Ayşe Hatun Önal, kişisel karizması, “cool” duruşu ve başından
bu yana tercih ettiği müzik türüyle kendini farklı bir yere konumlandırmayı
başardı. Beklenti çıtasını da yükseltti haliyle. Müziğe ne kadar dört elle
sarıldığı konusunda şüphem baki. Zira birkaç sene önce onu bir ödül töreninde
izlediğimde (“playback” yapmasına rağmen) sahnede elini ayağını nereye
koyacağını bilemeyen bir amatör görünce şaşırmıştım. Sanki stüdyo şarkıcısı
olmak ona yetiyor gibi. Onu da canı istediğinde şanı yürüsün diye yapıyor gibi.
Nitekim Önal’ın DMC etiketiyle piyasaya çıkan yeni şarkısı "Katakulli" de kocaman bir iddia taşıyor.
Mabel Matiz gibi şu sıralar elini nereye dokundursa altın eden birinden şarkı
almak, onunla böyle bir işbirliğine gitmek az şey değil. Üstelik ilk bakışta
nasıl tutar ki bu kimya diye düşündürten bir teşebbüs bu. Sonuç; Mabel’in zekâsı
ve yaratıcılığının bir kez daha ispatı. Ayşe Hatun Önal imajı için ancak
böylesi bir şarkı yapılabilirdi. Hem eğlenceli, hem sürükleyici hem de o
nispette “cool” bir dans şarkısı. Mabel’in Sabi Saltiel’le yaptığı düzenleme
mükemmel. Uzun zamandır bu kulvardan böyle güçlü şarkı çıkmadı.
Gelin görün ki Ayşe Hatun Önal imajı için biçilmiş kaftan bu
şarkının Ayşe Hatun Önal şarkıcılığı için doğru seçim olup olmadığı kocaman bir
soru işareti. Fazla da geniş ses aralığı gerektirmeyen soğuk elektronik
şarkılara çok yakışan ses rengi bu şarkıda çok doğru yerden tınlamıyor gibi.
Belki de bunun üstünü örtmek için geriye itilen sesin ne söylediğini anlamak da
mesele. Bir rabarbadır gidiyor. Geriye kulakta hoş bir ritim, melodi, tekrar
dinleme isteği kalıyor kalmasına ama keşke bu şarkıyı bir başkası söyleseymiş
diye de düşündürüyor. Önümüzdeki yaz her yerde çalınacak şarkılardan biri
olacağı kesin, o ayrı.
Göksel renk saçmaya devam ediyor. En son iki yıl önce “Tam
da Şu An” teklisiyle karşımıza çıkıp melankolinin kabuğunu kırmıştı. Yeni
teklisiyle de üzerine tuz biber ekiyor. Mabel Matiz ve Göksel’in ortak imzasını
taşıyan “Bu da Geçecek” geçtiğimiz günlerde Avrupa Müzik etiketiyle yayımlandı.
Mabel ve Göksel’in bundan öncesinde yine birlikte yazdıkları
“Denize Bıraksam” diye bir şarkı vardı ve o da umutlu, huzurlu bir şarkıyı. “Bu
da Geçecek”, adından da anlaşıldığı üzere yine umut enjekte eden bir şarkı; bakmayın
siz “çok yorgunuz dünya” dediğine. Yorulmuş olsak da “Biz buradayız,”
diyebildiğimiz sürece umut var; onu biliyoruz. Ben kendi hesabıma “Bela mısın
dünya?” diye başlayan nakaratta “dünya” kelimesinin yerine “be adam” kelimesini
koyup, birilerine saydırıyorum mesela, iyi geliyor. Anladınız siz onu.
Sözlere bu kadar takılmamın sebebi ikisi de acıtan sözler
yazmış iki şarkı yazarının buluştuğu noktadan doğan aydınlık ışık. Sözü iyi
kullanan iki cambazın bir ipte dengi dengine dengeli yürüyebilmeleri.
Gösterişsiz ve naif, samimi ve içten.
Şarkının melodik örgüsü atla deve değil; hatta çocuksu,
basit. Bilhassa öyledir muhakkak. Gel gelelim aranjör olarak Alper Erinç’in
ritim yürüyüşü başta olmak üzere şarkıya kattığı farklılık “mucizevi dokunuş”
klişesiyle tanımlanabilir.
Aslına bakarsanız, Göksel deyince aklımıza
gelebilecek türden bir şarkı da değil; “Denize Bıraksam” öyleydi mesela. Fakat Göksel
deyince aklımıza gelebilecek türden şarkıların içinde biraz da Alper Erinç vardır
ya hep; ismi olsun olmasın. Bu şarkı da yıllar sonra o temelin üzerine kat
çıkıyor gibi.
