(2 Temmuz 2018 tarihinde www.milliyetsanat.com 'da yayımlanmıştır.)
Kuruluşu daha eskiye dayansa da 2006’da kadrosu son halini alan ve 2007’de ilk albümü “Suluşaka”yı piyasaya çıkaran Peyk, 2011’de “İçimdeki İz”i, 2014’de ise o yılın en iyi albümlerinden birini “Teslim Olma”yı yayımlamıştı. 2016 ve 2017’yi teklilerle geçiren Peyk’in yeni albümü “Lay Lay Lom” geçtiğimiz günlerde yayımlandı. Bu albüm de önceki tekliler gibi bağımsız olarak, grubun kendi hesabına dijital platformlarda satışa sunuldu.
Peyk’in başından beri kendi müziğini ürettiğini, bu anlamda memleket “rock” skalası içinde kendine ait farklı bir yerde durduğu bir sır değil. Her şeyden önce cesur şarkılar yazan ve çalan bir grup Peyk. Bu hem şarkı sözleri hem müzikal biçem açısından böyle. Üstüne bir de grubun sektörel ve ticari kaypaklıklara hiç meyletmemiş tarzı ve tavrı da tuzu biberi. Bugüne dek yapılmış üç albüm sayıca çok değil belki ama dördüncü albümü dinlemeye başlamadan şunu söyleyebildim mesela ben kendi adıma: “Nasılsa kötü bir şey yapmamışlardır; gönül rahatlığıyla dinleyebilirim.” Nitekim dinleyince yanılmadığımı da gördüm.
Bakmayın siz albüm adının “Lay Lay Lom” olduğuna; albümle aynı adı taşıyan bu ilk şarkıda “korkudan gözünü kapayan ve bu pis pastadan payını alan birileri”nden bahsediyor Peyk. Bu “reggae” formundaki şarkının bir yerlerinde Fuat giriyor sonra devreye ve derken “Lay Lay Lom”a teslim hayatlarımızı tefe koyuyor şarkı. “Sansürsüz” sözleriyle “Koy G…” yi ise doğrudan doğruya müzik piyasasının mevcut haline yazdığını saklamıyor grup.
Tokat gibi yaylı partisyonlarıyla “Sabret” albüme doğudan bir ses verirken, bestesi Spiros Peristeris’ye ait olan “To Minore Tis Avgis” adlı rebetikonun Türkçe adaptasyonu “Uyan” Ege kıyılarından rüzgâr estiriyor. “Denizdeyim” sözü, müziği ve düzenlemesiyle “retro” denebilecek bir şarkı iken, albümün tek İngilizce sözlü şarkısı “Nobody” basbayağı ‘60’lardan çıkıp gelmiş gibi tınlıyor. Başından beri grubun temel izleklerinden beri olan “blues”un bu albümde ağırlığını koyduğu şarkı ise albümün sonunda karşımıza çıkıyor: “Adın Batsın Süpermen”.
Albümde sadece yedi şarkı var, evet ama her biri kendi dinamiğini, kendi iklimini yaratmış ve yaşatmış bu yedi şarkı yetiyor 2018 model Peyk müziğinin tadına varmaya. Önceki albümlere göre daha net, daha kes(k)in tavırlı, daha olgun ve hatta doygun bir Peyk var karşımızda. Birgün gazetesi için Burak Abatay’a verdikleri röportajda “4 albüm yeter gibi geliyor,” demeleri boşuna değil belki de.
Kendi müziğinin peşinde koşan ya da koşmaya çalışırken yoldaki klişelere ayakları dolanan nice genç grubun Peyk’ten öğreneceği, ilham alacağı çok şey var. “Rock” ve alternatif düzleminde benzer işlerden sıkılan dinleyicinin de kulağını temizleyecek çok şey. “Lay Lay Lom”u mutlaka dinleyin.
(18 Haziran 2018 tarihinde www.milliyetsanat.com 'da yayımlanmıştır.)
Mavi’nin albüm kariyeri 2011 yılında çıkan mini albümü “30” ile başlamıştı. Toplamda iki mini albüm, bir albüm ve iki de tekli yayımlayarak popüler müziğin içinde kendine ait bir yer edinen Mavi, 2017 yılında “Saz Söz Mavi” projesinin ilk teklisiyle dinleyici karşısına çıktı.
Pasaj Müzik daha önce “Tuna Kiremitçi ve Arkadaşları” projesini de benzer bir biçimde servis etmişti. Düzenli aralıklarla yayımlanan tekliler, sonunda bir albüme dönüşecekti. Nitekim öyle de oldu. Mavi’nin “Saz Söz Mavi” albümü geçtiğimiz günlerde Pasaj Müzik etiketiyle satışa sunuldu.
Dokuz şarkı ve bir farklı versiyondan oluşan albümdeki tüm şarkıların söz ve müzikleri Mavi tarafından yazılmış. Albümün müzik direktörlüğünü üstlenen Caner Karamukluoğlu ise aynı zamanda bütün düzenlemelere imza atmış.
Albümün sekiz şarkısı daha önce tekli olarak yayımlanmış, video klip olarak da servis edilmişti zaten. Geriye kalan iki şarkıdan birini ilk defa dinliyoruz: “Kayık Tabaklar”. Bir diğeri ise yine daha önce yayımlanmış şarkılardan birinin, “Kaçak”ın akustik versiyonu.
Mavi’yle röportaj yapmak için bir araya geldiğimizde henüz projenin ortasında bir yerlerdeydi. Bununla birlikte “Gidersen”le başlayan serinin her şarkısı ilgi görmüş, dikkat çekmiş, ona bir ivme kazandırmıştı. “İyi müzik yapmaya özeniyorum,” diyordu Mavi. Zaten popun çok içinde değildi başından beri ama zaman zaman içine doğru itilmişti istemeden, niyet etmeden de olsa. Ama artık kendi çizgisinde yürümek istiyordu ve o yüzden bu proje onun için önemliydi.
