmişti yeni yıla. Bazıları şanslı doğuyordu işte böyle. Tıpkı insanlar gibi. Eski bir hayat bilgisini yeni yılın ilk saatlerinde böyle tazeledim.
Televizyon kanallarında pek bir şey yoktu. Biz gençken yılbaşı geceleri televizyon başında en çok bu saatleri beklerdik oysa. Yabancı müzik bu saatlerde yayınlanırdı çünkü. Ne her yılbaşı televizyona çıkışı olay olan dansöz, ne Zeki Müren, ne de yılbaşından yılbaşına ekranda görünebilen Orhan Gencebay… Varsa yoksa CC Catch, Europe, Modern Talking bilmem ne… Gecenin bir yarısı olacak da bir saat, bir buçuk saat onları izleyeceğiz televizyonda.
Hakan Hepcan’ın NTV’deki yılbaşına özel şovunu tekrar gösteriyorlardı. Biraz ona baktım. Sefa Doğanay’ın Yıldız Tilbe ve Nur Yerlitaş taklitleri sinir bozucuydu. Söz konusu isimlerin taklitlerini Fehmi Dalsaldı’dan izlemeyi bin kere tercih ederim. Sadece sesi ile değil, jet ve mimikleriyle, tüm bedeniyle büründüğü kişiyi yaşayarak taklit edebilen bir adam Fehmi çünkü.
Hakan Hepcan’ın konuklarından biri de Simge’ydi. “Miş Miş”i canlı söyledi. İyi de söyledi. Trafiği çok karışık, canlı söylemesi zor bir şarkı ama hiç falso vermedi. Sinan Akçıl ise “1001 Gece” adlı şarkısını ilk kez seslendirdi ama tabii “playback” yaparak. Yine bir Justin Bieber kostümü ve saç modeliyle hedef kitlesini memnun etti muhtemelen. Zaten Twitter da bu yeni şarkının mükemmelliğinden, olağanüstülüğünden, bombalığından dem vuran “RT”lerden geçilmiyordu o vakitte hâlâ. Ne diyeyim, alan memnun satan memnun. Şarkı güzel yalnız. Yani en azından ilk dinleyişte öyle geldi kulağıma.
Başka bir kanalda Suzan Kardeş’in programının tekrarı vardı. Ona da Özge Fışkın konuktu. Suzan Kardeş’in benim diyen “talk-show”cudan daha iyi soru sorduğunu, konuğunu konuşturduğunu gördüm. Bir kez daha sevdim bu nevi şahsına münhasır kadını.
Sessiz ve sakin bir 1 Ocak öğleden sonrasına uyandık doğal olarak. Hem yılbaşı gecesi ertesi, okullar, iş yerleri tatil, hem de sokaklar kar beyaz. İnsanlar evlerine kapanmış, hava hiç olmadığı kadar temiz… Markete gittim geldim. Ot, Kafa, Bavul, Yumuşak G, Blue Jean ve Milliyet Sanat’ın yeni sayılarını aldım.
Blue Jean bu sayısıyla beraber format değiştirmiş. Neredeyse 30 yıldır “rock”çısından, “teenage-pop”çusuna yabancı müzik sevenleri pek memnun eden dergi artık bir müzik dergisi değil. Evet, format değişikliği mutlaka gerekliydi zira ‘80’lerde hadi bilemediniz ‘90’larda kalmış poster ve çıkartma geleneğini ısrarla sürdürmesinin bir anlamı yoktu. Ancak piyasada bu kadar kültür-sanat-politika yazıları dolu dergi var iken, onlarla aynı görsel formu benimsemek neyse de benzer içeriğe sahip olmak anlaşılır gibi değil. Müzik ekseninden ayrılmamalıydı bence.
Soner Arıca’nın yeni şarkısı “Saklı” da yeni yılın ilklerinden oldu. Şarkı da, klip de uzun zamandır görmeye, duymaya alıştığımızdan farklı bir Soner Arıca çıkarıyor karşımıza. İlk izlenimim bu oldu. Müzik dünyasından bir de ölüm haberi düştü internete bugün. Natalie Cole sonsuzluğa göç etmiş. Çok yakından takip ettiğim bir şarkıcı değildi ama babası Nat King Cole’u bir dönem dinlemelere doyamazdım. Bu yüzden de Natalie Cole’un babasının şarkılarını söylediğini “Unforgettable… With Love” albümünü uzun süre “walkman”imden düşürmemiştim. 65 yaşında hayata veda etmiş. Ben daha genç sanıyordum.