Mabel Matiz 2018’de piyasaya çıkan “Maya” albümünün tadını
çıkarmaya devam ediyor. Yazı konserlerle geçirdi, hâlâ devam ediyor, bir yandan
da şarkılarını kliplerle dolaşıma sokuyor. Bugün itibariyle de albümdeki favori
şarkılarımdan biri olan “Mendilimde Kırmızım Var” yayına verildi.
Söz ve müziği Mabel Matiz’e ait şarkının düzenlemesi Sabi
Saltıel’e ait. Klip ise Erhan Arık tarafından çekilmiş. Adıyaman’da, Nemrut’ta
çekilen klip bir masalı, bir destanı, bir halk öyküsünü anlatıyor adeta. Bir
kısa film gibi. Şarkı da öyle değil mi zaten?
Mabel doğduğu toprakların kokusunu, rengini, tadını
şarkılarına ve kliplerine nakış nakış işliyor. Çok başka şarkı yazarlığının,
çok başka şarkıcılığının ve müzik piyasasında var oluş, ayakta duruş biçiminin
ötesinde onu farklı ve kıymetli kılan şeylerden biri de bu. Unuttuklarımızın
izini sürüyor. Ya da gözümüzün önünde olup da görmediklerimizin.
(9 Nisan 2018 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Cihan Mürtezaoğlu şarkılarını internet platformlarında, YouTube kanallarında dinleyip seven de vardı, adını Ceyl’ân Ertem, Mabel Matiz, Burcu Tatlıses gibi isimlerin albümlerinde görüp bilen de. Yıllardır müziğin alternatif ve de çoğunlukla bağımsız kanadında varlığını göstermiş bir müzisyendi. Şarkı söylüyordu, şarkı yazıyordu, enstrüman çalıyordu, düzenleme yapıyordu. “Sultan Süleyman”ı Mabel Matiz’in söylemesi için yeniden düzenleyip uzun yıllar boyu pek eğlenceli sandığımız o şarkının içindeki saklı ağıtı çekip çıkarması bile tek başına Cihan Mürtezaoğlu’nun müzikal kalibresi hakkında bir fikir vermeye yeterdi aslında. Derken 2016’da ilk albümü “Bitsin Bu Delilik”le çıktı karşımıza. Geçtiğimiz günlerde ise Mürtezaoğlu’nun yeni albümü “Deli Zaman”, Dokuz Sekiz Müzik etiketiyle yayımlandı.
Hakkında yazılan yorumlarda Bülent Ortaçgil’den Orhan Gencebay’a uzanan bir skalada pek çok isme benzetilmiş olsa da aslında nevi şahsına münhasır bir müzisyen Cihan Mürtezaoğlu. Kendine ait bir dili, şarkılarının bir melodik yapı biçimi ve düzenlemelerinin belirgin bir kimliği var. Bu büyük bir avantaj. Sevenleri de en çok bu yüzden seviyor zaten.
Öte yandan bu yeni albümün ilk albüme kıyasla artıları ve eksileri var.
Her an detone oluverecekmiş gibi şarkı söylüyordu Cihan Mürtezaoğlu. Özellikle tercih edildiğini düşündürmekle beraber, o pes tonlar zaman zaman dinleyicide gerginlik yaratmıyor değildi. Hece bölmeler ve prozodi hataları da cabası. Tüm bunlar ilk albümde çok belirgindi ve bu bakımdan ilk albüm onca amatör ya da yarı profesyonel Cihan Mürtezaoğlu videolarının ve de ses kayıtlarının bir uzantısı gibiydi. Bu albümde ise nispeten daha fazla şarkıcı gibi şarkı söyleyen bir Cihan Mürtezaoğlu var. Amatör kayıt meraklıları için bu tek başına “Cihan da bozdu,” yorumu yapma sebebi olsa bile, bu işin doğrusu budur, böyle olması gerekir zaten.
İlk albüm uzun bir zamana yayılmış şarkıların bir toplaması gibiydi. Birçoğu zaten bir kitle tarafından bilinen şarkılardı. Bu albümse göze görünür bir albüm bütünlüğü taşıyor ve bu bütün daha pop, daha “hafif” tınlayan şarkılar da barındırıyor. İkinci bir “Cihan da bozdu,” yorumu da buradan gelebilir ya da tam tersine Cihan bu albümle daha önce onu hiç dinlememişlere de ulaşabilir; işin o kısmını zaman gösterecek.
Mesela aslen bir Ferdi Tayfur şarkısı olan “Bana Sor” da dâhil olmak üzere birden fazla şarkıda Mürtezaoğlu’nun müziğine katkısı tartışılır dozda bir alaturka ritim, melodi, makam iklimi var. Derinlik değil, hafiflik veren bir doz.