Hakikaten de bir yıla yayılan bir sürede yayımlanan bu albüm Mavi’nin artık ne istediğine kesin karar verdiğini, yolunu çizdiğini gösterir gibi. Kendi hikâyelerini anlatan, kendi iç ritmini, dilini ve üslubunu yakalamış, bir bütünün içinde farklı tatlar barındıran şarkılar, akustik bir “sound” ve öncesine kıyasla çok daha kendinden emin, demini bulmuş bir şarkıcı.
Mavi’nin şarkılarını bugüne dek dinlemediyseniz albümde “Silmesinler İzlerimi”, “Gidersen” ve Sattas’ın solisti Orçun Sünear’ın Mavi’ye eşlik ettiği “Masa Etrafında”yı öncelikle tavsiye ederim. Kişisel favorimi soracak olursanız, bana Leman Sam – Zuhal Olcay hattındaki o şahane şarkıların tadını duyumsatan “Kayık Tabaklar”ı ayrı yere koyar, hatta baş tacı ederim.
Şayet Mavi’nin şarkılarını tek tek dinlemiş ve sevmişseniz de bu albümü edinip arşivlemek işten bile değil. Çünkü başından sonuna dinlemenin yormadığı, sıkmadığı, huzurlu bir albüm “Saz Söz Mavi”.
Grafik tasarımı Göktuğ Güngör tarafından yapılan albüm kapak ve kartonetinde Gökhan Özdemir, Serhat Tekin, Ufuk Eral, Said Dağdeviren ve İdil Dizdar’ın çektiği fotoğraflar kullanılmış. Siyah beyaz tonlarının arasına serpiştirilmiş açık mavi renk, eğlenceli çizimler ve fontlarla kapak ve kartonet tasarımı hem ciddi hem esprili hem hüzünlü hem mutlu bir albümün izlerini sürüyor.
Gösterişsiz ve hatta iddiasız ama bir o kadar da kişilikli, incelikli, eli yüzü düzgün, derli toplu, tertemiz bir albüm hediye ediyor bize Mavi. Çok sık böyle hediyeler almadığımız düşünülürse, bağrımıza basmak boynumuzun borcu.
2003 yılında Eskişehir’de kurulan Piiz on beşinci yılını bir tekliyle kutluyor. Emir Yaşar, Doğa Usta, Ahmet Çilingir, Muzaffer Doğan ve Mehmet Dudarık’tan kurulu Piiz’in yeni teklisi “Zehir”, geçtiğimiz günlerde Arpej Müzik etiketiyle yayımlandı.
On beş yıllık bir grup olsa da henüz sadece iki albüm ve bir tekli yayımlamış, buna karşın sürekli sahnede olan, elemanlarının sadece müzikle hayatlarını geçindirdikleri bir grup Piiz. Grubun ilk kadrosu zaman içerisinde değişirken, müzikleri de bu değişimden nasibini almış. İlk albümde daha sert bir “sound” hakimken, 2016 yılında yayımlanan ikinci albümde daha melodik ve pop-“rock” çizgide şarkılar vardı. Nitekim bu yeni şarkı “Zehir” de o çizgide.
Piiz daha önceki kliplerinde de izlediği yoldan devam ederek, grup elemanlarının görünmediği, oyuncuların rol aldığı, kısa film tadında dramatik bir kliple servis etmiş “Zehir”i. Şarkı zaten dramatik; klip bu etkiyi ikiye katlayacak türden.
Türkçe pop-“rock” kategorisinde alaturka esintili melodik ve hüzünlü şarkıları seviyorsanız bu şarkıyı sevmemeniz için bir neden yok. Zira Piiz işini iyi yapan gruplardan.
(4 Haziran 2018 tarihinde www.milliyetsanat.com 'da yayımlanmıştır.)
Bakmayın siz adının “Hayalet” olduğuna, uzun zamandır bu kadar iç açıcı, ferah bir pop şarkısı dinlememiştim. Bizim buralarda pop müzik dediğimiz şey fazla mı arabeske bulaştı nedir, pek eğlendirmez oldu eskisi gibi.
Söz ve müziği Ozan Güneysu, düzenlemesi Selim Öztürk imzası taşıyan “Hayalet”, Özgün’ün Avrupa Müzik etiketiyle yayımlanan yeni şarkısı. Akdenizli bir şarkı “Hayalet”. Püfür püfür yaz esintili, güneşli, aydınlık bir şarkı. İçinde ‘70’lerde var, ‘90’larda… Özgün’ün süregelen tutarlı ve kendinden emin çizgisine cuk oturmuş. Ben çok sevdim.
(4 Haziran 2018 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Ta 2015’de Serkan Ferat’ın “Manzara” adlı şarkısının “demo” versiyonunu dinlemiş ve “mutlaka dinlemelisiniz” diye yazmıştım. Geçtiğimiz günlerde bu şahane şarkı nihayet resmi bir tekli olarak yayımlandı. Kreş grubunun solisti idi Serkan Ferat ve grup iki albüm yayımladıktan sonra dağılmıştı. O zamandan bu zamana Serkan yoluna tek başına devam ediyor. Hem YouTube’da hem de sahnede sürdürdüğü “Birebir” projesi, “Bir Otel Odası Günlüğü” üçlemesi gibi bireysel ve bağımsız çalışmalarla kendi kitlesini yaratan Ferat, söz, müzik ve düzenlemesi kendisine ait olan “Manzara”yı da dijital platformlarda kendi hesabına yayımlamış.
