Yakın dönemde çıkmış en iyi seslerinden biri Melek Mosso.
Sadece sesten ibaret değil iyiliği; iyi de şarkı söylüyor. Bir parça denetimsiz
(iyi ki öyle), tamamen ciğerden, fevkalade samimi, hepsinden mühimi kişilikli. Kırk
metre öteden tanırsınız sesini.
YouTube kayıtlarıyla hatırı sayılır bir kitle edinen Mele
Mosso, 2018’de iki de profesyonel tekli yayımladı. Her ikisi de kendine ait
bestelerdi. 2019’da ise önce “Keklik Gibi” teklisi geldi ve “Çukur” dizisinde
yayınlanan bu kayıt dizinin de itici gücüyle epeyce ses getirdi. Bana kalırsa
Mosso türkü söylememeli, o ayrı mesele. Söylediği her şarkıyı en az türküler
kadar yanık hale getirebilen bir şarkıcının o kolaycılığa hiç ihtiyacı yok.
Geçtiğimiz günlerde ise yaklaşık bir yıl önce YouTube’a
yüklenmiş ve o zaman bu zaman 55 milyon küsur tıklanmış “Vursalar Ölemem” kaydı
Sony Müzik etiketiyle tekli olarak yayımlandı. Tabii kapak tasarımını filan
görünce önce yeni bir stüdyo kaydı yapıldığını düşündüm ama değilmiş. Birebir YouTube’daki
kayıt.
Melek Mosso olağanüstü şarkıcılığıyla şarkıyı şarkının
sahibinden, Yıldız Tilbe’den bile daha parlak, daha kulak doyurucu hale
getiriyor. Dahası kayıtta Veys Çolak gitar çalarken, ara “intro” da Melek Mosso
yan flütle ona eşlik de ediyor; öyle de bir yetenek çağanozu.
Tabii gönül isterdi ki bu şarkı Melek Mosso’nun sesinden
profesyonel bir düzenleme ve stüdyo kaydıyla arşivlere girsin. Çünkü bu
yarı-amatör akustik modasından bir süre sonra sıkılmayacağımızın ve ileride bu
kayıtları ilkel bulmayacağımızın hiçbir garantisi yok.
Tuna Kiremitçi &
Yıldız Tilbe – “Gelse de Ayrılık”
“Tuna Kiremitçi ve Arkadaşları” projesi ile 2016 ve 2017’yi
gayet verimli geçirdi Tuna. Uzun zamana yayılan albüm süreci, her ay yeni bir
şarkı ve her bir şarkıda bir başka kadın şarkıcı ile düet, minimalist klipler,
akustik “sound” gibi formüller hepsi birden işe yaradı. Tabii her şeyden önce
bir kısmı Kumdan Kaleler döneminden hatırlanan ya da yeniden keşfedilen, bir kısmı
ise sahiden yeni olan Kiremitçi şarkılarının bu başarıdaki payından bahsetmek
lazım. Çok net, temiz, dolambaçsız, basit, bir o kadar da samimi şarkılar
yazıyor Tuna Kiremitçi. Dinleyicide de karşılığını kolay buluyor bu yüzden.
Tuna Kiremitçi 2018’de önce “İstanbul Köleleri” adlı solo
teklisini yayımladı, sonrasında ise “Tuna Kiremitçi ve Arakadaşları” projesinin
ikincisi için start verdi. Yine aynı yöntemle her ay bir düet şarkı
yayımlanıyor ve şarkılar önce Garaj Stüdyo’nun YouTube kanalından servis
ediliyor, diğer dijital platformlara ise bir ay gecikmeli olarak düşüyor. Geçtiğimiz
günlerde dijital platformlarda yayımlanan son şarkı Tuna Kiremitçi ve Yıldız
Tilbe düeti “Gelse de Ayrılık” oldu. Yeni projenin dördüncü şarkısı bu. Söz ve
müziği Tuna Kiremitçi’ye ait şarkının düzenlemesi Hüseyin Çebişçi tarafından
yapılmış.
Tilbe ve Kiremitçi’nin tam olarak ne olduğunu bulamadığım
bir ortak paydaları, kesişme noktaları var. Tilbe’nin İspanyol, Kiremitçi’nin
İtalyan gırtlağı, haliyle de Akdeniz paydası desem doğru teşhis olur mu
bilmiyorum. Fakat o her ne ise, ikisinin birlikte söylediği ilk şarkı gibi bu
şarkı da daha ilk dinleyişte dinleyenin kulağını dolduruyor. Akılda kalıcı bir
melodi ve kolay dile düşecek sözler de cabası. Albüm çıktıktan sonra Yıldız,
Tuna’nın konserlerine konuk olur mu, birlikte sahnede canlı da söyleyebilirler
mi bilmiyorum ama bu şarkının seyirci tarafından hep bir ağızdan nasıl bir
coşkuyla söylendiğini şimdiden duyar gibiyim.
