(24 Şubat 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Çocuk yaşlarından itibaren müzik eğitimi almaya başlayan Cenk Taşdemir, Berklee Collage of Music’de caz vokal eğitimini tamamladıktan sonra hayallerini gerçekleştirmek için çalışmalara başlamış ve yolu İskender Paydaş’la kesişmiş. Cenk Taşdemir’in söz ve müziği kendisine ait “Söndür” adlı şarkısının yer aldığı tekli geçtiğimiz günlerde DMC etiketiyle yayımlandı.
Teklide şarkının üç farklı versiyonu var. Klip de çekilen ilk versiyon İskender Paydaş tarafından yapılmış. Yanı sıra Dj Oğuz Saraç’ın “Remix” versiyonu ve bir de akustik versiyon var.
“Söndür” batı armonisine sahip, içinde alaturka öğeler barındırmayan bir pop şarkısı. Bundan mıdır, yoksa bir dönem yurt dışında yaşaması ve İngilizce şarkı söylemesinden midir bilinmez, Cenk Taşdemir’in yer yer ufak tefek (özellikle sesli harflerde) Türkçe diksiyon sorunları var. Bununla beraber, bu şarkı ve klip her ne kadar onu dans edip şarkı söyleyen yeni nesil erkek popçu kategorisine konumlandıracaksa da, aslında kendine has ses rengi ve sesini kullanma biçimi zamanla ayırt edici bir nitelik ve önemli bir avantaj olabilir Cenk için. Mesela Justin Timbarlake ya da Robbie Williams’ın yaptığı türden bir pop-caz şarkısı ile çok parlak bir sonuç çıkabilir ortaya. Nitekim “Söndür”ün bir tek piyano eşliğinde kaydedilmiş akustik versiyonunda bunun ipuçları fark edilebiliyor.
Güzel bir kartonet ve klip çalışmasıyla görsel yönden de doğru desteklenen bu şarkı, pop müzikte artık daha genç isimlerin bayrağı devralmasını nicedir bekleyenler için umut verici olabilir.
(3 Şubat 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Suadiye’yi 2013 yılında piyasaya çıkan ve kendi adını taşıyan ilk albümüyle tanımıştık. O albümde kendi yazdığı şarkıları söyleyen, dans müziği yapan ve şarkı söylerken dans eden bir genç şarkıcı vardı. Ne var ki işin şarkıcılık kısmı epeyce sorunluydu.
2015’de Cihat Uğurel’e “featuring” yaparak, ‘90’lardan bir Aşkın Nur Yengi şarkısını, “Sıramı Bekliyorum”u seslendirdi Suadiye. Onun da başarılı bir iş olduğu söylenemezdi.
Geçtiğimiz günlerde ise Suadiye’nin yeni teklisi yayımlandı. Avrupa Müzik etiketiyle piyasaya sürülen teklide Suadiye bu kez yine bir ‘90’lar şarkısını, Yonca Evcimik’in ilk albümünde yer alan bir Şehrazat şarkısını, “Cesaretim Yok”u seslendirmiş.
Şarkı çok güzel bir kere, onu söylemek lazım. Evcimik’in o dönemde ortalığı kasıp kavuran “Abone” albümünde dans “hit”leri ön plana çıktığı için bir parça geride kalmış, kıymeti yeterince bilinmemiş bu şarkının “cover” yapılması son derece iyi bir fikir. Hem güçlü melodik yapısı hem de sıra dışı sözleriyle dokunaklı ve etkili. Zamanında bir “pop-star” olabilmenin bütün gereklerini yerine getirmiş ve de layıkıyla olmuş Yonca Evcimik’, hiçbir zaman “yorumcu” kategorisinde sayamayacağımız gerçeği bir yana, güçlü bir ses ve güçlü bir yorumla dinleyende bambaşka bir etki yaratabilecek bu şarkının Suadiye’ye kısmet olması da ayrıca ironik olmuş. Neyse ki Suadiye şaşırtıcı bir biçimde şarkının altında kalmamış.