Bu yolu tercih eden ve sektörün kartellerine bir anlamda meydan okuyan müzisyenler giderek çoğalıyor. Müziğin özgürleşmesi adına sevindirici bu gelişme ne yazık ki bugünün şartlarında henüz yeterince işlerlik kazanmış değil. “Manzara” ilk duyduğumdan bu yana çok sevdiğim, bu profesyonel kaydına da bayıldığım, gerçekten iyi bir şarkı ama Serkan Ferat’ın kendi YouTube kanalından servis ettiği klip ana akım bir video müzik kanalındaki en çer çöp şarkıdan bile daha az sayıda tık almış. Varsın olsun, siz tık sayısına filan takılmayın; “Manzara”yı mutlaka dinleyin. Emin olsun, seveceksiniz.
Kendi kuşağının en iyi şarkıcılarından biri Tuğba Yurt. Bulunduğu yere gelebilmek için epeyce yol kat etti, adım adım ilerledi. Bir önceki teklisi “İnceden İnceden” epeyce ses getirmişti. Yeni teklisi “Yine Sev Yine” de benzer bir formülle kotarılmış. DMC etiketiyle yayımlanan şarkının sözleri Melda Gürbey'e, müziği Serkan Balkan'a ait, düzenleme ise Erdem Kınay tarafından yapılmış.
Piyasanın ve günün pop dinleyicisinin sevdiği türden şarkılar bunlar. Kurgusu, melodik yapısı filan çok bildik, çok hesaplı kitaplı. Bu bakımdan tıpkı “İnceden İnceden” gibi “Yine Sev Yine”nin de beni çok heyecanlandırdığını söyleyemem. Buna karşın bu şarkının da belki bir başka şarkıcıda o kadar da dikkat çekmeyebilecekken Tuğba Yurt’un sesi ve şarkıcılığı ile parladığı rahatlıkla söylenebilir. Duygusu, vurgusu, kelimelerin içini dolduruşu ile Tuğba Yurt şarkıyı alıp götürüyor.
Her ne kadar zamanın ruhu popüler müzikte geçerli olanı bu ve benzeri şarkılar kılsa da Tuğba Yurt umarım hazırlamakta olduğu albümde en azından birkaç tane de olsa daha derinlikli ve incelikli şarkıya da yer verir.
(4 Haziran 2018 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.) 2006’dan bu yana iki albüme ve gerek solo gerekse kolektif işlerle çok sayıda tekliye imza atmış Nihan Akın GNL etiketiyle yayımlanan yeni teklisinde söz ve müziği kendisine, düzenlemesi Suat Aydoğan’a ait “Duy Beni” adlı şarkıyla çıktı karşımıza. Müziğin eğitimini alarak işe başlayan, yıllardır sahada da epeyce deneyim edinen Akın, iyi bir ses, iyi bir şarkıcı ama tabii ki tüm bunlar adından söz ettirmek için yeterli olmuyor günümüzde. Nitekim o da oyunu kuralına göre oynamış ve çok ticari bir “yazlık” şarkı yapmış.
Birkaç yerde onun için “dişi Tarkan” benzetmesi yapıldığını okudum. Hangi “PR”cının fikri bilmiyorum ama pek parlak bir fikir olduğu söylenemez. Zira konunun Tarkan’la hiç alakası yok. Kolay dile dolanacak, radyolar filan çok sevecek bu şarkıyı, Nihan Akın’ın daha fazla tanınmasına katkı da sağlayacak muhakkak. Ancak bu kadar “kim söylese yürüyecek” bir şarkıyı Nihan Akın söylediği için farklı kılacak bir şey eksik. Onun ne olduğunu çözemedim. Ama en azından onun kendi kuşağındaki diğer isimlerden farklı bir şekilde akılda kalmasını sağlayacak farklı bir imaj bile hiç yoktan işe yarardı sanki. HAZİRAN 2018
(4 Haziran 2018 tarihinde www.milliyetsanat.com 'da yayımlanmıştır.) Yetenekli Şeşen ailesinin bir ferdi daha müzik dünyasında görünür oldu. İlhan Şeşen’in oğlu Fuat Şeşen’in ilk albümü “Bana Yeter”, geçtiğimiz günlerde Garaj Müzik etiketiyle yayımlandı.
Boşuna “yetenekli Şeşen ailesi” yazmadım. Grup Gündoğarken olarak tanıdığımız amca ve yeğenlerin çocukları Melis Şeşen, Selen Şeşen, Selin Şeşen, Dilhan Şeşen ve de ilk albümüyle bugünlerde karşımıza çıkan Fuat Şeşen, Şeşen soyadının genç kuşağı olarak yıllardır şu veya bu şekilde müziğin içindeler. Ve maalesef genç yaşta kaybettiğimiz Serhan Şeşen de öyleydi.
1979 doğumlu Fuat Şeşen Fenerbahçe Spor Kulübü’nde ve Milli Takım’da kürek çekmiş, bir dönem dalış eğitmenliği de yapmış. Üniversitede mütercim-tercümanlık eğitimi alan Şeşen, lisans ve yüksek lisans sonrası çevirmenlik yaparken bir yandan da müzikle ilgilenmeye devam etmiş. 2013 yılı Altın Güvercin şarkı yarışmasında söz ve müziği babasına ait bir şarkıyla finalde yarışmış.
Erman Aksoylu’nun prodüktörlüğünü üstlendiği albümde yer alan 10 şarkının da söz ve müzikleri Fuat Şeşen’e ait. Şeşen ayrıca düzenlemelere de Yuriy Ryadchenko ile birlikte imza atmış. Küçük bir ekiple kotarılmış butik bir albüm bu.