Aslında Garaj Stüdyo’da projenin beşinci şarkısı da
yayımlandı ve hatta albüm iTunes’da ön satışa bile çıktı ama ben tüketici çoğunluğunu
teşkil eden platformlara yeni düşmesi münasebetiyle bu şarkıyı gündeme almayı
tercih ettim. Gerisi bir yirmi-otuz yıl sonra bu şarkıların ve albümlerin çıkış
tarihlerinin dökümünü yapmaya çalışırken tepe sersemi olacak arşivcilerin
sorunu.
(21 Nisan 2017 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Seversiniz, sevmezsiniz, müziği size hitap eder ya da etmez ama içinde bulunduğu dönemin kısır döngülerini kırmaya, ezber bozmaya yeltenen her müzisyen tarihe not düşülmeyi hak eder. Ceyl’an Ertem ilk solo albümünü yayımladığı 2010 yılından bu yana giderek daha geniş kitlelerin farkına vardığı, tanıdığı ve sevdiği bir şarkı yazarı ve şarkıcı olmanın ötesinde müzisyen sezgileri ve duyarlılıklarıyla yaşayan, ortaya koyduğu işlerle bunu hissettiren bir genç kadın. Nitekim son albümüyle de en çok bunu mimliyor.
Ertem’in beşinci albümü “Yine de Âmin” geçtiğimiz günlerde Sony Müzik etiketiyle piyasaya sürüldü. Albümde Ertem’in kendi yazdığı şarkıların yanı sıra Yıldız Tilbe ve Sıla imzası taşıyan şarkılar da var. On bir şarkı ve bir de “remix”in yer aldığı albümün Cenk Erdoğan, Can Güngör, Steven Kamperman, Cihan Mürtezaoğlu ve Tunç Çakır’dan oluşan kalabalık bir aranjör kadrosu var.
Aranjör kadrosu kalabalık ama bu isimlerin hepsi zaten Ertem’le birlikte çalışan, çalan ve onun müziğini iyi bilen müzisyenler. Dolayısıyla Ceyl’an Ertem ortak paydasında ortaya çıkan müzik aynı ortak bakış açısını taşıyor. İçinde nefeslilerin ve yaylıların da olduğu orkestra müziği. Üstelik aynı anda, fiilen birlikte, bir arada çalan bir orkestra.
“Yine de Âmin” birden fazla sebeple müzik tarihine not düşülecek bir albüm ama en önemli neden hiç kuşkusuz canlı kaydedilmiş olması. Üstelik de Gaziantep’te, Gaziantep Üniversitesi Mâvera Kongre ve Sanat Merkezi Konser Salonunda.
Her bir enstrümanistin stüdyoya ayrı ayrı zamanlarda gelip kendi partisini çaldığı (çoğu zaman yazılmış özel bir partinin de bulunmadığı), sonrasında o farklı kayıtların bilgisayar marifetiyle bir araya getirildiği bir teknoloji var nicedir. Çok kanallı ve dahi dijital kayıt imkânları bu kolaylığı sağladığından beri albümlerin müzikal tadında tuzunda bir eksilme yok mu? Var. Hem de çok. Her şeyden önce bir arada çalan müzisyenlerin yarattığı enerji, duygu eksik.
İşte Ceyl’an Ertem de ‘70’lı yılların albümlerini dinlerken hissettiği o enerjiyi yakalamak derdiyle bu albümü canlı kaydetmek istemiş. İyi ki de öyle yapmış. Belki bir şarkının “bmp”inin başından sonuna tutmadığı, çalan ya da söyleyenlerin zaman zaman hata da yaptığı ve öyle bırakılmış o naif plak kayıtlarından biri değil dinlediğimiz ama canlı işte. O yumuşaklık, o sıcaklık daha ilk şarkıda hissediliyor nitekim.
Ertem kendi dünyasının şiirli, resimli, hikâyeli şarkılarını söylüyor yine. Kimi zaman hayata, kimi zaman aşka dair cümleler kuruyor, onları kendine has melodilerle beziyor, kendi üslubunca ses veriyor sonra o şarkılara. İlk albümlerine kıyasla daha net, daha berrak şarkı söylüyor artık. Şarkılarından daha umutlu, daha aydınlık cümleler de geçiyor. Daha dışa dönük eskiye göre, içine kapanık değil. Tüm bunların toplamı Ceyl’an Ertem isminin peşinde koşanların sayısını artıracak mı ya da artırdı mı, evet. Bu kötü bir şey mi, şüphesiz hayır.
Yanı sıra albüm kapağında hem bir Taner Ceylan resmi kullanılmış olması hem de Aytekin Yalçın’ın çektiği fotoğrafların Sadi Güran’ın illüstrasyonları ve Melek Boçoğlu’nun grafik uygulaması ile katılmış görsel zenginlik ve dahi albüm isminin aynı adlı Sinem Sal şiir kitabından alınmış olması gibi detaylar, gösterilen özen ve uğraş kadar nicedir unutulmaya yüz tutmuş bir olguyu, albüm ruhu, albüm iklimi ya da kimliği denilen şeyi anımsatıyor.