Daha önceki tüm şarkılarında kulağı rahatsız eden teknik yetersizlik ve prozodi hataları bu şarkıda neredeyse hiç yok. Uzun süre önemli eğitmenlerden şan dersleri almış olması her ne kadar özellikle vurgulanıyor olsa bile, iyi bir şarkıcılık tekniği için o derslerin her zaman işe yaramadığını biliyor ve örneklerini görüyoruz çünkü. Bu noktada aranjöre büyük iş düşüyor. Nitekim İskender Paydaş’ın düzenlemesi, “Cesaretim Yok”u ‘90’lardan bugünlere gayet iyi taşımış. Bence tek sorun “laylalay”lı kısımların fazla uzun tutulmuş olması. Biraz daha ekonomik davranılsa, şarkı neredeyse 1 dakika daha kısa olabilirmiş ve öylesi çok daha iyi olurmuş, çünkü sarkıyor.
Görsel olarak da Suadiye doğru yolu bulmuş. Özellikle “Sıramı Bekliyorum” klibindeki rüküş halinden sonra bu klipteki ve tekli için çekilen fotoğraflardaki imajla adeta yeniden doğmuş, işe sıfırdan başlamış gibi.
Sadece iki albüm yayımlamış olmasına rağmen, Türkçe rock müziğin 2010’lu yılları anlatıldığında es geçilmeyecek, adından mutlaka söz edilecek bir gruptu Kreş. Di’li geçmiş zaman kullandım çünkü Kreş artık yok. Grubun solisti Serkan Ferat ise geçtiğimiz günlerde ilk solo teklisini yayımladı. Söz ve müziği kendisine ait “Sıcak Geldiyse Çıkar” adlı şarkı Jeton Yapım etiketiyle servis edildi.
(6 Ekim 2015 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Güncel Türkçe pop şarkıları arasında dolaşıp, “Bu şarkıyı bir başkası söylese ne değişirdi?” sorusunu sorduğunuzda, genellikle kendi kendinize vereceğiniz cevap “Bir şey değişmezdi,” oluyor. Herkes birbirine benzer şeyler söylüyor/yapıyor çünkü. Ortak bir dil, tavır ve stil havuzu varmış da, herkes oradan besleniyormuş gibi. Müziğe, moda olanın sattığı ticari bir sektör olarak baktığınızda, bunu bir yere kadar anlamak ve hatta kabullenmek de mümkün. Ama genelgeçerin içindeyken bile kendin gibi olmak da imkânsız değil; örnekleri çok.
Bakınız Serkan Seki’nin geçtiğimiz günlerde Seyhan Müzik etiketiyle yayımlanan yeni şarkısına… Pop kulvarında ama başka bir şey söylüyor. Hem sözleri, hem de melodik yapısı, kurgusuyla… Elbette aşktan, ayrılıktan, acıdan, ikili ilişkilerden söz etmeyen, başka bir şeyler anlatırken, üstelik de bunu bildik üç akor üzerinden yürütmeyen şarkıların işi zordur her zaman. Serkan Seki de bunu deniyor. Yani işi zor… Ama “Bu şarkı Serkan Seki’nin” diyebilirsiniz rahatlıkla ve bu da hiç az şey değil.
Serkan Seki bu şarkıyı, ablası Deniz Seki’nin uğradığı haksızlık ve o süreç yaşanırken çevresinde gördüğü, duyduğu, şahit olduğu şeyler üzerinden yazmış ama şarkı elbette o meseleye özel bir şarkı değil. İnsan olarak hayatta var olma maceramızda her birimizin bir şekilde yaşadığı şeyler var şarkının sözlerinde. Zaten klip de bunun altını çizen bir atmosfer taşıyor.