Albümün tek “cover”ı “Bana Sor.” Onun dışındaki 10 şarkının söz ve müzik ve düzenlemelerinde Cihan Mürtezaoğlu imzası var (3 şarkının düzenlemesinde Mürtezaoğlu’nun yanı sıra Zafer Tunç Resuloğlu’nun da adı geçiyor.) Başından sonuna bütün düzenlemelerde sadelik, sakinlik ve akustik “sound” hâkim ki bu da bu zamanda müzikte en sevdiğimiz şey olabilir.
Ersin Şahin’in çektiği fotoğraflarla Başak Ünal’ın nefis kartonet ve kapak tasarımı ise albümün bir başka artısı.
Sonuç itibariyle daha ikinci albümünde “acaba ne yapmış” diye merakla dinleme hissi uyandıran, uzun vadede çok daha incelikli işler yapacağından kuşku duymayacağımız bir müzisyenin muhtemelen bir “ikinci albüm” sendromu yaşayarak yaptığı bir albüm bu. Kulak kabartmaya değer.
MABEL MATİZ
HARBİYE AÇIK HAVA TİYATROSU KONSERİ 29 TEMMUZ 2018
Havada, ışıl ışıl, pırıl pırıl konfetiler uçuşuyor, Mabel
sanki üç saati aşkın süredir sahnede şarkı söyleyen o değilmiş, hiç yorulmamış,
hiç nefesi kesilmemiş gibi çılgınca dans ediyor, alkışlar durmak bilmiyordu.
Bazı konserler öyledir. Konser olmaktan çıkar, binlerce kişinin birlikte
hissettiği coşku ve mutlulukla bir ayine dönüşür bir yerden sonra. Biz
mutluyduk, Mabel mutluydu. Onu en iyi ben anlıyordum.
(29 Ağustos 2017 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Bir arkadaşım geçenlerde şahane bir şey söyledi: “İnsanlar seni ilk nasıl tanımışlarsa onların gözünde öyle kalıyorsun. Sen başka bir yere gelsen de seni hâlâ orada sanıyorlar, orada görüyorlar. Tıpkı çocuğunun senin gözünde hep bebek kalması gibi,” dedi. Şahsi tanışıklıklar, ahbaplıklar ve dostluklarsa söz konusu olan, sahiden de böyle bu. Ama o ahbaplıklar bir mesafe dâhilindeyse ve senin o kişiye uzaktan da bakabilme şansın varsa işin rengi değişiyor.
Mabel Matiz benim için öyle. İlk albümünü çok sevmiş, uzun uzun yazmış, sonra tanışmış, ahbap olmuştum. O günlerde iyi niyetli, hevesli, bir yandan kendinden emin ama bir yandan da henüz önündeki yolun onu nereye getireceğini tam olarak kestiremeyen bir genç adamdı Mabel. Benim için bir Mavi Işıklar konseri sonrası bir kafede ortak arkadaşlarımızla birlikte oturup sohbet ettiğimiz, Beyoğlu’ndaki küçücük bir mekânda albüm sonrası ilk konser heyecanına şahitlik ettiğimiz ya da ikinci albümünü ilk kez dinlemek üzere Erekli Stüdyosunun o uhrevi atmosferinde bir araya geldiğimiz Mabel’dir Mabel Matiz. Sonra ben onun büyüdüğünü gördüm. Bir yerlerde karşılaşmak dışında bir araya geldiğimiz hiç olmadı yıllar içerisinde; belki iyi de oldu. Belki çok yakından bu kadar net göremezdim.
Mabel’in yeni teklisi “Ya Bu İşler Ne?” geçtiğimiz günlerde DMC etiketiyle yayımlandı. Ve ben onun ne kadar “büyüdüğünü” bir kez daha görmüş oldum.
Başından beri hep kendine ait bir tavrı, tarzı, sözü, melodisi, dili vardı Mabel’in. Ne çare ki bunun fark edilmesi için “Sultan Süleyman”ı söylemesi, “Aşk Yok Olmaktır”a klip çekmesi gerekiyormuş. Geniş kitleler bu “cover”lar sayesinde Mabel’e aşina oldu, gerisi çorap söküğü gibi geldi. Ama Mabel bu süreçte hep üzerine bir şeyler koyarak ilerledi. Daha doğru şarkı söylemeye, sesini daha doğru kullanmaya başladı, müziğine yeni renkler, sesler kattı ve her bakımdan gözle görülür biçimde daha cesur davranacak bir konfor alanı yarattı kendine. Bu şarkı ve klip de bunun ispatı.
Önceki albümlerine kıyasla, özellikle şarkının düzenlemesi bakımından ileriye doğru gitmiş, yeni sulara yelken açmış “Ya Bu İşler Ne?” ile Mabel. Yüzünü doğrudan popa dönmeden, popun renkli ve şatafatlı tarafını kendi müziğine yedirmiş. Bunu klibi ve görselliğiyle de vurgulamış diye de düşünebilirsiniz, bu klip ve görsellikle kendini artık çok daha net ifade edebilecek güce erişmiş diye de. Nitekim klip yönetmenliğine ortak olması da buna işaret.