“Efsunlu Dünya”, “Beni Öyle Bilme”, “Korsan” ve “Nilüfer” albümde beni daha çabuk yakalayan şarkılar oldu. En çok sevdiğim “Esmer” ise ticari açıdan da albüme dinamo olabilecek güçte. Ben olsam bu albümü öncelikle bu şarkıyla servis ederdim.
Ceyl’an Ertem bu albümle bir yandan klişe bozmakla, öte yandan yerini sağlamlaştırmakla kalmıyor, Türkiye’de yapılan müziğin geleceği için de umut vaat ediyor. Bu umuda sahip çıkmak lazım.
(13 Şubat 2017 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Uzunca bir süre bir parçası olduğu Atlas macerasının sona ermesinden sonra Tuna Kiremitçi’nin müzikte nasıl bir yol izleyeceğini öğrenmemiz için çok zaman geçmesine gerek kalmadı. 2016 Temmuz ayında Pamela ile düet yaptığı “Uçmak İstiyorsan” adlı şarkı servis edildi önce, sonra arkası geldi. Periyodik bir biçimde sunulan düet şarkılar, “Tuna Kiremitçi ve Arkadaşları” projesinin parçalarıydı. Projenin aynı adlı albümü ise Ocak 2017’de Pasaj Müzik etiketiyle yayımlandı.
Albümde yer alan 10 şarkının 5’i tanıdık. Kiremitçi’nin ilk grubu Kumdan Kaleler döneminden “Bu Aşk Burada Biter” ve “Sana Dair”, ilk ve tek solo albümünden “Birden Geldin Aklıma”, Atlas döneminden “Bana Sebepsin” ve “Bu Kaçıncı Sonbahar” daha önceden bildiğimiz Kiremitçi şarkıları. Bunların tamamı gibi diğer 5 şarkının söz ve müzikleri de Tuna Kiremitçi’ye ait (Ataol Behramoğlu’nun şiiri “Bu Aşk Burada Biter” hariç.)
Düetlerde ise sırasıyla Pamela, Özge Fışkın , Öykü Gürman, Gülçin Ergül, Jehan Barbur, Yıldız Tilbe, Sena Şener ve Gülay’ın yanı sıra oyuncu olarak tanıdığımız Gonca Vuslateri ve Gökçe Bahadır var.
Yazarlığı, köşe yazarlığı, sinemacılığı ve şarkıcılığı hakkında olumlu ya da olumsuz bir şeyler söylenebilir, söylenmiştir belki ama kabul etmeli ki Tuna Kiremitçi iyi bir şarkı yazarı. Güzel ve etkili melodiler, şiirli sözler buluyor, yazıyor ve bunu daha çok genç olduğu ilk dönemlerinden beri yapıyor. Haliyle bu albüm de öncelikle şarkılarının gücü, Hüseyin Cebişçi, Cihangir Aslan, Efe Demiryoğuran ve Evren Arkman’ın imzaları bulunan akustik düzenlemeleri ve elbette renkli bir skaladaki konuk solistleriyle dinleyeni başından sonuna dek avucunda tutmayı başarıyor.
Bir kere proje albüm kategorisinde bu albüm tek başına fikir olarak bile çok zekice ve farklı. Albümü birden ortaya sürmektense şarkıları tek tek servis ederek ilgiyi sıcak tutmak fikri de öyle. Şarkılar için çekilen kliplerin birbirine çok benzer olması, albümle birlikte verilecek bir DVD için makul olsa da, periyodik olarak servis edildiğinde o benzerlik algısının dezavantaja dönüşme riski ise bence işin aksayan tarafı idi. Bir de kliple servis edilen şarkıların tüm dijital platformlarda eşzamanlı satışa sunulmaması da kafa karışıklığı yaratttı.
Bununla birlikte her bir şarkının (düetin) tek başına servis edilebilecek güçte olması, projenin en büyük avantajı oldu kuşkusuz. Çok kişinin “Bu da çok iyi,” dediğine, yazdığına şahit oldum bu süreç içerisinde.
Şarkı yazarlığında çıtayı daha en baştan yüksek tutmuş Tuna Kiremitçi’nin şarkıcılık anlamında ise Kumdan Kaleler’den bu yana çok farklı bir noktaya geldiğini söylemek mümkün. Aşağı yukarı Atlas ile birlikte başlayan daha olgun, daha gevrek ve kırçıllı şarkı söyleme biçimini bu albümde de sürdürüyor Kiremitçi. Bu “old school rock star” edası yakışıyor da şarkılarına. Tabii bu defa Atlas şarkılarındakine kıyasla daha yumuşak ve daha sakin. Bu haliyle de yer yer İlhan Şeşen’i anımsattı bana (“Bana Sebepsin” de özellikle.)