Fuat Şeşen’in şarkılarında, şarkı sözleri ve melodik yapılarda, şarkı söyleme biçimi ve vurgularında doğal olarak İlhan Şeşen izleri var ve bu izler “Ne Olur Gel”, “Aşk Zırdeliymiş” gibi kimi şarkılarda çok belirgin. Bununla birlikte şayet illa benzetmek gerekirse Fuat Şeşen’in tarzının amcadan çok yeğenlerin, Gökhan ve Burhan Şeşen’in tarzına yakın olduğu söylenebilir. Ve fakat bu albümde en çok düzenlemeler Fuat Şeşen müziğini başka bir yere taşıyor. O kadar Akdenizli değil her şeyden önce. Gitar kullanımı çok farklı. Hatta yer yer “rock” tınıları da var.
Olgun melodiler, olgun şarkı sözleri ve iyi düzenlemelerle bir ilk albümün olası hatalarını barındırmayan bu albümün en zayıf halkası Fuat Şeşen’in şarkıcılığı belki de. O da tıpkı babası gibi özellikle pes seslerde ya detone oluyor ya da kıyısından dönüyor. Fakat kendi şarkılarını yazan, çalan, kendi hikâyelerini anlatan ve şarkıcılık iddiasını bu sınırlar içinde tutmuş bir müzisyen için göz ardı edilemeyecek kadar büyük kusur değil bu.
Yağmur Kızılok tarafından çekilen fotoğraflar ve Berkcan Okar’ın grafik tasarımıyla albüm kapak ve kartoneti siyah rengin fon olarak seçildiği biraz içe kapanık ve karanlık bir ruh halini imgelese de albümdeki şarkılar öyle değil. Başından sonuna sıkılmadan, şarkı atlamaya gerek görmeden, her bir şarkısında başka bir hikâyenin içine girerek dinlenebilecek, ferah ve umut veren bir albüm “Bana Yeter”. Aynı adlı şarkının video klibinde genç adamın evinin karşısındaki balkonda “kestiği” ve uğruna şarkı yazdığı kızın aslında bir sevgilisi olduğunu gördüğü ve şaşkınlığının bir gülümsemeye dönüştüğü o an, tek başına bu albümün özeti olabilir belki.
(22 Mayıs 2018 tarihinde www.milliyetsanat.com 'da yayımlanmıştır.) İlk albümü “Küçük Şarkı Evreni” 2006 yılında yayımlanmıştı. Farklı ses tınısı ve kendi yazdığı şarkılarla dikkatleri üzerine çeken Aydilge 12 yıldır müzikte adından söz ettiriyor. Aydilge’nin yeni albümü “Kendi Yoluma Gidiyorum”, geçtiğimiz günlerde Dokuz Sekiz Müzik etiketiyle piyasaya çıktı.
Albümde 11 şarkı var. Albümün habercisi olarak birkaç ay önce yayımlanan “Gece Uyku Tutmazsa” dışındaki bütün şarkıları ilk defa dinliyoruz. Bütün şarkıların söz ve müzikleri Aydilge’ye ait. Düzenlemelerde ise 3 şarkıda Samuray Gökçe, 3 şarkıda Alen Konakoğlu, 2 şarkıda Atakan Ilgazdağ, 2 şarkıda Dorukhan Yaldız ve 1 şarkıda da Bünyas Herek imzaları var. Düzenlemelere imza atanlara ve albümde çalanlara baktığınızda Aydilge’nin kendi müzikal anlayışı içerisinde bir ekip ruhuyla bu albümü kotardığını söylemek mümkün. Farklı aranjörlere rağmen elde edilmiş müzikal bütünlük de bunu doğruluyor.
“Kendi Yoluma Gidiyorum” adlı şarkı albümün adı olduğu kadar içeriğinin de özeti sanki. Başından bu yana kendi stili içerisinde farklı denemelerden kaçınmayan Aydilge, bugüne dek yaptıklarının toplamından damıtmış bu albümü. Şu veya bu modanın, akımın, güncelin derdine düşmemiş. Yer yer eğlenceli, yer yer dokunaklı ama karamsar ve karanlık değil, telaşsız, kaygısız, tutarlı bir albüm bu. Akustik ve “retro” bir “sound”un temel alındığı, kendi yoluna giden bir genç kadının aşka ve hayata bakışını anlattığı şarkı sözleriyle geniş zamanlı duyarlılıklardan dem vurduğu, melodisi zengin şarkılar var bu albümde.
“Kendi Yoluma Gidiyorum”un eğlencesi, bir parça didaktik belki ama bir o kadar da samimi ve gerçekçi sözleri, Dorukhan Yaldız’ın düzenlemesiyle parlayan “Yana Yana”, hemen ardından gelen “Akşam Çöktü Kalbime”, son derece naif bir aşk şarkısı olan “Sonsuz Sevgilim”, “Kusura Bak Bilerek Oldu”daki “surf rock” üstü keman solosu, (sadece geceler ve duvar kelimeleri nedeniyle değil; melodik yapı itibariyle de) Kayahan şarkılarını anımsatan “Gel Sarıl Bana”, adı gibi sade ve duru “Sade Şarkı” ilk dinleyişte dikkati çekenler arasında. Şüphesiz dinledikçe demlenecek, kendini gösterecek başka detaylar, şarkılar da var.