Önümüzdeki süreçte gelecek yeni albümün de habercisi bu şarkı. Ve o albümün tarzının, biçiminin. Bu da işi daha heyecan verici, merak uyandırıcı kılıyor.
(26 Ağustos 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Yerleşik pop-star algısının tamamen değiştiği bir dönemden geçiyoruz. Kusursuz ve mükemmel görünmek, illüzyon yaratmak, steril kalmak, gizemli ve erişilemez olmak gibi kendilerinden önceki kuşakların yer yer müziklerinden bile daha çok önemsedikleri kaygıları pek de umursamıyor artık yeni nesil pop-starlar. Daha doğal, daha samimi, daha yakın durmayı/gözükmeyi tercih ediyor, kartlarını daha açık oynuyorlar. Böylece hedef kitlelerinin nabzını daha kolay tutabiliyorlar. Plan, proje ve marka yönetimi gibi olmazsa olmazları ve profesyonellik gerekliliklerini de göz ardı etmeden sürdürülebilir bir kariyer çizgisi çizme konusunda, kendilerinden fersah fersah kıdemli pop-starları yaya bırakmaları da cabası.
Bu konuda birkaç belirgin örnek vermek gerekirse İrem Derici, Ece Seçkin ve Mabel Matiz’i ilk ağızda sayabilirim. Her biri birer proje olarak, profesyonel ekiplerce desteklenip sunulmuş olmalarına ve kısa sürede uzun yol almalarına rağmen kendileri gibi olmaktan hiç vazgeçmediler. Bu samimiyetin dinleyici cephesinde kabul gördüğü de açık bir gerçek.
Pop-star olmanın ve kalmanın kuralları yeniden yazılıyor ve görünen o ki önümüzdeki dönemde buna ayak uydurabilenler kazançlı çıkacak.
Harbiye Açık Hava’da Bengü konserinin kulisinde Ece Seçkin’le sohbet ettik. “Sizin kuşak da 15-20 yıl bekleyecek mi Açık Hava’ya çıkmak için?” diye kışkırtıcı bir soru sordum Ece’ye. “Ben beklemeyeceğim abi,” dedi kendinden gayet emin ve kararlı. Olmayacak bir hayal, boş bir iddia gibi gelmedi kulağıma.
Ece Seçkin’in yeni mini albümü “Zamanım Yok”, geçtiğimiz günlerde DGL ve DMC ortaklılığıyla piyasaya sürüldü. Albümde üç yeni şarkının yanı sıra, daha önce dijital formatta yayımlanmış Kolpa & Ece Seçkin ortak çalışması “Hoş Geldin Ayrılığa” da yer alıyor.
Sözleri Ayşen, bestesi Kemal Şimşekyay imzası taşıyan “Adeyyo”, çıkış şarkısı olarak servis edilir edilmez kendi kitlesini buldu. Bugünlerde her yerde duyuyorum bu şarkıyı. Doğru tutturulmuş oryantal dozu, kıvrak melodik yapısı, Ozan Çolakoğlu imzalı modern düzenlemesi ve pek sevdiğimiz türden “atarlı” sözleri ile kafadan “hit” bir şarkıydı zaten “Adeyyo”. İlk dinleyişte kulağa yerleşen, hatta yapışan şarkılardan.
Bu ülkenin popüler kültür dinamiklerinden besleniyor ve ona hizmet ediyorsanız avama kaçma riski her daim başınızın ucundadır. Ece Seçkin başından beri o ince ayarı doğru yapabilenlerden. Görünümü, stili, dans ediş ve şarkı söyleyiş biçimiyle de böyle bu, seçtiği (ya da onun için seçilen) şarkılarla da. “Adeyyo” bu anlamda da amaca hizmet eden bir şarkı.
Bu arada albüm kartonetindeki teşekkür yazısında Ece Seçkin’in Yıldız Tilbe’ye neden teşekkür ettiğinin (albümde bir Tilbe şarkısı yok zira) sırrı da bu şarkıda saklı. Şarkının kayıtları esnasında tesadüfen stüdyoya gelen Yıldız Tilbe, nakarattaki bazı cümlelere katkıda bulunmuş. Bu bir sır mıydı bilmiyorum ama Ece’den öğrendim ve yazmadan edemedim.
Bu arada Tilbe’nin katkısı olsun olmasın Ayşen ve Kemal Şimşekyay çiftinin şarkı yazarı olarak günümüz popüler müziği içinde gözle görülür bir biçimde yükselmekte olduğunu “Adeyyo” bir kez daha gösteriyor.