Albümde en çok Pamela düeti “Uçmak İstiyorsan” ve Gülay düeti “Varsın Bu Dünyada”yı sevdim. Pamela da Gülay da söyledikleri her şarkıya katma değer ilave eden şarkıcılar ve Kiremitçi ile ortaklıkları da müthiş sonuç vermiş. Yanı sıra Özge Fışkın düeti “Bana Sebepsin” ve Yıldız Tilbe düeti “Yine Sevebilirim” favorilerim arasında yer aldı. Hem Gonca Vuslateri hem de Gökçe Bahadır’ın değme şarkıcıları aratmayan performanslarını sevdim. Buna karşın içeriğin bütününde ayrık otu gibi duran Öykü Gürman düeti “İyi Şeyler”, albümde en az sevdiğim şarkı oldu. Öykü Gürman şüphesiz iyi bir şarkıcı ama bu klasmanda doğru yerde değilmiş gibi duruyor.
Yavuz Meyveci’nin kapak fotoğrafı ve Berkcan Okar’ın beyaz rengin hâkim olduğu minimalist kartonet tasarımı ile satışa sunulan albüm bir bütün olarak günümüzde giderek azalmakta olan albüm konseptinin ne kadar doyurucu, ne kadar dolgun ve de müzikseverler için ne kadar vazgeçilmez olduğunu hatırlatıyor bir kez daha.
(13 Ocak 2017 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Ahmet Selçuk İlkan imzalı şarkı sözleri en çok ‘80’ler demek. ‘80’lerin arabesk, taverna şarkıları ve şarkıcıları… O zamanlar bir kesim tarafından hafife alınan, küçük görülen, değer verilmeyen, radyo ve televizyonda yayınlanmayan ama halkın her şeye rağmen çok sevdiği, diline marş ettiği, dinlemekten vazgeçmediği şarkılar… Peynir ekmek gibi satan plaklar, köşe başındaki plak ve kaset stüdyosunda liste verilerek doldurtulmuş karışık kasetler, video kasetlerden izlenen şarkılı türkülü Yeşilçam filmleri…
(29 Ağustos 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Tazelenmiş Sertab Erener. Yenilenmiş, gençleşmiş. Müzik dünyasında uzun süreli iş-aşk ortaklıklarının bir zaman sonra müzikal verimi düşürdüğü bir sır değil. Örnekleri çok. Sertab’ın da “demire büründüm aşk ile” diyerek “post-Sezen Aksu” dönemine attığı ilk adım çok güçlü, çok sağlam olmuş, uzun süre de öyle devam etmişti. Şimdi ise Emre Kula var Sertab’ın hayatında. Hem yeni bir aşk, hem de yeni bir müzikal ortaklık bu. Belli ki Sertab’a iyi gelmiş. Bunu hem yeni albümünde hem de sahnedeki enerjisinde hissetmek mümkün.
(26 Ağustos 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Yerleşik pop-star algısının tamamen değiştiği bir dönemden geçiyoruz. Kusursuz ve mükemmel görünmek, illüzyon yaratmak, steril kalmak, gizemli ve erişilemez olmak gibi kendilerinden önceki kuşakların yer yer müziklerinden bile daha çok önemsedikleri kaygıları pek de umursamıyor artık yeni nesil pop-starlar. Daha doğal, daha samimi, daha yakın durmayı/gözükmeyi tercih ediyor, kartlarını daha açık oynuyorlar. Böylece hedef kitlelerinin nabzını daha kolay tutabiliyorlar. Plan, proje ve marka yönetimi gibi olmazsa olmazları ve profesyonellik gerekliliklerini de göz ardı etmeden sürdürülebilir bir kariyer çizgisi çizme konusunda, kendilerinden fersah fersah kıdemli pop-starları yaya bırakmaları da cabası.
Bu konuda birkaç belirgin örnek vermek gerekirse İrem Derici, Ece Seçkin ve Mabel Matiz’i ilk ağızda sayabilirim. Her biri birer proje olarak, profesyonel ekiplerce desteklenip sunulmuş olmalarına ve kısa sürede uzun yol almalarına rağmen kendileri gibi olmaktan hiç vazgeçmediler. Bu samimiyetin dinleyici cephesinde kabul gördüğü de açık bir gerçek.
Pop-star olmanın ve kalmanın kuralları yeniden yazılıyor ve görünen o ki önümüzdeki dönemde buna ayak uydurabilenler kazançlı çıkacak.
Harbiye Açık Hava’da Bengü konserinin kulisinde Ece Seçkin’le sohbet ettik. “Sizin kuşak da 15-20 yıl bekleyecek mi Açık Hava’ya çıkmak için?” diye kışkırtıcı bir soru sordum Ece’ye. “Ben beklemeyeceğim abi,” dedi kendinden gayet emin ve kararlı. Olmayacak bir hayal, boş bir iddia gibi gelmedi kulağıma.
Ece Seçkin’in yeni mini albümü “Zamanım Yok”, geçtiğimiz günlerde DGL ve DMC ortaklılığıyla piyasaya sürüldü. Albümde üç yeni şarkının yanı sıra, daha önce dijital formatta yayımlanmış Kolpa & Ece Seçkin ortak çalışması “Hoş Geldin Ayrılığa” da yer alıyor.