Şarkının radyo ve televizyonların “uptempo” isteğine karşılık vermek için yapıldığı çok belli İskender Paydaş düzenlemesinden ziyade, teklide yer alan diğer versiyonunu, Eylem Pelit düzenlemesine kulak kabartmak lazım. Orada bir “ince işçilik” var çünkü.
(8 Eylül 2015 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Ziynet Sali gibi adını ve rüştünü ispat etmiş bir şarkıcının, Sıla gibi baskın karakteristiği olan bir şarkı yazarı ve şarkıcının müzik direktörlüğünde bir albüm yapmaya kalkışmasının neresinden baksanız haber değeri var. Bizim popüler müzik kara sularında özellikle son yıllarda pek sık rastlanmıyor böyle şeylere. Her şeyden önce egolar müsaade etmiyor. Bir yandan da riskli bir durum neresinden baksanız…
Ziynet Sali geçtiğimiz günlerde DMC etiketiyle yayımlanan yeni albümü “No 6” ile bu riski göz almış. Daha önce tekli formatında yayımlanan “Bugün Adım Leyla”nın dışında 10 yeni şarkı var albümde ve bu şarkılardan sekizinde şu veya bu şekilde Sıla’nın parmağı var.
Böylesi dayanışmaları yabana atacak, hafife alacak lüksümüz yok. Özellikle de popun kısır döngüsü içerisinde hep beraber debeleniyor iken. Bu da bir gerçek ama bu sebep, albümü baş tacı etmek için yeterli olmayabilir. Her şeyden önce ortaya çıkan sonuç müzikal açıdan gayet tatmin edici olsa da, fazladan bir sürpriz, beklenmedik bir farklılık taşımıyor. Yani ne Sıla, Ziynet Sali için özel bir şey yapmış, ne de Ziynet Sali, bu şarkıları Sıla söylese duyacağımızdan daha farklı bir şey sunuyor. Ortada buluşmuşlar sadece.
Albümün açık ara en iyi şarkısı ise enteresan bir biçimde, bir Sıla şarkısı değil. Sıralamada sondan bir önceye konulmuş olmasına karşın söz ve müziği Mete Özgencil’e, düzenlemesi Devrim Karaoğu’na ait “Adeta Müebbet”, ilk dinleyişte etki uyandırıyor. Özgencil’in şarkı yazarı olarak çok ihtişamlı geçirdiği 1994-2006 yılları arasındaki döneminden çıkıp gelmiş gibi duran, sağlam bir müzikal yapısı ve vurucu melodisi, sözleri olan, birinci sınıf bir şarkı “Adeta Müebbet”. Ziynet Sali de şarkıcı olarak elinden geldiğince yetmeye çalışmış ama doğrusu ben bu şarkıyı Candan Erçetin ya da Hande Yener’den dinlemek için can atabilirdim.
Her kelimesi, her notasıyla bir Sıla – Efe Bahadır şarkısı olduğunu ilk dinleyişte açık eden “Belli”, sözleri Sıla’ya, bestesi ve düzenlemesi Fatih Ahıskalı’ya ait “Çeyrek Gönül”, albümün öne çıkan şarkıları arasında. Albümün açılışında yer alan, söz ve müziği Sıla’ya, düzenlemesi Ozan Doğulu’ya ait olan” Dağınık Yatak” da hiç fena değil. Buna karşın, “Dağınık Yatak” denince benim aklıma Murathan Mungan, onun senaryosunu yazdığı aynı adlı film ve o filmde kullanılan şiirin Selim Atakan tarafından bestelenip Nükhet Duru tarafından seslendirilmiş şarkısı geliyor ki bu şarkının onunla isim benzerliği dışında bir ilgisi yok. Ancak buna “isim benzerliği” demek de iyimserlik olur sanki.