Sadece iki albüm yayımlamış olmasına rağmen, Türkçe rock müziğin 2010’lu yılları anlatıldığında es geçilmeyecek, adından mutlaka söz edilecek bir gruptu Kreş. Di’li geçmiş zaman kullandım çünkü Kreş artık yok. Grubun solisti Serkan Ferat ise geçtiğimiz günlerde ilk solo teklisini yayımladı. Söz ve müziği kendisine ait “Sıcak Geldiyse Çıkar” adlı şarkı Jeton Yapım etiketiyle servis edildi.
Pınar Ayhan, 2000 yılı Eurovision Şarkı Yarışmasında Türkiye’yi temsil etmiş, yıllarca hem televizyon programları, hem de sahne performanslarıyla adından söz ettirmiş, iki de albüm yayımlamış, Ankaralı bir müzisyen.
(29 Ekim 2015 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Müge Zümrütbel’in ilk albümü “Sevgili”, geçtiğimiz günlerde Avrupa müzik etiketiyle yayımlandı. Ne var ki bu ilk albümü olmasına karşın, albümü dinlediğinizde de hemen anlayacağınız üzere, karşımızda çok deneyimli bir müzisyen var. Bunu teyit etmek için biyografisine bir göz atmanız yeterli. Daha lise yıllarında başlayan bir müzik eğitimi ile beraber şan eğitimi, o yaşlarda senfoni orkestraları konserlerinde sahneye çıkış, sonrasında konservatuar eğitimi, opera temsilleri ve üzerine bir de ses mühendisliği eğitimi…
Müziği ortalama dinleyiciden biraz daha yakın takip edenler, Müge Zümrütbel ismine zaman zaman popüler işlerin içinde de rastladı aslına bakarsanız. Keremcem’in ilk albümündeki “Nerelere Gideyim?” düeti, Yedi Kocalı Hürmüz, Adem’in Trenleri gibi kimi filmlerin “soundtrack” şarkıları ve adını bilmesek de sesine aşinalık yaratan nice reklam filmi müziği ilk ağızda sayabileceklerim. Orkestra solistliği ve Nilüfer, Sertab Erener, Zerrin Özer gibi isimlerin arkasında vokalistlik tecrübesi de cabası.
Müge Zümrütbel, işin ilmini yapmaya azmetmiş olmalı ki, son olarak bir de Bilgi Üniversitesi Sahne Ve Gösteri Sanatları Yönetimi bölümünü okuyup bitirmiş. Ve sanırım kısaca özetlemeye çalıştığım sefahati nedeniyle ilk solo albümünü yapmak için anca fırsat bulmuş. Nitekim prodüktörlüğünü Hakan Yeşilkaya ile birlikte üstlendiği bu albüm, bir ilk albüm ama aynı zamanda da bir olgunluk dönemi albümü gibi.
Avrupa Müzik etiketiyle yayımlanan albüm, yedi şarkı ve iki de “remix”ten oluşuyor. Hepsi ilk kez duyduğumuz şarkılar; yani “cover” yok. Düzenlemelerin ve “remix”lerin tamamı Hakan Yeşilkaya tarafından yapılmış. İlk klip şarkısı olarak ise albümün açılış şarkısı da olan “Yalan” seçilmiş. Söz ve müziği Cüneyt Tek’e ait “Yalan”, hem kalbe hem kulağa ilk dinleyişte yer eden, güçlü ve kalıcı bir şarkı. Zümrütbel’in tane tane, sesini ve vurgularını son derece doğru kullanarak, tekniği kadar duygusu da sağlam şarkı söyleme biçimi daha bu ilk şarkıda dikkat kesilmenizi sağlıyor ve bu durum albüm boyunca da aynı etkiyle devam ediyor.
Söz ve müziği Zeki Güner’e ait “Sevgili” oryantal etkili, hem ritmi hem melodisiyle sıcak bir şarkı. Zaten albümün bütününe alaturka tınılar hâkim. Eğer illa kategorize etmek gerekirse, popun Sıla kulvarından yürüdüğü söylenebilir.