Sözleri Ayşen, bestesi Kemal Şimşekyay imzası taşıyan “Adeyyo”, çıkış şarkısı olarak servis edilir edilmez kendi kitlesini buldu. Bugünlerde her yerde duyuyorum bu şarkıyı. Doğru tutturulmuş oryantal dozu, kıvrak melodik yapısı, Ozan Çolakoğlu imzalı modern düzenlemesi ve pek sevdiğimiz türden “atarlı” sözleri ile kafadan “hit” bir şarkıydı zaten “Adeyyo”. İlk dinleyişte kulağa yerleşen, hatta yapışan şarkılardan.
Bu ülkenin popüler kültür dinamiklerinden besleniyor ve ona hizmet ediyorsanız avama kaçma riski her daim başınızın ucundadır. Ece Seçkin başından beri o ince ayarı doğru yapabilenlerden. Görünümü, stili, dans ediş ve şarkı söyleyiş biçimiyle de böyle bu, seçtiği (ya da onun için seçilen) şarkılarla da. “Adeyyo” bu anlamda da amaca hizmet eden bir şarkı.
Bu arada albüm kartonetindeki teşekkür yazısında Ece Seçkin’in Yıldız Tilbe’ye neden teşekkür ettiğinin (albümde bir Tilbe şarkısı yok zira) sırrı da bu şarkıda saklı. Şarkının kayıtları esnasında tesadüfen stüdyoya gelen Yıldız Tilbe, nakarattaki bazı cümlelere katkıda bulunmuş. Bu bir sır mıydı bilmiyorum ama Ece’den öğrendim ve yazmadan edemedim.
Bu arada Tilbe’nin katkısı olsun olmasın Ayşen ve Kemal Şimşekyay çiftinin şarkı yazarı olarak günümüz popüler müziği içinde gözle görülür bir biçimde yükselmekte olduğunu “Adeyyo” bir kez daha gösteriyor.
Nitekim albüme adını veren “Zamanım Yok” da bir Ayşen & Kemal Şimşekyay şarkısı. Her ne kadar “Adeyyo” gibi ilk bakışta “hit” kokusu vermese de, Emrah İş ve Nurettin Çolak’ın “club” düzenlemesi ve slogan sözleriyle listelere girebilecek güçte bir şarkı. Bu şarkıda ve bir sonraki sırada karşımıza çıkan “Olsun”da Ece, bugüne dek duyduğumuz Ece Seçkin şarkılarından ve hatta “Adeyyo”dan da farklı olarak, şarkı söyleme biçiminin vardığı noktayı daha açık hissettiriyor. Şarkıların verdiği avantajla olsa gerek, vurguları, kelimelere sesiyle dokunma biçimi ve duygusu çok daha belirgin ve yerli yerinde çünkü.
Söz ve müziği Gülden Mutlu’ya ait “Olsun” etkili ve vurucu bir şarkı. Kolayca alaturka kıvama getirebilecekken, gerek Mustafa Ceceli’nin düzenlemesi, gerekse Seçkin’in yorumuyla pop sınırlarının dışına çıkmamış şarkı, özellikle nakarat sözleri ve melodisiyle kolayca dile düşecektir muhtemelen.
“Hoş Geldin Ayrılığa” şarkısını tekli olarak yayımlandığı zaman yazmıştım, burada tekrar etmeyeceğim. Şarkıların dijital âlemin kaosu içinde kalmasındansa böylesi formüllerle bir şekilde basılı formata aktarılması arşivcilerin her daim desteklediği bir şey. O bakımdan bu albümde bu şarkının da yer alması sevindirici. Kaldı ki “Hoş Geldin Ayrılığa” müzikal olarak da albümü tamamlıyor.
Ece Seçkin’in başından beri tercih ettiği stilize görsellik ve genç imajla örtüşen, Aytekin Yalçın imzalı kapak fotoğrafları ve Bülent Şengül’ün grafik tasarımıyla bu dört şarkılık mini albüm, basamak basamak inşa edilen kariyerinde Seçkin’e bir adım daha yukarı çıkma şansı verecek gibi görünüyor.
Yıllar sonra ilk kez karlı bir yılbaşı gecesi geçirdi İstanbul. Burnumuzdan da getirdi haliyle. Trafik sarpa sardı, taksiler adam seçti, yayanın payına kara çamura bata çıka yürümeler düştü. Rezidanslar, gökdelenlerle dünya şehri olmuyor bir şehir. Konargöçer kavimlerden, obalardan, çadırlardan gelmiş bir toplumun bireylerinin şehir planlamacılığı denen şeyi iplememesinin, şehri yönetecekleri planları için değil, mensup oldukları partilerin taraftarlığı ile seçmelerinin doğal sonuçlarını İstanbul’da dibine kadar yaşıyor ve faturayı yine şehre kesiyoruz. Sokakta çevirip sorsan, on kişiden sekizi kaçıp gitmek istiyor şehirden. Sanki gidilecek yer bundan daha iyi olabilirmiş gibi. Yeni bir ülke bulamayız, başka bir şehir de bulamayız; Kavafis İstanbul’dan ilham alarak yazmış bunu. “Bu şehir arkandan gelecektir,” de demiş. Bu kadar açık ve net.