Albümdeki bir diğer Mete Özgencil şarkısı olan “Diken”, belli ki biraz da albümün genel havasına uygun olsun diye fazlaca sakin bir Devrim Karaoğlu düzenlemesiyle albüme girmiş. Oysa daha iddialı, Latin havası daha ön planda bir düzenleme ile kıvrak bir yaz “hit”i olabilirmiş bu şarkı. Onun yerine yaz “hit”i olması planlanan ve albümün çıkış şarkısı olarak seçilen “Mevsimsizim” ise İskender Paydaş imzalı ve eğlenceli “ska” düzenlemesine rağmen kolay dile dolanacak bir şarkı değil. Bir Yunan şarkısından Sıla tarafından Türkçeye adapte edilen “Mevsimsizim”, kalabalık söz öbeği nedeniyle dinleyeni yoruyor.
Yine Sıla tarafından Türkçeleştirilen bir diğer Yunan şarkısı ise düzenlemesini Ozan Doğulu’nun yaptığı “Başrol”. Her kıvrak melodili, halay ritimli Yunan şarkısının Türk dinleyicisinin kulağını yakalayabildiğini düşünmek hata olur. Bu şarkının da özellikle nakarat kısmındaki ritim yürüyüşü, “Ah ki ne ah” bölümleri bizim kulağımıza ters, tabiri caizse “fazla Yunan”. Albümdeki en eğlenceli şarkılardan biri gibi gözükse de, ben fazla şans vermiyorum “Başrol”e.
Çok tipik bir başka Sıla şarkısı olan ve Efe Bahadır tarafından düzenlenen “Bi’ Büyük Devirdik”, Vur Kadehi Ustam” ve “Saki”nin devamı niyetine dinlenebilir rahatlıkla. Yine içkili bir ortam (açıkça söylenmese de muhtemelen bir rakı sofrası), yine bir efkârlanma, demlenme hâli. Sözü geçen şarkıları beğenenler bunu da beğenir/beğenmiştir muhakkak da Sıla’nın içki masasında “bi’ büyük” devireceğine inanmak ne kadar kolaysa, Ziynet Sali’nin aynı şeyi yapabileceğine inanmak bir o kadar zor. En azından bence öyle…
“Bi’ Büyük Devirdik”le aynı minvalden ilerleyen “Kırk Yılda Bir” ise oryantal/arabesk yürüyüşüyle kolay sevilebilir. Bu şarkıda da Sıla’nın o tanıdık melodi ve söz kurguları o kadar baskın ki, ister istemez Ziynet Sali’nin sesini yadırgıyorsunuz dinlerken.
Sözleri Sıla’ya, bestesi Sıla ve Efe Bahadır’a, düzenlemesi İskender Paydaş’a ait “Geldim Oyununa” ise bir kliple desteklendiğinde güncel pop içerisinde kendini kolay gösterecek, bunun için gerekli bütün hilelerin kullanıldığı bir şarkı olarak albümün ticari kozlarından biri.
Sözün özü, Sıla kokusunun etkin olarak hissedildiği, buna karşın Ziynet Sali kariyeri için yeni bir dönüm noktası olabilecek, sadece bu nedenle bile amacını yerine getirecek, e biraz da kafaya kafaya vurmayan pop şarkıları dinlemek isteyenleri memnun edecek, Sıla şarkılarını ya da Ziynet Sali sevenleri ise mest edecek, dikkate değer bir albüm “No 6”.
Son olarak… Mete Özgencil ve Fatih Kocatürk’ün kapak ve kartonet tasarımına diyecek yok ama keşke Ergin Turunç’un çektiği fotoğraflar biraz daha az Photoshop’lu olsaymış. Özellikle de kitapçığın arka kapağındaki fotoğraf.
Emre Atabay, İstanbul’da Pera Güzel Sanatlar lisesinin müzik bölümünden mezun olduktan sonra 2004-2008 yılları arasında Amerika’da Berklee Müzik Okulunda “Music Synthesis” eğitimi almış. Amerika'da 10 sene yaşmış ve kurduğu grubuyla albüm çıkarıp, reklam müzikleri yapmış, bir yandan da sahne tecrübesini arttırmış.