Duygu sömürüsüne ve ağlamaya inlemeye dönüşmediği sürece pop şarkılarında alaturka ve hatta arabesk tınılar kullanılması beni rahatsız etmiyor ki bu albümde tam da böyle bir durum var. Nitekim sözleri Zeki Güner’e, bestesi Hakan Yeşilkaya’ya ait “Aşk İşte” de böylesi bir şarkı. Şunu da söylemek lazım ki, ortalama bir şarkıcıyı zorlayacak bir ses aralığında gezmesine karşın, Müge Zümrütbel, nüanslı vokal tekniğiyle bu şarkının da hakkını veriyor.
Sözleri Pınar Çubukçu’ya, bestesi Hakan Yeşilkaya’ya ait “İster miydim?” ve “Oynamam Oyununu” ile albüm nokta atışına devam ediyor. Sözlerini Zeki Güner’in yazdığı, bestesini Müge Zümrütbel’in yaptığı “Yabancı Gurur” ve sözleri yine Zeki Güner tarafından yazılmış Hakan Yeşilkaya bestesi “Sessiz Yara” ile de albümdeki yedi şarkı tamamlanırken, her bir şarkının ayrı ayrı etkili şarkılar olduğuna kanaat getiriyorsunuz. Pekala her biri tekli formatında yayımlanabilecek ya da ayrı ayrı klip çekilmeyi hak edecek şarkılar bunlar. Yani yedi şarkılık bir albüm için bile “eldeki malzeme bol keseden kullanılmış” diyebilmek mümkün.
“Sevgili”nin “remix” versiyonu çok doğru olmuş. Zaten radyolar da bu versiyonu tercih etti çalmak için. Hatta şarkı böylece klipsizken bile dikkat çekti. “Yabancı Gurur”un “remix” versiyonu da aynı mantıkla yapılmış. Gürültülü ve tekdüze “remix”lerden değil; şarkı bu haliyle de dinlenebiliyor.
Fark ettim ki sıklıkla yapmadığım bir şeyi yapıp, bir albümü kusur bulmadan dinledim ve yazdım bu defa. Bu pek sık olmuyor. Müge Zümrütbel ve Hakan Yeşilkaya deneyimi ve yeterliliğinde iki müzisyenden daha cesur, daha alternatif bir albüm ya da şarkılar bekleyebilirdik pekala. Bu bir kusur mu? Hayır. Çünkü popun kendi matematiği içinde ve mevcut piyasa şartlarında tutturulmuş bu çizgi hiç de hafife alınacak gibi değil.
Cem Talu’nun çektiği fotoğraflarla süslü albüm kartonet tasarımını Özlem Semiz yapmış. Güzel bir kapak fotoğrafı ve zarif bir tasarımla dinleyiciye sunulan albüm, özellikle yukarıda bahsi geçen kulvarda pop şarkıları sevenler için es geçilmemesi gereken türden.
(20 Ekim 2015 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
ENBE’nin solisti olduğu dönemde sesini verdiği “Senden Kıymetli mi?” şarkısını hatırlarsınız. Belki başrolünü Yeşim Salkım’la paylaştığı Bizim Şarkımız müzikalini izlemiş ya da en azından müzikalin albümünü dinlemiş, sesini orada duymuş olabilirsiniz. Ya da Kürşat Başar’ın 2012 çıkışlı “Keşke Burada Olsaydın” albümünde konuk olarak seslendirdiği “Ben Varım” şarkısında.
Berkay Özideş uzun süredir solo bir albüm için çalışıyordu. Ve sonunda ilk şarkısı dinleyici karşısına çıktı. “Leyla” adlı ilk Berkay Özideş teklisi, geçtiğimiz günlerde Esen Müzik etiketiyle yayımlandı.
Spor Akademisi’nde öğrenci iken müzik tutkusu ağır basan Özideş, okuldan ayrılıp konservatuara girmiş ve opera bölümünden mezun olmuş. Şan eğitmenliği, ENBE Orkestra’sında solistlik, müzikal, Kürşat Başar’la çalışmalar derken çocuk yaşlarından itibaren yazmaya başladığı kendi şarkılarına nihayet sıra gelmiş. Nitekim “Leyla” söz ve müziği Berkay Özideş’e ait bir şarkı. Özideş bununla da yetinmemiş, düzenlemeyi de kendisi yapmış ve bütün enstrümanları çalmış.