Neyse… Taksilerle ve karlı buzlu Tepebaşı merdivenleriyle cebelleşerek de olsa eve vardığımızda sabah olmak üzereydi. En azından başımızı sokacak bir evimiz vardı. Sokakta yaşayan her canın işi zordu o ayazda. İnsan olsun, hayvan olsun… O yüzden apartmanın kapısına paspası sıkıştırıp kapanmasını engelleyen bir komşuya (her kim ise artık) sahip olduğumuz için mutlu oldum gece gece. İçeri üç kedi sığınmıştı. Queen ise sıcacık evinde, yediği önünde yemediği arkasında girmişti yeni yıla. Bazıları şanslı doğuyordu işte böyle. Tıpkı insanlar gibi. Eski bir hayat bilgisini yeni yılın ilk saatlerinde böyle tazeledim.
Televizyon kanallarında pek bir şey yoktu. Biz gençken yılbaşı geceleri televizyon başında en çok bu saatleri beklerdik oysa. Yabancı müzik bu saatlerde yayınlanırdı çünkü. Ne her yılbaşı televizyona çıkışı olay olan dansöz, ne Zeki Müren, ne de yılbaşından yılbaşına ekranda görünebilen Orhan Gencebay… Varsa yoksa CC Catch, Europe, Modern Talking bilmem ne… Gecenin bir yarısı olacak da bir saat, bir buçuk saat onları izleyeceğiz televizyonda.
Hakan Hepcan’ın NTV’deki yılbaşına özel şovunu tekrar gösteriyorlardı. Biraz ona baktım. Sefa Doğanay’ın Yıldız Tilbe ve Nur Yerlitaş taklitleri sinir bozucuydu. Söz konusu isimlerin taklitlerini Fehmi Dalsaldı’dan izlemeyi bin kere tercih ederim. Sadece sesi ile değil, jet ve mimikleriyle, tüm bedeniyle büründüğü kişiyi yaşayarak taklit edebilen bir adam Fehmi çünkü.
Hakan Hepcan’ın konuklarından biri de Simge’ydi. “Miş Miş”i canlı söyledi. İyi de söyledi. Trafiği çok karışık, canlı söylemesi zor bir şarkı ama hiç falso vermedi. Sinan Akçıl ise “1001 Gece” adlı şarkısını ilk kez seslendirdi ama tabii “playback” yaparak. Yine bir Justin Bieber kostümü ve saç modeliyle hedef kitlesini memnun etti muhtemelen. Zaten Twitter da bu yeni şarkının mükemmelliğinden, olağanüstülüğünden, bombalığından dem vuran “RT”lerden geçilmiyordu o vakitte hâlâ. Ne diyeyim, alan memnun satan memnun. Şarkı güzel yalnız. Yani en azından ilk dinleyişte öyle geldi kulağıma.
Başka bir kanalda Suzan Kardeş’in programının tekrarı vardı. Ona da Özge Fışkın konuktu. Suzan Kardeş’in benim diyen “talk-show”cudan daha iyi soru sorduğunu, konuğunu konuşturduğunu gördüm. Bir kez daha sevdim bu nevi şahsına münhasır kadını.
Sessiz ve sakin bir 1 Ocak öğleden sonrasına uyandık doğal olarak. Hem yılbaşı gecesi ertesi, okullar, iş yerleri tatil, hem de sokaklar kar beyaz. İnsanlar evlerine kapanmış, hava hiç olmadığı kadar temiz… Markete gittim geldim. Ot, Kafa, Bavul, Yumuşak G, Blue Jean ve Milliyet Sanat’ın yeni sayılarını aldım.
Blue Jean bu sayısıyla beraber format değiştirmiş. Neredeyse 30 yıldır “rock”çısından, “teenage-pop”çusuna yabancı müzik sevenleri pek memnun eden dergi artık bir müzik dergisi değil. Evet, format değişikliği mutlaka gerekliydi zira ‘80’lerde hadi bilemediniz ‘90’larda kalmış poster ve çıkartma geleneğini ısrarla sürdürmesinin bir anlamı yoktu. Ancak piyasada bu kadar kültür-sanat-politika yazıları dolu dergi var iken, onlarla aynı görsel formu benimsemek neyse de benzer içeriğe sahip olmak anlaşılır gibi değil. Müzik ekseninden ayrılmamalıydı bence.
Soner Arıca’nın yeni şarkısı “Saklı” da yeni yılın ilklerinden oldu. Şarkı da, klip de uzun zamandır görmeye, duymaya alıştığımızdan farklı bir Soner Arıca çıkarıyor karşımıza. İlk izlenimim bu oldu. Müzik dünyasından bir de ölüm haberi düştü internete bugün. Natalie Cole sonsuzluğa göç etmiş. Çok yakından takip ettiğim bir şarkıcı değildi ama babası Nat King Cole’u bir dönem dinlemelere doyamazdım. Bu yüzden de Natalie Cole’un babasının şarkılarını söylediğini “Unforgettable… With Love” albümünü uzun süre “walkman”imden düşürmemiştim. 65 yaşında hayata veda etmiş. Ben daha genç sanıyordum.