Nitekim albüme adını veren “Zamanım Yok” da bir Ayşen & Kemal Şimşekyay şarkısı. Her ne kadar “Adeyyo” gibi ilk bakışta “hit” kokusu vermese de, Emrah İş ve Nurettin Çolak’ın “club” düzenlemesi ve slogan sözleriyle listelere girebilecek güçte bir şarkı. Bu şarkıda ve bir sonraki sırada karşımıza çıkan “Olsun”da Ece, bugüne dek duyduğumuz Ece Seçkin şarkılarından ve hatta “Adeyyo”dan da farklı olarak, şarkı söyleme biçiminin vardığı noktayı daha açık hissettiriyor. Şarkıların verdiği avantajla olsa gerek, vurguları, kelimelere sesiyle dokunma biçimi ve duygusu çok daha belirgin ve yerli yerinde çünkü.
Söz ve müziği Gülden Mutlu’ya ait “Olsun” etkili ve vurucu bir şarkı. Kolayca alaturka kıvama getirebilecekken, gerek Mustafa Ceceli’nin düzenlemesi, gerekse Seçkin’in yorumuyla pop sınırlarının dışına çıkmamış şarkı, özellikle nakarat sözleri ve melodisiyle kolayca dile düşecektir muhtemelen.
“Hoş Geldin Ayrılığa” şarkısını tekli olarak yayımlandığı zaman yazmıştım, burada tekrar etmeyeceğim. Şarkıların dijital âlemin kaosu içinde kalmasındansa böylesi formüllerle bir şekilde basılı formata aktarılması arşivcilerin her daim desteklediği bir şey. O bakımdan bu albümde bu şarkının da yer alması sevindirici. Kaldı ki “Hoş Geldin Ayrılığa” müzikal olarak da albümü tamamlıyor.
Ece Seçkin’in başından beri tercih ettiği stilize görsellik ve genç imajla örtüşen, Aytekin Yalçın imzalı kapak fotoğrafları ve Bülent Şengül’ün grafik tasarımıyla bu dört şarkılık mini albüm, basamak basamak inşa edilen kariyerinde Seçkin’e bir adım daha yukarı çıkma şansı verecek gibi görünüyor.
(5 Nisan 2016 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Şarkısında “her yerde saç var” diyor. Bugünlerde her yerde Kalben var oysa. Farklıya, kendine özgüye, kimselere benzemeyene, tekrar etmeyene nasıl hasret kaldıysak artık, Kalben’in Sofar Sound’la başlayan, sahne performansları ve yine You Tube videoları ile giderek artan tanınırlığı, ilk albümünün yayımlanması ile birlikte kısa sürede önlenemez bir hal aldı. Önlenemesin de zaten.
Çok değil, daha beş yıl önce böylesi şarkılarla dolu bir albümün ana akım bir müzik firmasından yayımlanması, böylesi müzik üreten bir müzisyenin ülke çapında konser konser gezmesi pek de imkân dâhilinde değildi. Bunda Kalben’in kan kardeşi sayabileceğimiz Mabel Matiz’in (dolayısıyla her ikisinin de ortak menajeri olan Engin Akıncı’nın) payı büyük tabii. İyi işler, görünür kılınabildikleri zaman mutlaka karşılığını alıyor. Bu hiç şaşmadı. Zira bu işin Cem Adrian’ı, Ceylan Ertem’i, Pinhâni’si ve daha başka sayılabilecek niceleri var. İyi ki de var.
Kalben’in kendi adını taşıyan ve Zoom Kurumsal ve DMC ortaklığı ile yayımlanan ilk albümünde on iki şarkı ve iki de farklı versiyon var. Bir İbrahim Tatlıses şarkısı olan “Haydi Söyle” dışındaki tüm şarkıların söz ve müzikleri Kalben’e ait. Kalben hem ses rengi, şarkı söyleme biçimi, şarkıcılığı ile nevi şahsına münhasır, hem de şarkı yazarlığı ile. Yani tamamen “cover” şarkılardan oluşan bir albüm de yapsa, insan “şunu nasıl söylemiş acaba” diye diye heyecanla dinleyebilir bir albüm dolusu “cover”ı. Ama öte yandan kendi yazdığı şarkılar da o kadar kendine ait bir dünyanın, bir dilin izlerini sürüyor, o kadar farklı bir öneri sunuyor ki, o sesin bu şarkıları söylemesi iki gol birden atıyor dinleyicinin kalesine.