Biyografisinde, onun çok sayıda enstrüman çaldığı ve müzikle prodüktörlük düzeyinde de ilgilendiği, çalışmalar yaptığı da yazıyor. Nitekim geçtiğimiz günlerde DMC etiketiyle yayımlanan ilk teklisindeki “Yok Sana” adlı şarkının söz ve müziği yazmakla kalmamış, düzenlemesini de İskender Paydaş ile birlikte yapmış Emre Atabay.
Bütün bunları bilmiyor olsanız bile, şarkıyı dinlediğiniz zaman “farklı” bir müzisyenler karşı karşıya olduğunuzu fark ediyorsunuz zaten. Hani moda tabiriyle “bizim kafalar” değil “bu kafalar”. Eski tabirle “Avrupai” bir şarkı “Yok Sana”.
Önce alternatifin arasından ana akıma sızan isimlerle başlayan, pop kulvarında ise Edis’le ateşlenen yeni nesil erkek şarkıcı/müzisyen döneminin işaretçilerinden biri de Emre Atabay olabilir. Bu bir tek şarkısı bu ihtimali parlatıyor. Takibe alınmalı.
Bazı seslerle gönül bağınız hiç kopmaz. Bir kere dinlemiş, sevmiş, sonra yıllar boyu sevmeye devam etmişsinizdir. Her söylediği şarkı dokunmaz belki kalbinize, her albümünü baş tacı etmezsiniz ama o vakit de döndürür döndürür eskilerini dinler, bıkmazsınız. Nilüfer öyledir. Yani en azından benim için.
(12 Mayıs 2015 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Gazeteci Elif Key, albüm kartoneti için kaleme aldığı yazıyı şu cümleyle bitirmiş: “Çiğdem Erken dinlendiği gün üzülmez kimse!” Çiğdem Erken dinlemeye başladığımdan bu yana içimden geçirip de kurmayı akıl edemediğim bir cümleyi kurmuş Key, kıskanmadım dersem yalan olur. Bilenler bilir, PEK öyle neşeli, eğlenceli şarkılar yazmaz Çiğdem Erken; çok ender yazar ya da. Ama şarkılarından geçen bütün o hüznün, melankolinin, her nasılsa insanı kahretmeyen, asap bozmayan bir tarafı vardır. Üzmeyen hüzün olur mu? Oluyor işte!
Çiğdem Erken’in üçüncü albümü “Manita”, geçtiğimiz günlerde Sony Müzik etiketiyle raflarda yerini aldı. Müzik kariyeri çok daha eskiye dayanan Erken’in 2011 yılından bu yana süregelen albüm macerasında çıktığı bu üçüncü basamak henüz ama aynı zamanda ciddi bir dönemeç aslında. Zira ilk iki albümü yayımlayan Ada Müzik’ten ayrılıp Sony Müzik’e transfer olan Çiğdem Erken, albümün müzikal altyapısını da İskender Paydaş’a emanet etmiş bu defa.