Şarkının gösterdiği o ki, Berkay Özideş’in bildik pop şarkıcılarının yolundan gitmeye pek niyeti yok. “Leyla”yı yazarken ağıtlardan ilham almış. Bu yüzden de bir parça karanlık, sofistike bir tarafı var şarkının. Çok az sözle anlatılan koca bir hikâye dinliyor, kim bilir belki de bir film izliyorsunuz. Düzenleme, vokaller, Özideş’in sesini kullanma biçimi, her şey bu bütünü tamamlıyor. Bu yüzden de fazla kelimeye ihtiyaç kalmıyor, atmosfer kendiliğinden sizi içine alıyor. Bu bakımdan etkileyici ve çarpıcı bir şarkı “Leyla”. Bir “rock-opera”nın ya da “senfonik-rock” albümünün açılış şarkısı da olabilirmiş pekala.
Sadece çok iyi bir sesi olduğunu, iyi şarkı söylediğini ispat etmiyor, sıkı da bir müzisyen olduğunun altını çiziyor Berkay Özideş. Bunları bir kenara koyacak olsak, böylesi bir şarkıyla bu müzik piyasasında çıkış yapmak neresinden baksanız cesaret işi çünkü. Neyse ki (yukarıda da yazdığım gibi) farklı olanın da dikkat çekebildiği, en azından kendi dinleyicisini bulabildiği bir dönemdeyiz. Bu şarkıyla birlikte Berkay Özideş’i takibe alıp, bundan sonra yapacaklarını yakından takip etmek lazım.
(20 Ekim 2015 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.) Kıbrıs kökenli bir müzisyen olan Nihayet, dünya standartlarında etnik müzik yapmak niyetiyle yola koyulmuş. Küçük yaşlardan itibaren piyano çalarak başladığı müzik yolculuğu onu kendi şarkılarını yazmaya kadar götürmüş. Nitekim geçtiğimiz günlerde İyi Müzik etiketiyle yayımlanan ilk teklisindeki “Karadul” adlı şarkının söz ve müziği de Nihayet’e ait. Şarkının düzenlemesi ise Batu Çaldıran tarafından yapılmış.
Nihayet kelimesi zaten bir isim olarak yeterince farklı iken, şarkının adının “Karadul” olması da büsbütün dikkat çekici. Aynı isimli örümcek cinsinden ilham alınarak yazılmış bir şarkı bu. Nitekim epeyce enteresan görüntüler içeren klip de şarkının hikâyesini destekliyor.
Türkiye gibi iki kıta arasında duran, dünya kurulalı beli farklı kültürlerin (klişe tabiriyle) beşiği haline gelmiş bir ülkeden, yıllar yılı dünya çapında bir “etnik” müzik yıldızının çıkmamış olmasını sadece müziğimizi uluslar arası platformlarda pazarlayamamamızla açıklamak eksik olur. Pazarlamadan önce doğru üretim gerekiyor. İşte o konuda bir Pakistan, bir İsrail, bir İran kadar olamadığımız bir gerçek. Bu ve benzeri ülkeler dünyaya kendi müziklerini bir şekilde dinletirken, biz dünyada üretilmiş şarkılara Türkçe sözler yazmakla meşguldük çünkü. Bugün vardığımız noktada bu döngü kırılır mı? Kolay değil elbette. Ama en azından denendiğini görmek bile az şey değil.
Nihayet’in “Karadul” adlı şarkısı Türkiye pazarında ne kadar şanslı olur, onu kestirmek zor. Hem sözleri, hem bestesi, hem de düzenlemesiyle Türk popunun klişe şarkı formuna ayak uydurmuyor “Karadul” çünkü. Bir parça rahatsız edici, “sert” bir tarafı da var üstelik. Özellikle de klip böyle. Buna karşın, yakın dönemde değişen beğeni kriterleriyle yavaş yavaş klişe olanında dışında, farklı işlere kucak açan bir dinleyici kitlesi de oluşmaya başladı. Buradan yola çıkarak, özellikle de yabancı pop müzik seven ve dinleyen kitle için “Karadul”, farklı bir Türkçe şarkı deneyimi olabilir.