Gündelik hayatın, samimiyetle içten geçenlerin sade bir dille şarkıya dökülmesi yeni bir şey değil belki ama bunu yaparken şiiri yakalamak her zaman mümkün olmuyor. Kalben’in en önemli farkı burada şarkı yazarı olarak. Basbayağı şiir olarak da okunabilecek mısralardan çatılı şarkı sözleri. Hatta şiirlerini bestelemiş gibi. Ya da şarkı söylemiyor da şarkıyla anlatıyor gibi. Bundandır ki standart şarkı formundan uzak çoğu şarkısı. Belirgin bir nakarat, aynı melodiyle tekrarlanan cümleler, şarkının ilk ve ikinci yarısının birbirinin aynısı olması gibi alışageldiğimiz formüllerden azade birçok Kalben şarkısı. Hazmetmek, ezber etmek, akla yazmak çok da kolay değil bu yüzden. Bütün şarkıları birbirinin devamı ya da uzantısı gibi de algılayabilirsiniz ilk dinleyişte. Ama bütünden tek tek şarkılara doğru yürüdüğünüzde, Kalben’in dünyasına adım atmanız ve onu anlamaya başlamanız kaçınılmaz olacak.
Tabii bu noktada teknik bir detay da dikkat çekici. Albümdeki tüm şarkıların düzenlemeleri Berkant Ali İncesaraç ve Kalben tarafından yapılmış. Ve alabildiğine sade, neredeyse gitarla bestelendikleri halleriyle bırakılmış şarkılar. Çok az enstrüman Kalben’e eşlik ediyor şarkılarda ve hiçbir enstrüman da rol çalmıyor. Bildik “intro” ya da ara nağme klişeleri yok şarkılarda. Bir içli keman, bir solo atan gitar yok sözgelimi. Belli ki özellikle böyle olsun istenmiş. Buna rağmen şarkılara konserlerden aşina olanlar, albümdeki bu hallerini eleştiren yorumlar yapmışlar, gördüm. Aslında en çok da bunun için albüm kaydedilirken şarkılara pek makyaj yapılmamış sanırım. Bu, ilk albüm için akıllıca ama bundan sonrası için riskli bir tercih olabilir.
Çıkış şarkısı olan “Saçlar” başta olmak üzere, “Sadece”, “Doya Doya”, “O Ye Bebek”, benim albümde öncelikle sevdiklerim oldu. Toplamda ise farklı bir ses, bir şarkı söyleme biçimi, bir dil ve bir yaşam biçimi, bir dünya görüşü barındıran şarkılar dinlemenin tadını çıkarmak için bu aralar önerilebilecek en iyi albüm olduğunu söyleyebilirim.
Albümün kapak fotoğrafları Aytekin Yalçın tarafından çekilmiş, kartonet tasarımı ise Hayrettin Taşkaya tarafından yapılmış. Kalben’i en doğal haliyle fotoğraflaması nedeniyle Aytekin Yalçın’ı, her bir şarkının sözleriyle ilintili tasarımları, renk seçimleri ve nefis kapak illüstrasyonu nedeniyle de Hayrettin Yalçın’ı tebrik etmek lazım.
Bir de kartonetteki teşekkür yazısında bir detay var ki yazmadan geçemeyeceğim. Kalben, onlarca insana teşekkür ederken müziğine ilham verenleri de unutmamış ve Sezen Aksu’dan Nazan Öncel’e, Deniz Arcak’tan Nil Karaibrahimgil’e, birçok pop şarkıcısının da ismini zikretmiş. Bunu Mabel de yapıyor hep. “Ben o kadar alternatifim ki hiç pop dinlemem, bilmem, sevmem,” sahtekârlığına meyletmeden, samimiyetle, kalpten ifade edilmiş bir şükran bu. Nasıl ki İbrahim Tatlıses şarkısı söylemek bir utanç değilse, onların müziğinden beslenmiş olmak da bir utanç değil, olmamalı. Sadece bunun için bile alkışlayabilirim uzun uzun Kalben’i.
(17 Şubat 2016 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Mabel Matizler, Cem Adrianlar filan hiç yokken, alternatif müziğin yeraltından yer üstüne çıkmasında payı olanlardandır Murat Yılmazyıldırım. Murat Çelik’le birlikte kurdukları Düş Sokağı Sakinleri, sadece üç albüm yayımlamış olsa da, ‘90’lı yılların müziğine derin izler bırakmıştır.
İkili ayrılmadan evvel bir solo albüm yayımlayan Yılmazyıldırım, ikili ayrıldıktan sonra da bir süre yoluna Düş Sokağı Sakinleri ismiyle devam etti, sonrasındaysa Düşlerin Ressamı olarak tanımladı kendini. 1998 yılından bu yana 12 albüm solo yayımlayan Murat Yılmazyıldırım’ın 2015 Aralık ayında Gar Müzik etiketiyle raflarda yerini alan yeni albümü “Düş Öncesi” adını taşıyor.