Müziği akademik düzeyde biliyor olmanın, uzun yıllardır şarkı yazıyor olmanın, tiyatro oyunlarına yazdığı şarkılar, yaptığı müziklerle ciddi bir dramatik kurgu tecrübesi edinmiş olmanın avantajlarıyla donanmış bir müzisyen olarak Çiğdem Erken, başından beri avantajlıydı belki ama aslında tüm bunlar bir avantaj olduğu kadar dezavantaj da olabilirdi. Çünkü işin formülasyonuna bu kadar hâkimken, doğal, naif, içten olmak ve bunu dinleyene hissettirmek hiç kolay değildir. Oysa Çiğdem Erken şarkılarını en çok bunun için sevdik biz; doğal, naif, içten ve de iddiasız oldukları için…
Nitekim bu albüm de böylesi şarkılarla dolu. 10 şarkı var “Manita”da (yeri gelmişken, Erken şarkılarındaki hafif çapkın, çok dişi, güldürme kaygısı taşımadan esprili olabilen o tavra ancak bu kadar uygun bir isim bulunabilirdi, onu da söyleyeyim.) Şarkılardan biri tanıdık. Daha önce Zuhal Olcay’ın da seslendirdiği Vedat Sakman şarkısı “Yani Yani”. Bu bir sürpriz çünkü Çiğdem Erken albümlerinden “cover” çok sık gördüğümüz bir şey değil. Albümde bir de tiyatro oyunu şarkısı var: Çiğdem Erken’inZengin Mutfağı adlı oyun için bestelediği, sözlerini ise oyunun yazarı Vasıf Öngören’in kızı Aslı Öngören’in yazdığı “Dünyayı Durduran Şarkı”. Bu şarkıda Çiğdem Erken’e Halil Sezai eşlik ediyor. Bu da bir başka sürpriz ki bence albümün en dikkat çekici, etkili şarkılarından biri aynı zamanda… Çiğdem Erken ve Halil Sezai’nin birbirinden dağlar kadar farklı şarkı söyleme biçimlerinin yarattığı tezat, bu umut dolu, sloganı güçlü şarkıya müthiş bir albeni kazandırmış.
“Bugün doğdun, ismin Ozan” diye başlayan “Cesaretinden Bir Can Kazan”, Çiğdem Erken’in yeğeni Ozan için yazdığı bir şarkı. Çiğdem’in ablası Sedef Erken’in, oğlu Ozan’ın nezdinde ülkedeki tüm down sendromlu çocuklar için yıllardır verdiği mücadeleyi bilmeyenler mutlaka araştırıp okumalı. Çünkü bu şarkının anlam ve değeri o vakit çok daha iyi anlaşılacak, yerini bulacaktır.
“Saçlarımı Yaptırdım” ve “Gümüşlük’te” (ekini ayırarak yazıyoruz evet; kartonetteki gibi değil), Erken’in kendi hayatından anları, yaşanmışlıkları şarkı formuna döküyor. Eminim ki Bodrum’a gitmezden önce bir gün saçlarını yaptırmışlığı vardır hakikaten Çiğdem’in. Ya da Gümüşlük’te bir gece sedirde uyuyakalmışlığı. Şarkılarındaki bu detayları seviyorum ben; samimiyetini en çok buralarda buluyorum. Albümdeki diğer şarkılarda ise daha genel geçer ifadelerle anlatılmış yaşanmışlıklar var. Bu defa çoğunlukla öyle... Bu öyle mi denk geldi, yoksa şarkılar seçilirken buna özellikle dikkat mi edildi, bilmiyorum. Ancak önceki albümlerinde Çiğdem’in daha fazla detay verdiği bir gerçekti.
“Öyledir Geçer Zaman” ve “Bir Kadeh Akşam Rakısı” albümün açılışını yapan iki güçlü şarkı. “Düşkünüm”, “Hangi” ve “Kelebek” ise albümün “üzmeden hüzünlendiren” diğer şarkıları.
Bu albümü temelden farklı kılan en önemli unsur, İskender Paydaş düzenlemeleri hiç kuşkusuz… Paydaş gibi neredeyse tamamen ana akıma yönelik işler yapan bir müzisyenin, işin ticari matematiğini bir kenara koyarak, sadece müzisyen ruhu ile kolları sıvaması kolay değil. Sık rastladığımız bir şey de değil. Açıkçası ben, haberi ilk duyduğumda ortaya çıkacak sonuç ile ilgili şüpheler taşıyordum ama neyse ki Paydaş’ın Çiğdem Erken müziğine ziyadesiyle katkısı olmuş; zararı değil. Armonizasyonu daha iyi, kulağı daha fazla dolduran düzenlemeler, kayıt kalitesi ve miksaj bakımından da, tatmin edici seviyenin üzerinde kayıtlarla albüm, önceki Çiğdem Erken albümlerine kıyasla çok daha profesyonel tınlıyor. Buna Erken’in şarkıcılık performansı da dâhil.