Aydilge’nin bana zaman zaman Japon şarkıcıları anımsatan sesini kullanma biçimi en az şarkıları kadar karakteristik bir özelliği olarak yer etti artık. Bununla birlikte ben onun alışageldiğinin dışında bir biçimde şarkı söylemeyi denemesini de bekleyenlerdenim. Zira şarkı yazarlığı demlendikçe, daha fazla renk ve derinlik kazandıkça, şarkıcı olarak da yerine göre daha agresif, yerine göre daha baskın, hatta bazen daha kendinden emin bir Aydilge duymak istiyor kulak. Bunu da söylemeden geçemeyeceğim.
Kapak fotoğrafı Fethi Karaduman, kartonet fotoğrafları Arda Aytan tarafından çekilen albümün grafik tasarımı ise Lö Designers tarafından yapılmış. Aydınlık ve renkli tasarım albümün içeriğine dair doğru fikir veriyor.
Kolay kolay eskimeyecek, uzun vadede etkisini kaybetmeyecek, belki de Aydilge’nin bir olgunluk dönemi eşiğinde olduğunun habercisi olarak hatırlanacak, tadı tuzu yerinde bir albüm “Kendi Yoluma Gidiyorum”. Bir albüm dolusu yeni şarkı bu zamanda hiç de az şey değil. Hakkını vermek lazım.
(14 Mayıs 2018 tarihinde www.milliyetsanat.com 'da yayımlanmıştır.) Burcu Güneş’in sesini ve şarkıcılığını başından beri sevmiş, ne yapsa dikkat kesilmişimdir yıllardır. Sektör içinde tek tabanca duruşunu ve hiçbir şeyi müziğinin üzerine çıkarmayan tavrını da kıymetli bulurum. Bununla birlikte bir türkü albümü projesi yapmaya niyetlendiğini duyduğumda itiraf edeyim, “Ne gerek var?” diye sormadan edememiştim. Memlekette kıdemini almış her popçu bir alaturka, bir türkü, bir caz albümü yapmaya niyetlenir ya hani; bir nevi rüştünü ispat gibidir bu. Öyle bir heves diye düşünmüş idim. Gelin görün ki bundan aylar evvel Burcu Güneş’le Milliyet Sanat dergisi için röportaj yapmaya oturduğumuzda bana söz konusu albümü dinletmeye başladığı o dakika önyargılı davrandığımı fark ettim ve bunu oracıkta açık yüreklilikle söyledim. “Bu kadarını beklemiyordum,” dedim.
Burcu Güneş’in “Anadolu’nun Güneşi” adı verilmiş türkü albümü geçtiğimiz günlerde DMC etiketiyle piyasaya çıktı. Etiket DMC ama işin prodüksiyon kısmında Kalan Müzik ve Hasan Saltık da var. Şaşırtıcı ve benzeri görülmemiş bir işbirliği bu. Ve fakat böylesi bir proje için bundan daha akıllıca bir işbirliği düşünülemezdi.
Her ne kadar Burcu Güneş’i batı gırtlağı ile şarkı söyleyen bir şarkıcı olarak tanımış olsak da, zaman zaman söylediği kimi şarkılar sayesinde bu toprakların tınısını da verebildiğine, buna yatkın olduğuna şahit olmuşluğumuz vardı. Ne ki bu albümde doğrudan doğruya başka bir Burcu Güneş var. Sesininzaten bildiğimiz gücünü değil “yanık” tarafını ortaya çıkarmış, böylece türkülere yabancı kalmamış, şarkıcılığını yorumculuğa doğru götürmüş bir Burcu Güneş. Bu durum özellikle “Üryan Geldim”, “Ervah-ı Ezelden” gibi türkülerde çok açık ve net bir biçimde kendini gösteriyor.
Albüm bütün bütüne bir gövde gösterisi olarak tasarlanmamış zira öyle olsaydı can sıkıcı olabilirdi. Aksine yukarıda bahsi geçen ve benzeri, gövde gösterisi denilebilecek türkülerin yanı sıra daha hafif, daha ticari türküler (ya da türkü formunda besteler) de var. Güneş’in Selçuk Balcı ile birlikte seslendirdiği “Deniz Üstünde Fener” gibi ya da benim albümde en sevdiklerimden biri olan “Oy Beni Vurun” gibi.
Kurulan bu ince dengenin en büyük tamamlayıcısı ise büyük kısmı Levent Güneş’in elinden çıkan düzenlemeler. Kalan Müzik’in işlerinden ve dizi müziklerinden tanıdığımız Levent Güneş, hem bugünün dinleyicisini yakalamayı hem de otantiği korumayı çok iyi bilen bir aranjör. Albümün açılışında yer alan “Yoh Yoh” tek başına bunu ispat ediyor zaten. Söylemeden geçemeyeceğim, “Üryan Geldim”in Serdar Ayyıldız imzalı düzenlemesi de bu albümün dünya pazarının etnik müzik kulvarında dikkat çekmesinin sebeplerinden biri olabilecek etkide.
Sözün özü, Burcu Güneş için hakikaten bir prestij albümü olmasının ötesinde, dinleyici nezdinde de kabul ve ilgi görecek, ticari başarı da kazanabilecek bir albüm çıkmış ortaya. Röportajda Burcu, albümün çalışmaları sırasında hep bir sorumluluk duygusuyla kendi kendine “Acaba türkülerin hakkını verebildin mi?” diye sorduğunu anlatmıştı. Bu sorunun cevabını kuşkusuz dinleyici verecekti. Nitekim albümün şu ana kadar gördüğü ilgi ve getirdiği ses, Burcu Güneş’in bu işin altından hakkıyla kalkabildiğini gösteriyor. Kaldı ki yazının başında bahsettiğim önyargım bir yana, hakkıyla yapıldığında bu tip prestij albümlerinin çok işe yaradığını da söylemem lazım. Halk müziğinin ya da alaturka müziğin gündemde kalmasına, güncellenmesine ve gelecek kuşaklara aktarılmasına azımsanmayacak bir katkı sağlıyorlar çünkü.