Adından da anlaşılacağı üzere bu albümde Düş Sokağı Sakinleri kurulmadan önce yazdığı şarkıları bir araya getirmiş ve bir anlamda hikâyenin başına dönmüş. Albümde sözleri ve müzikleri kendisine ait 16 şarkı var ve bu şarkıların düzenlemelerini de kendisi yapmış, enstrümanları da (Tolga Çebi’nin çaldığı keman dışında) yine kendisi çalmış.
Her ne kadar bugüne dek 12 albüm yayımladı desem de, aslında bu sayı neredeyse üç katına yakın. Zira söz konusu albümlerin büyük kısmı çift diskli, kimisi üç diskli ve hatta aralarında 12 diskten oluşan bir albüm de var. Bir hayli üretken bir müzisyen Murat Yılmazyıldırım. Kendine ait bir dünyası, bir felsefesi, bir dili var ve özellikle 2000’lerin ikinci yarısından itibaren giderek daha zor içine girilebilen, daha zor anlaşılabilen şarkılar yazıyor. Öyle ki kendince kurguladığı anlamsız bir dille yazdığı şarkıları bile var. Şarkıları varoluş, doğa, cennet, cehennem, ölüm, tasavvuf gibi temalara dair metaforlarla dolu. Müziğinin iskeleti ise basit ama etkili melodik yapılar üzerine kurulu.
Bu anlaşılmazlık ve farklılık kimi zaman kemik dinleyicisini bile yormuş olsa da, tıpkı İlhan İrem gibi ortalıkta çok fazla görünmeden, adeta bir inziva hayatı yaşamasına karşın sadece müziğiyle iletişim kurduğu bir kitlesi (tabiri caizse müritleri) var.
Bu yeni albüm ise Murat Yılmazyıldırım’ın son 10 yıllık serüveninden farklı olarak daha çok Düş Sokağı Sakinleri dönemine temel teşkil eden bir müzikal form taşıyor. Bu nedenle de son dönem müziğinden hoşnut olmayanların bu albümü sevme ihtimali yüksek. “Kanrevan İçindeyim” başta olmak üzere, “Unut Beni”, “Sen Değiştirdin Zamanı”, “Adını Sen Koy” gibi birçok şarkıda Düş Sokağı Sakinleri albümlerinin tadını almak mümkün.
Albümde daha önce yayımlanmış tek şarkı, açılışta yer alan “Kanrevan İçindeyim”. 2002 çıkışlı “Cennet” albümünde yer alan bu şarkıyı bu defa daha akustik bir düzenlemeyle yeniden seslendirmiş Yılmazyıldırım. Zaten albümün bütünü akustik. Öyle ki albümü yapmaya karar verdikten sonra sadece altı gün içerisinde kaydetmiş. Çünkü neredeyse sahnede çalar gibi çalmış ve söylemiş. Şarkıları fazla süslemeye, makyaj yapmaya gerek görmemiş. Böylece yıllardır “demo” olarak kalmış şarkılar, dinleyici karşısına en sade haliyle çıkmış.
Murat Yılmazyıldırım’ın başından beri çok eleştirilen ses tınısı ve şarkı söyleme biçimini müziğinin karakteristik bir parçası olarak kabul edip dinlerseniz mesele yok. Tıpkı Mabel Matiz gibi, tıpkı Cem Adrian, hatta Nazan Öncel gibi. Zaten eğer yeni başlayacaksanız bu albüm Yılmazyıldırım külliyatına giriş için en doğru seçenek olabilir. Yok eğer başından beri biliyor ve seviyorsanız, “Düş Öncesi”ni en sevdikleriniz arasına almanız kuvvetle muhtemeldir.
Genç film yıldızı Fatma Girik, evinin yatak odasında “gizlice “nasıl görüntülendi? Gülriz Sururi’nin kaç kürkü, kaç pabucu var? Ayhan Işık’ın çıplaklığı adilik derecesine düşürmeyen rol arkadaşı kim? Tüm bu soruların cevapları 49 yıl öncesinin Ses dergilerinde saklı. 1966 yılında bir gezintiye buyurun.
(20 Nisan 2015 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Burcu Tatlıses uzun zamandır müzik piyasasının içinde. Bir yandan Funda Arar başta olmak üzere, popüler kulvarın ünlü isimlerine şarkı sözü yazmakta iken, bir yandan da sahneye çıkıp şarkı söylüyor ve zaman zaman da kendi şarkılarını söylediği kayıtlarını internette yayınlıyordu. 2007 yılında ATV’nin büyük bir iddiayla yayına soktuğu, Ajda Pekkan’lı, Müslüm Gürses’li jürisiyle dikkat çeken, ama yeterince reyting alamayınca erken final yapan Profesyonel adlı yetenek yarışmasında da sekiz hafta boyunca yarışmacı olarak boy göstermişliği vardı ekranda. Yazdığı şarkı sözleri arasında “Alagül” gibi, “Seni Severdim” gibi, rahmetli Fikret Şeneş’in son yıllarda yazılmış en iyi şarkı sözü olarak nitelediği “Senden Öğrendim” gibi epeyce ses getirmişleri de üzerine koyarsak, az buz bir sektörel deneyimden söz etmediğim daha net anlaşılır sanırım.