Dilan Bozyel’in fotoğrafları ve Melek Boçoğlu’nun grafik tasarımıyla ete kemiğe bürünen “Manita”, mutlaka dinlenilmesi, es geçilmemesi gerekenler arasında. “İyi müzik” burada çünkü.
Doğru bir albüm yanlış bir strateji ile nasıl heba edilirin dersi olarak içinde bulunduğumuz dönemde Atiye’nin “Soygun Var” albümünü örnek verebiliriz. “Soygun Var” gibi etkili bir şarkının ardından, albümün en zayıf ve en manasız şarkısı “Ya Habibi”ye klip çekmenin tartışılır bir yanı yok. Bu saatten sonra o albüm yeniden gündeme gelir mi bilemem ama Atiye bu kez albüm dışı bir işle, bir İskender Paydaş ortaklığı ile çıkıyor karşımıza. Sözleri Murat Güneş’e, bestesi ve düzenlemesi İskender Paydaş’a ait “Yetmez” adlı şarkının teklisi geçtiğimiz günlerde Pasaj Müzik etiketiyle dijital platformlarda satışa sunuldu.
Hem Paydaş, hem de Atiye açısından ters köşe bir iş bu. Zira İskender Paydaş’ın son dönemde kendi adını koyduğu projeler daha ziyade elektronik dans müziği odaklıydı ve nicedir ondan beklenen de yine bu odak çevresinde dolanacak “Zamansız Şarkılar 2” albümü idi. Oysa bu teklide yer alan şarkı Paydaş’ın “rocker” tarafından ilham almış gibi duruyor. Hatta siyah beyaz klipte, şarkıcının bir basamak yükseğinde duran davul setinin başındaki Paydaş, bana Mirkelam’ın “Her Gece” klibindeki genç Paydaş’a gönderme yapıyormuş gibi bile geldi. Yanı sıra bu şarkı Atiye’den duymaya alışageldiğimiz şarkılardan da değil. İki ismi birada gördüğünüzde az çok duyacağınızı tahmin ettiğiniz şeyi duymuyorsunuz velhasıl. Farklı bir şey duyuyorsunuz ki bu tek başına iyi bir şey.
Etkili sözleri ve bestesiyle iyi bir şarkı “Yetmez”. Ticari şansı ne olur, onu kestiremiyorum ama arada böyle farklı şeyler duymak istiyor bu kulaklar.
Bir cümle de kapak tasarımı için: Tamam teklilerin kapak tasarımları pek önemsenmiyor, çalakalem yapılıyor ama bu kadar Photoshop’u ben bile yapabiliyorum artık. Her ikiliden Murat Boz ve Gülşen pozu beklemiyoruz elbette ama bir stüdyoya girip birlikte iki poz vermek bu kadar zor olmasa gerek.
Bu ülkede doksanlı yıllardan geçip de İskender Paydaş’ın Kayahan’ın arkasında akordeon çalarken saçlarını oradan oraya savurmasını unutabilmiş az sayıda insan vardır. Henüz ve hâlâ okullarda saç kontrolü yapılıyor, saçı uzun erkeklere sokakta alaycı Lale Belkıs tebessümleriyle bakılıyor iken İskender Paydaş’ın müzisyenliğinden ziyade saçlarıyla hafızalarımıza yer etmesi boşuna değildi. Doksanlarda yurt sathında muazzam bir yetenek patlaması yaşıyor iken, ayırt ediciliğimizde “umut vaat eden müzisyen” olma halinin tek kriter olmaması gayet doğaldı.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.