(15 Ekim 2018 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Sena Şener henüz 20 yaşında. 15 yaşında internete yüklemeye başladığı videolar ve ses kayıtlarıyla kendi kitlesini yaratmış, sonrasında Mahmut Orhan’la birlikte kaydettiği “Feel” adlı şarkısıyla tanınırlığını epeyce artırmış.
2016’dan bu yana dört adet tekli yayımlayarak müziğin profesyonel kulvarından ses vermeye başlayan Şener, Tuna Kiremitçi ve Arkadaşları projesinde seslendirdiği şarkı ile de adından söz ettirmişti. Sena Şener’in ilk albümü “İnsan Gelir İnsan Geçer”, geçtiğimiz günlerde Pasaj Müzik etiketiyle yayımlandı.
Her şeyden önce çok enteresan, çok kendine has, farklı, karakteristik ve etkileyici bir sese sahip Sena. Ama hepsi bu değil. Şarkılarını da kendi yazıyor ve hatta düzenliyor. Yaşından beklenmeyecek yetkinlik ve olgunlukta şarkılar bunlar üstelik. Neresinden baksanız “özel” bir yetenekle karşı karşıya olduğumuz su götürmez.
Sena Şener’in albümünde daha önce tekli olarak yayımlanmış dört şarkıyla birlikte toplam on şarkı var. Bunların tamamı onun 15 yaşından bu yana yazdığı şarkılar. Mesela “Çirkin Dünya” yazdığı ilk şarkıymış. Albüm kartonet yazısında hem bu albümün oluşum sürecini bu şarkının başlattığını söylemiş hem de müzik eğitimi olmamasına rağmen şarkılarının düzenlemelerini kendisinin yapmasının hikâyesini anlatmış.
Sena Şener’in müziği, şarkıları ve şarkı söyleme biçimi çokça depresif, içe dönük ve kara bulutlu. Zor olanın mutlu şarkılar yazmak olduğunu ve aslında kolay olanı yaptığını anlatıyor röportajlarında. Dinleyici olarak o bulutların gölgesinde kalmaktan hoşnut olduğunuz sürece Şener’in müthiş sesinden ve kendine has dünyasından payınızı alıyorsunuz. Aksi takdirde işiniz biraz zor olabilir.
Müzikal nitelik bakımından kendi sınırları içerisinde son derece özen ve titizlikle hazırlanmış bir albüm bu. Bir bütün olarak iyi. İçinde farklı coğrafyaların tını ve tatları barındıran melodiler, derinlikli sözler barındıran şarkılar var başından sonuna.
Ve fakat Sena Şener’in bir falsosu var ki bence bütün bu artıların karşısında kocaman bir eksi olarak duruyor. O da çok belirgin ve rahatsız edici diksiyon problemi. Evet, biliyorum son yıllarda ne kadar ağzınızın içinden, çeneniz kapalı ve telaffuzunuz bozuk şarkı söylerseniz o kadar “alternatif” buluyorlar sizi ve o yüzden de kimse buna takılmıyor, hatta bazen “doğallığı bozulmasın” diye özellikle yapılıyor ama elbette işin doğrusu bu değil. En azından olmamalı. Şarkı sözlerini dinleyenlerin net bir biçimde anlaması ve kelimelerin doğru anlamlarını bulabilmesi için şarkı söylerken bir parça amatör ruhtan sıyrılmanın Sena’ya büyük faydası olabilir.
Albüm kapak ve kartoneti Fethi Karaduman tarafından çekilmiş fotoğraf ve Kaan Bağcı tarafından yapılmış illüstrasyonlar ve tasarımla şarkıların ruh halini bütün bütüne yansıtıyor. Kitapçıkta şarkı sözlerinin yanlarına iliştirilmiş ve Sena Şener’in tabiriyle “şarkılara sığdıramadığı” cümleler de CD satın alanlar için “bonus”.
Kendi müziğini yazan, şekillendiren ve söyleyen herkesin ama özellikle de Sena gibi çok genç yaşta bunu yapabilenlerin önünde eğilmek lazım. Bunun bir ilk albüm olduğu düşünülürse, bu yolda Sena’yı epey parlak bir geleceğin beklediği de aşikâr. Söylemişti dersiniz.
(1 Mayıs 2018 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Edis başkaydı; ilk gördüğümüzde anlamıştık. Bunun formüle edilebilir bir izahı yok. Bazıları başkadır. “Şeytan tüyü” derdi eskiler. Öyle bir tılsım, öyle bir hemen fark edilirlik, ayırt edilebilirlik, öyle bir anında etki yaratabilme gücü. “Allah vergisi” de derdi eskiler.
İşte tam da bu yüzden henüz sadece dört tekli yayımlamış Edis’in uzunca bir süredir beklenen ilk albümü önemliydi. Edis başkaydı, evet ama bunu nasıl değerlendirecekti? Ya da değerlendirebilecek miydi?
Edis’in ilk albümü “Ân”, geçtiğimiz günlerde DMC etiketiyle yayımlandı. Albümde 12 şarkı var. Daha önce tekli olarak yayımlanmış “Çok Çok” ve bir Erkin Koray “cover”ı olan “Gün Ola Harman Ola” dışındaki tüm şarkılar sıfır kilometre Edis şarkıları.
Albümün “teaser”ını dinlemek bile Edis’in risk almak pahasına farklı bir şeyler, en azından güncel Türkçe pop müzik içerisinde sıraya sokulamayacak bir şeyler yaptığını anlamama yetti. Albüm çıktı; yanılmadığımı anladım.