(25 Ağustos 2015 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
İzmir’de doğup büyüyen Esen Şeyda Özkulalı, ailesinin karşı çıkması üzerine konservatuara girememiş ama içindeki müzik tutkusu galip gelmiş ve lise eğitimi sonrası kendini sahnede bulmuş. Bir dönem İzmir Kent Orkestrası’nın solistliğini yapmış, Müfit Bayraşa’dan müzik dersleri almış, İzmir Büyükşehir Belediye Bandosu’nda hem solist hem de flütist olarak görev almış. Bir dönemse Türk pop müziğinin önemli isimlerinden biri olan Neco’ya sahnede eşlik etmiş. Halen devam eden bu süreçte, bir yandan da kendi şarkılarını yazmakta imiş. Esen Şeyda’nın kendi adını taşıyan ilk albümü 2015 Mart ayında Arpej Yapım etiketiyle yayımlandı.
Her ne kadar son yıllarda Türkiye müzik sektöründe ciddi bir kriz süregeliyor olsa da, sayısız yeni isim de ilk albümleriyle boy göstermeye çalışıyorlar. İşin doğası bu çünkü… Genç müzisyenler yetişiyor, üretim devam ediyor. Esen Şeyda da bunlardan biri. Yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığım sayısız deneyimden sonra, ürettiklerini bir albümle dinleyiciye sunmuş. Zaten bunu albümü dinlemeye başlayınca da anlıyorsunuz. Bir anlık hevesle ya da aceleyle yapılmış bir albüm değil bu. Buna karşın bir anda satış rekorları kıracak, kıyametler koparacak bir albüm de değil. Zaten sektörün bu şartlarında hangi ilk albüm bunu başarabilir ki?
Albümde söz ve müziği Esen Şeyda tarafından yazılmış 7 şarkı var. Düzenlemeleri ise Serkan Ölçer yapmış. Belli ki kayıtlar kısıtlı şartlarla yapılmış ama buna rağmen kolaya kaçılmamış. Bütün şarkılar akustik çalınıp söylenmiş. Bu bile tek başına alkışlanası bir çaba. Çünkü şarkılar tam da bunu isteyen türden şarkılar. Piyasadaki genel geçer pop algısının dışında, daha ziyade ‘90’ların o çok daha yaratıcı, söze de melodiye de çok daha fazla değer veren müzik anlayışı hâkim çünkü Esen Şeyda’nın bestelerinde.
Bu haliyle albümün, Yıldız Tilbe’nin ilk albümünü çağrıştırdığı da söylenebilir. Hem müzikal açıdan böyle bu, hem de Esen şeyda’nın sesi ve şarkı söyleme biçiminde Tilbe’nin erken dönemlerini hatırlatan bir tını var. Rahatsız edecek kadar benzer değil ama… Sadece anımsatacak kadar.
İlk klip şarkısı olarak seçilen ve albümün açılışında yer alan “Kopyam Yok”, bence albümün en zayıf şarkısı. Oysa “İçini Serin Tut”la çok daha etki bir çıkış yapılabilirmiş. Tek bir piyanoyla söylenmiş bu şarkı, bir klip ve biraz da destekle kolayca dillere dolanabilir. Albümdeki bir başka etkili aşk şarkısı olan “Beni Affet” ve caz tınıları taşıyan “Aşk Polisi” de heyecan verici şarkılar. İspanyol yürüyüşündeki “Saltanat Şehri”, bildik Fettah Can - Eflatun şarkıları çizgisinde. Yukarıda bahsi geçen ‘90’lar ekolüne en yakın duran şarkı ise hiç kuşkusuz “Mavi”. Bu şarkıda sözü ve melodisiyle tek başına etki yaratabilecekler arasında.
Albümün son şarkısı “İzmirli” ise alaturka melodisi ve eğlenceli sözleriyle ilk dinleyişte kulağa yer ediyor. Bu şarkı da ilk klip şarkısı olabilirmiş pekala.
Uzun zamandır bu kadar umut vaat eden bir ilk albüm dinlememiştim. Buna karşın Mart ayından bu yana Esen Şeyda isminin çok daha fazla duymamış olmamız olsa olsa strateji hatası olabilir. Albümün gerek ilk klibi, gerekse kapağı görsel açıdan dikkat çekmediği gibi, ters bir izlenim de yaratıyor. Ben ilk bakışta bir türkü albümü sanmıştım mesela. Klipte de olduğundan çok daha tecrübesiz görünen, kamerayı kullanmayı, vizöre bakmayı bilmeyen bir şarkıcı var.
Yine de henüz çok geç değil. Albümde Esen Şeyda’yı daha fazla tanıtacak, birden fazla dikkat çekici şarkı var. Bir stil değişikliği, daha özenli bir klip ve doğru seçilmiş bir şarkıyla devam edilirse, Esen Şeyda isminin hafızalara yer etmemesi için hiçbir sebep yok. En azından böylesi şarkılar yazan bir şarkı yazarı daha fazla şansı hak ediyor.