Buna rağmen albüm yapmakta acele etmedi Burcu Tatlıses ve ilk albümü ile geçtiğimiz günlerde çıktı dinleyici karşısına. Lila Records etiketiyle yayımlanan albümün adı “Güzel Kokuyorum”. Prodüktörlüğünü ve aranjörlüğünü Cihan Murtezaoğlu’nun yaptığı albümde yer alan 11 şarkının söz ve müziklerinde ise Burcu Tatlıses’in yanı sıra farklı isimlerin de imzalarını görüyoruz.
Ana akımın bu denli içinde üretiyor iken, bu kadar dışında bir albüm yapmak açıkçası şaşırtmıyor değil. Öyle ya, o yoldan çok daha kolay yürüyebilirdi Burcu Tatlıses. Ama o, zor olanı seçmiş. Basbayağı alternatif “sound” arayışında bir albüm çünkü bu. Sadece besteler ve şarkı sözleri değil, düzenlemeler açısından da böyle bu. Daha önce Mabel Matiz’le de birlikte çalışan Cihan Murtezaoğlu’nun bu albüm için yaptığı düzenlemeler tek başına uzun uzun alkışlanmayı hak eden cinsten. Hem farklı, yeni, deneysel, hem de bu üç sıfatın bir araya gelişinin doğal sonucu olarak ortaya çıkması kuvvetle muhtemel zor dinlenen, dinleyeni yoran, soğutan türden değil yaptığı iş. Tam aksine; çok sıcak, çok kolay kavrayan, buna karşın müzikal niteliği de iyi düzenlemeler, albüme başlı başına kendine has bir kimlik kazandırıyor.
Burcu Tatlıses, Profesyonel yarışmasını izlemiş olanların da hatırlayacağı üzere, bildik Türk popu standartlarında da şarkı söyleyebilen bir solistken, mesela kadın şarkıcılar klasmanında popun son 25 yılına damgasını vurmuş Sezen Aksu vurgularını herkes kadar kullanabiliyor iken, bambaşka bir rotaya çevirmiş dümeni. Sakin, naif, kırılgan, anlatarak ama sesini ve şarkıları hırpalamadan, kelimeleri yersiz yere çekiştirmeden söylüyor şarkılarını.
Baba Zula’dan Levent Akman’ın, bestesini Osman Murat Ertel’le birlikte yaptığı, sözlerini Nilgün Öneş’in yazdığı, üzerine bir tutam arabesk sosu serpilmiş “Bir Sana Bir de Bana”, Burcu Tatlıses’in, Mabel Matiz’le birlikte yazdığı “Ay”, albümün ilk dinleyişte dikkat çekenleri.
Ama sadece bu şarkılara vurgu yapmak da haksızlık olur. Albüme adını veren ve bence albümün son şarkısı olması gerekirken, sondan bir önce karşımıza çıkan “Güzel Kokuyorum”, küçük bir şaheser mesela. “Bir Tek Seni Sevdim”, albümün uzun yıllar sonrasına kalacak şarkılarından biri olabilir. “Konuşsak”, Ortaçgil şarkılarını sevenlerce baş tacı edilebilir.
Emir Özşahin’in fotoğrafları eşliğinde Saygun Erkaraman ve Natali Elmasoğlu’nun şık grafik tasarımı ve illüstrasyonlarıyla piyasaya sunulan albüm, her haliyle özenli bir iş olduğunu hissettiriyor. “Güzel Kokuyorum”, şimdiden yılın iyi albümleri arasında yer almaya aday.
Yeşilçam’ın ve gazino sahnelerinin şöhretleri baharı nasıl karşıladı? Genç aktris Sevim Emre’nin idealindeki erkek tipi ne? Dansöz Peri Han, nasıl “Romalı” Perihan Oldu? Bu ay 1962 yılından Ses dergilerinin sayfaları arasında dolaşıyoruz.
(Milliyet Sanat dergisi Ocak 2015 sayısında yayımlanmıştır.) Galatasaray’da, Babajim Stüdyolarındayız. Mabel Matiz, üçüncü albümünün vokal kayıtlarını yapıyor. Buradaki kayıt odası penceresiz, dört duvar bir oda. Kayıt için içeri girip kapıları kapattınız mı, kimseleri görmek mümkün değil. Mabel’in önündeki mikrofonlara doğru şarkı söylerken yüzünü döndüğü duvarda ise bir Barış Manço resmi asılı.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.