Neredeyse her gün yeni bir sürü şarkı çıkıyor, adını ilk kez duyduğumuz bir sürü şarkıcı görüyoruz dijital platformlarda. Ama ne çare. Müzik dinleme alışkanlıklarımızın değişmesi bir taraftan, müziğin pazarlanma şartlarının değişmesi bir taraftan derken oluşan kısır döngünün çarkları hepsini öğütüveriyor. Olmuşlar da olmamışlarla birlikte dijital çöplüğü boyluyor üç beş günde. “Star” konumundakilerin bile etkisi eskisi gibi uzun süreli olamıyor artık. Büyük patlamalar beklemek yersiz bu şartlar altında. Taş üstüne taş koyan, ağır da olsa emin adımlarla ilerleyen sağ çıkacak bu kaostan. Edis bu albümüyle tam da bunu başarıyor.
Bu albümde ilk dinleyişte kafadan “hit” denilebilecek bir şarkı yok. O kadar kolay algılanır, dile pelesenk olur şarkı da yok. Tutun ki yaz başı çıksa, belki de yazlık mekânların “playlist”lerine giremeyebilirdi bu şarkılar. Ama bana güvenin, bu yaz boyu duyacağız biz Edis şarkılarını. O zamana kadar en azından birkaçını sindirmiş olacağız çünkü. Tıpkı “Çok Çok”un uzun vadede bir “hit”e dönüşmesi gibi.
Bir albümü bir tekliden ayıran en önemli şey bir birden fazla boyutunun olması şüphesiz. Bu anlamda Edis’le aslında yeni tanışıyor olduğumuz söylenebilir. Güçlü ve zayıf yanları, vizyonu, derinliği, felsefesi (en azından şimdiki zaman diliminde) nedir ne değildir, bu albümle görüyoruz. Mesela “Gencim, yakışıklıyım; o halde genç kızların gönlünü çelecek yapış yapış romantik ya da şöyle sokak sloganlı bir bıçkın delikanlı şarkısı yaparım, parsayı toplarım,” gibi bir kafada olmadığını teklilerinden az çok anlasak da albümünde bunu net bir şekilde görüyoruz. Yok çünkü öyle bir şarkı.
Onun yerine hemen her biri farklı bir biçimde, neresinden baksanız yirmi otuz yıldır aynı sulardan beslenen Türkçe pop klişelerine göre yenilikçi, özgür denemeler barındıran şarkılar var. Twitter’da bir yorum okumuştum, “Edis’in yaptıklarının dünyada çoktan modası geçti,” diye. Bu ülkede müzik yapanlardan, bu ülkenin şartları içerisinde, dünyada yapılmamışı yapacak, yeni bir moda, akım yaratacak bir müzikal yenilik beklemek hayalperestlik olur. Onu geçiniz. Ama ayakların bu topraklara basmakta iken ellerinle sınırların dışına uzanabiliyorsan, bu bile başarıdır ki Edis bunu yapmış, en azından yapmaya azmetmiş işte.
Albümün en “catchy” şarkılarından biri olan “Roman”, söz ve müziği Edis’e ait, düzenlemesi Ozan Çolakoğlu tarafından yapılmış bir şarkı. Albümü bu şarkı açıyor ve hemen ardından “Çok Çok” geliyor. Dünyada genellikle albümden önce çıkan tekli şarkıları, daha önce yayımlandı diye albümün sonuna konulmaz. Bu bize has bir uygulamadır ve şarkı sıralamasına, albüm bütünlüğüne verdiğimiz (daha doğrusu vermediğimiz) önemin de göstergesidir. Bu yüzden bu albümde bu şarkıyı ikinci sırada görmek hoşuma gitti. Müzikal akışta ve hikâye içerisinde yeri orasıymış ki oraya konmuş diye düşündüm.
“Çok Çok”un peşi sıra gelen “Yalan”, Edis, Alper Narman ve Onurr’un ortak yazdığı bir şarkı. Düzenlemeyi Osman Çetin yapmış. Ardından Yasemin Mori’nin Edis’e eşlik ettiği “Sevişmemiz Olay” geliyor. Her iki şarkı da genç ve ateşli, dinamik şarkılar. Mori’nin Serhat Şensesli ile birlikte yazdığı şarkıyı Şensesli düzenlemiş. Yasemin Mori ile Edis’in ilk kez tanıştıkları güne şahit olmuşluğum var. Radyo Boğaziçi’nin bir ödül töreninde BÜMED’de kulis olarak ayrılmış bölümdeydik. Edis, Yasemin’e hayrandı. Oracıkta kırk yıllık ahbap oldular, kimyaları anında tuttu. Yasemin de başından beri çemberin dışındadır ya hep. Edis’e çok yakışmış yazdığı şarkı bu yüzden.
Albümün bence en iyi şarkılarından biri “Sen Özgür Ol”, Mustafa Ceceli’nin düzenlemesini yaptığı bir Edis bestesi. Edis’i ilk kez yavaş bir şarkıda dinlerken şarkıcılığının farklı bir boyutunu da görmüş oluyoruz.
Tıpkı “Sen Özgür Ol” gibi batılı bir orta tempo şarkı olan “Ân” ile albüm hiç etkisini azaltmadan devam ediyor. “Ân”ın düzenlemesi bir başka vizyonu geniş müzisyenin, Gürsel Çelik’in elinden çıkmış. Söz ve müziği yine Edis’e ait olan “Bana Ne” ise Ozan Bayraşa tarafından düzenlenmiş.