(Milliyet Sanat dergisi Ağustos 2015 sayısında yayımlanmıştır.)
Uzun yıllar sonra bir gün birisi onun hayatını anlatmaya koyulduğunda, sadece bir şarkıcının, bir şarkı yazarının hikâyesi olmayacak anlatılan. Tek başına bir kadının ayakta kalış, direniş, karşı duruş hikâyesi okunacak satır aralarından. Bu yazı bunun kısacık bir özetidir. Bu, bir uyumsuzun hikâyesidir.
Nil Karataşoğlu, konservatuarın keman bölümünde okumuş. Bir süre vokalistlik ve solistlik deneyimi olmuş. 2008 yılında Yemekteyiz programına katılıp, orada keman çalarak hafızalara yer etmiş ama asıl tanınırlığı O Ses Türkiye’ye katılması ile olmuş.
Hep burada tıkanıyorum zira şu yarışmayı hiç başından sonuna oturup izlemişliğim yok. Daha doğrusu izlemeye tahammülüm yok. Ne çare, böyle ara sıra o yarışmada görünmüş isimler albüm yapınca da cehaletimi görüyor, internetten bulup izliyorum videolarını. Nil Karataşoğlu’nun performanslarını da izledim. Farklı bir ses rengi, kendine has bir şarkı söyleme biçimi var. Bu önemli bir artı... Bunun albüme yansıdığı da söylenebilir. Çok değil ama… Bir miktar…
Nil Karataş, soyadındaki “oğlu” kısmını atmış bu albüm için. Sonra da Erhan Bayrak’ın müzik direktörlüğü ve aranjörlüğünde stüdyoya girip dört şarkı kaydetmiş. “Mühür” adını taşıyan ve Poll Production etiketiyle yayımlanan mini albüm böyle ortaya çıkmış.
Albüm, sözleri Gökhan Şahin’e, bestesi Emrah Karaduman’a ait “Can Durdukça” adlı şarkıyla açılıyor. Ardından Aslızen’in söz ve müziğini yazdığı “Mühür” adlı şarkı geliyor. Bu şarkıda Nil Karataş, Berkay’la düet yapıyor. Sonrasında bir Yıldız Tilbe “cover”ı çıkıyor karşımıza ki albümün tek hareketli şarkısı da bu. Söz ve müziği kendisine ait “Kolay Değil ki” adlı bu şarkıyı Yıldız Tilbe 2003 yılında yayımlanan “Yürü Anca Gidersin” adlı albümünde seslendirmişti ilk kez. Albümde bu şarkının bir de “remix” versiyonu var. Dördüncü şarkı ise söz ve müziği Emre Kaya tarafından yazılmış “Bana Sor”.
Bir kere şunu söylemek lazım ki, başından sonuna dek bu albüm bir Erhan Bayrak albümü olmuş. Bayrak, elini attığı popüler işlerde harikalar yaratmış bir aranjör evet ama bu defa kendine bir özgürlük alanı bulmuş ve onu gönlünce değerlendirmiş gibi gözüküyor. Sanayi tipi değil, daha müzisyen işi düzenlemeler var bu albümde çünkü.
Nil Karataş’ın şarkıcı olarak en fazla parladığı şarkı “Bana Sor”. Albümün en iyi şarkısının da “Bana Sor” olduğu rahatlıkla söylenebilir. Erhan Bayrak, kolay dramatize edilip, arabesk sosuna bulanabilecek bir şarkıyı sıkı bir düzenlemeyle başka bir yere taşımış. Alaturka kemanlar da olmasa basbayağı ‘70’ler “sound”una selam çakan “Kolay Değil ki”de ise Nil Karataş’ın Yıldız Tilbe etkisinde kaldığı çok açık.
Albümün ilk klip şarkısı ve adı olan “Mühür” de etkili bir şarkı. Karataş şarkının ara “intro”sunda keman çalarak, Ayça Tekindor’dan uzun yıllar sonra kendi şarkısında keman çalan ikinci kadın şarkıcımız payesini kazanıyor. “Can Durdukça” ise yine müzikal tadı yüksek düzenlemesi ve ilk kez albüm yapan bir pop şarkıcısı için “ağır” kaçabilecek sözleriyle dikkat çekiyor. Nil Karataş’ın şarkı söylerken kelimeleri açık ve net vurgulamak konusunda henüz yeterince yetkin olmadığı ise en çok bu şarkıda kendini gösteriyor.
Müzikal açıdan, bir ilk albüm için hiç de fena olmayan “Mühür”ün en büyük kusuru ise Tayfun Çetinkaya tarafından çekilen fotoğraflar ve o fotoğraflarda Nil Karataş’a biçilen imaj. Çünkü bu fotoğraflardaki kadın, klipte ya da yarışma videolarında izlediğimiz, onu da geçin sosyal medya fotoğraflarında gördüğümüz Nil Karataş’a hiç mi hiç benzemiyor.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.