Daha ilk şarkısı ve ilk klibi ile bir “star” havası yakalıyor Nihayet. Bu da işin en zor kısmını halletmiş olmak demek. Daha önce Türkiye’de yapılan buna benzer işlerde en büyük eksik hep bu olmuştu çünkü. İddialı bir iş yapıyorsanız, o iddiayı taşıyabilmeniz gerekiyor.
Tek bir şarkının bana düşündürdükleri bunlar oldu. Daha fazlası için Nihayet’in yeni işlerini dinlemek/görmek lazım.
(20 Ekim 2015 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.) 2012’de yayımlanan ilk albümü “”Çok Şükür”ün ardından 2013’te “Birinci Vazife” ve “İstemiyorum”, 2014’de ise “Sağ Salim” ve “Bal Prensesi” teklileri ile karşımıza çıktı Oğuzhan Uğur. Yine 2014’de Ege Çubukçu ile birlikte yayımladıkları bir de “Dengi Dengine” teklisi var.
Oğuzhan Uğur sadece müzikle değil, sinema başta olmak üzere başka başka işlerle de uğraşıyor. Hâl böyle olunca da internet üzerinde duyulmaya başlayan ve ilk albümle geniş kitlelere ulaşan müzik üretimlerine yeterince zaman ayıramıyor olsa gerek. Yoksa şimdiye kadar çoktan ikinci bir albüm ya da en azından tekli formatında yayımlanmış çok daha etkili şarkılarla o ilk rüzgârın arkasını aynı hızla getirirdi. Bence arayı fazla açtı.
Bilenler biliyor zaten ama bilmeyenler için özetlemek gerekirse, Oğuzhan Uğur’un hiciv, taşlama ve espri içeren, gündelik konuşma dilini kullanarak taşı gediğine koyan, aşk, meşk, ilişkilerin yanı sıra bu ülkede genç olma halleri üzerinden zaman zaman siyasi göndermeler de yapan, şahane şarkıları var. Grup Vitamin’in ‘90’larda yaptığına bir parça benziyorsa da, komedisi o kadar kör gözüm parmağına değil; daha ince ve yer yer daha şairane. Dili çok iyi kullanıyor, etkili melodiler ve eğlenceli düzenlemelerle de şarkılarını kolay sevilir hale getirmeyi iyi biliyor. Bütün bu espriyi çektiği kliplerle de gayet dengeli bir şekilde destekliyor.
Oğuzhan Uğur’un yeni teklisi “Biyolojik Unsur”, geçtiğimiz günlerde Dokuz Sekiz Müzik etiketiyle yayımlandı. Söz müziğini kendi yazdığı ve düzenlemesini de kendi yaptığı bu şarkıyla Oğuzhan Uğur, uzunca bir aradan sonra müzikte formunu bulmuş gözüküyor. İçinde alenen ya da gönderme yoluyla geçen birkaç küfür kelimesi nedeniyle şarkının ana akım radyo ve televizyon kanallarında yayınlanmayacağı aşikâr. Çünkü biz gündelik hayatta bol bol kullandığımız kimi kelimeleri radyo ya da televizyonda duyunca çok utanan “edepli” bir toplumuz. Şarkının “ahlak şart, terbiye önemli” cümlesiyle başlamasındaki ironiyi de görmeyiz nasılsa.
Oğuzhan Uğur’un şarkılarında sıklıkla kullandığı arabesk-alaturka-rock temalar bu şarkıda da var. Hatta bir parça Erkin Koray şarkılarının havası var “Biyolojik Unsur”da. Yine bir iyice anlamak için birden fazla kez üst üste dinlemek gerekiyor çünkü hem söz öbeği çok fazla, hem de oyunlu cümleler. Buna karşın, insanı gülümseten, eğlendiren, samimi, içten ve “doğal” dili ve sıcak melodisiyle kavrayan bir şarkı. Biraz farklı şeyler dinlemek isteyenlere şarkıyı, biraz eğlenmek isteyenlere de klibi mutlaka öneririm.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.