Bazı aranjörler bazen “uçmak” isteseler de şarkıcılar ya da şarkıcıların onlara getirdiği şarkılar fazla yükselmelerine izin vermez. Bunu düşününce “Bana Ne”de de görüldüğü üzere, Edis ve şarkılarının aranjörlere fırsat verdiği söylenebilir. Bu kadar oyuncaklı düzenlemelerin açıklaması bu olsa gerek. (Bu arada, “Bana Ne” ayrı yazılır; kartonetteki gibi bitişik değil.)
Bir başka Edis bestesi “Eyvallah”, Osman Çetin’in düzenlemesiyle albümün sekizinci sırasında. Kolay algılanabilir, çok bildik armonik dizimlerle yazılmış ama düzenlemesinin zenginliği ile sıkmayan bir şarkı “Eyvallah”.
Edis, Alper Narman ve Onurr ortaklığının bir diğer şarkısı “Doldur İçelim” var sırada. Düzenleme Ozan Çolakoğlu tarafından yapılmış. Adından da anlaşılacağı üzere, alaturka temalı bir şarkı bu. Basbayağı oryantal bir düzenleme de yapılabilirdi ama öyle yapılmamış neyse ki. Albümün ticari açıdan iş yapacak şarkılarından biri olduğu söylenebilir kolaylıkla.
“Dur De” benim albümde en sevdiğim şarkıların başında geliyor. Hem melodi gücü de hem Edis’in yerinde yorumu ile ilk dinleyişte kendini gösteren “Dur De”nin söz ve müziği Edis’e, düzenlemesi Gürsel Çelik’e ait.
Sözleri Edis’e, müziği Edis ve Gürsel Çelik’e ait “Köle”nin düzenlemesini de Gürsel Çelik yapmıştı. Akışı kolay, formülü belli bir dans şarkısı “Köle”.
Albümün kapanışında ise Erkin Koray’ın 1996 çıkışlı albümüne adını veren, söz ve müziği de Koray’a ait bir şarkı. Bugüne dek hiç “cover” potasına girmemiş bu şarkıyı Gürsel Çelik’in düzenlemesi ile dinliyoruz. Şarkının bu düzenlemesinin Erkin Koray versiyonundan çok daha iyi olduğu aşikâr. Şarkı da Edis’e beklenmedik bir biçimde çok yakışmış. Bana Edis’in “cover” yapması için bir şarkı sorsalar, ben kırk yıl düşünsem, bu şarkı aklıma gelmezdi mesela.
Çok farklı akımların birbirinin içinden geçtiği düzenlemelerin toplamda bir müzikal bütünlük oluşturduğu, kendi içinde tutarlı, kendi üslubunu ve tavrını yaratmış bir albüm “Ân”. Başta da yazdığım gibi, Edis’i üç boyutlu olarak dinlememizi, tanımamızı sağlıyor her şeyden önce. Şahsen ben uzun uzadıya dinleyip bir iyice tanıdım. Ve tabii yeterince tamamlanmamış yerini de gördüm.
İlk albümler genellikle yıllardır biriktirilmiş şarkılardan oluşur ve o tekamülün farklı evrelerinden zengin bir içerik devşirmek daha kolaydır. Bu bakımdan albüm doyurucu. Gelin görün ki şarkı sözlerinin büyük kısmında bir konu bütünlüğü, bir hikâye eksikliği, tutarsızlık, hatta bazen mantık hataları söz konusu. Evet bir şeyler anlatıyor ama satır araları eksik kaldığı için Edis’in kafasında canlandırdığı hikâyeye dinleyenin vakıf olması zorlaşıyor.
Bunu bir örnekle açıklayayım: “İstemesen de, hayır desen de bu aşkı tek başıma yürütürüm” diyen birisi aynı şarkının başka cümlesinde “Uymazsa cebimde bir küçük eyvallah yok,” diyor. İlk cümleyi söyleyen ikinci cümleyi söylemez oysa. Hadi söyledi diyelim. Aşkı bitirmek mi istiyor, her şeye rağmen devam ettirmek mi, isyankâr biri mi, yoksa ne olursa olsun sineye çeken biri mi anlamak mümkün değil.
Ya da bir başka örnek: “Gücümü sola verdim yorgunum, her geceme seni koydu ne zor durum.” Gücünü sola vermek, kalbe yüklenmek olsa gerek. Peki her gecesine onu koyan kim ya da ne? Birini geceye koymak ne demek?
Bunlara benzer pek çok örnek var albüm boyunca karşımıza çıkan. Biliyorum bu zamanda bunlara kafa yormak gereksiz. Melodiye uygun akan, dile kolay gelen kelimeler dinleyiciye yetiyor ve şarkılar artık genellikle bu teknikle yapılıyor; dinleyici de hikâye peşinde koşmuyor, çoğu zaman bir tek cümle ya da kelime yetiyor şarkıyı sevmesine; gerisini duymadığı bile oluyor. Ama Edis’in bu kaosun içinde parladığı yerde kendini bu anlamda da farklı kılmasını, daha incelikli ve detaycı olmasını beklerdim.
Albüm kapak ve kartonet fotoğrafları Erdi Doğan tarafından çekilmiş, kreatif direktörlüğü Sezer Arıcı, tasarım ve sanat yönetmenliğini de Ozan Şanal üstlenmiş. Edis’i “bebek yüzlü jön” ya da “temiz yüzlü, iyi çocuk” gibi “artist” bir imaja mahkum etmeyip, doğal ve sade haliyle bırakan, tasarımı da ihtişam üzerine değil, asimetrik bir sadelik üzerine kuran bu çalışmanın çok ama çok doğru olduğunu da söyleyebilirim.
Edis başkaydı. Bu albüm gösteriyor ki başkalığı tek atımlık barut değilmiş. Umarım bu durum bundan sonra da böyle devam eder.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.