Temelleri 2003 yılında atılan Sade, 2010 yılı Rock’n Dark yarışmasında birinci olarak adını duyurmuştu ilk kez. Ankara kökenli grubun yıllardır süre gelen albüm hayalini gerçeğe dönüştürmesi bu yarışmanın itici gücüyle olmuş. Sade’nin “Çocukluk Hayalleri” adını taşıyan ilk albümü geçtiğimiz aylarda We Play etiketiyle yayımlandı.
(Milliyet Sanat dergisi Şubat 2013 sayısında yayımlanmıştır.)
Bakmayın siz ozan kelimesinin Türkçe’de ilk akla getirdiği Karacaoğlanlara, Âşık Veysellere, Pir Sultan Abdallara… Ya da İngilizce sözlüklerde “poet singer” tabirinin karşısında ‘folk şarkıları söyleyen şarkıcı’ yazmasına… Ozan sözcüğü nicedir tüm dünyada kendi şarkılarını yazıp söyleyenlere yakıştırılan bir sıfat oldu. Yeni nesil ozanlar artık halk şarkıları söylemiyor, halkların yüzyıllardan bu yana süregelen yaşanmışlıklarına, anonimleşmiş acılarına, sıkıntılarına ya da sevinçlerine, coşkularına dair hikâyeler anlatmıyorlar. Onların tek derdi kendileri. Kendi dünyalarında, kendi hayatlarında olan bitenden ibaret tüm hikâyeleri. İletişim ve sosyalleşme çağının iletişimsizlik ve yalnızlıktan mustarip ruhlarından dökülen, kişisel ve aslında bu derece kişisel olduğu için evrensel hikâyeleri bunlar.
Halil Sezai’nin ilk albümünü hiç sevmediğim bir sır değil. Albümün kıyametler kopardığı günlerde bunu yazmıştım zaten. Ne ki ben gibilerin sayıca az kaldığı, Halil Sezai şarkılarının aylar boyunca dillerde dolaştığı ve albümün iyi satış yaptığı da inkâr edilemez bir gerçek. Çünkü Halil Sezai, tabiri cazise “damardan” yakalamıştı Türkçe müzik sevenleri. Hesaplı ya da hesapsız (artık orası bilinmez); memlekette popüler müzik popüler müzik oldu olalı başımızı alamadığımız arabesk duyarlılıkların, depresif ruh halinin, ezikliğin, mazlumluğun kitabını yeniden yazmış, “jazzy” düzenlemelerle soslanmış şarkıları, en arabesk sevmediğini iddia edene bile utanmadan dinleyebileceği, 2011 model bir alternatif sunmuştu.
Bu çıkarımlardan Fazıl Say misali bir arabesk karşıtlığı tezine doğru yol aldığım yanılgısını yaratmak istemem. O da olsundu, neden olmasındı?.. Kaldı ki popa ya da “rock”a arabesk tozları serpmeyen kaç kişi kalmıştı ki?.. Benim derdim sadece özünde yeni bir şey sunmayan bu önerinin ve neresinden baksanız kötü şarkı söyleyen bir tiyatro oyuncusu şarkıcının etrafında koparılan onca gürültüyle ilgili idi aslına bakarsanız. Siz de bilirsiniz ki genellikle çok sevilen, çok popüler olan işlerde bir bit yeniği aramak eleştirmenliğin şanındandır. Gelin görün ki boşa değildir bu çaba; o bit yeniği her nasılsa, hep vardır.
2012 yılı Mayıs ayında Serhat Karayiğit’le düet yaptığı “Her Neyse” isimli şarkı, Eylül ayında ise Seni Beklemek” adlı şarkısı dijital tekli olarak yayımlanan Halil Sezai’nin yeni albümü “Ey Aşk”, 2013 yılı Ocak ayında Dokuz Sekiz Müzik etiketiyle piyasaya sürüldü.
Şayet sadece ilk klip şarkısı olarak seçilen “Yangın Var”ı dinlediyseniz, Halil Sezai cephesinde değişen bir şey olmadığını düşünebilirsiniz rahatlıkla. Bir önceki albümün en çok ses getiren “hit”i “İsyan”ın çok yakınlarından geçen “Yangın Var”, tamamen yukarıda bahsi geçen formüllere yaslanarak dinleyenlere yine “damardan” depresyon enjekte ediyor çünkü. Haliyle de şu ana dek yakalanmış olan dinleyici kitlesinin beklentisini karşılamak adına, bu çıkış doğru görünüyor. Ve fakat uyarmalıyım ki, bu niyetle gidip albümü satın alanların bir parça hayal kırıklığına da hazırlıklı olmaları gerekiyor. Albümü dinlemeye başladığınızda daha ilk şarkıdan itibaren fark ediyorsunuz ki müziğinin çıtasını birkaç ölçü yukarı çıkarmaya gayret etmiş bir Halil Sezai var bu kez karşımıza. Türkiye’de popüler müziğin yolunun pek de geçmediği “blues” ve cazın arka sokaklarında gezinen “Ey Aşk” albüme tam da bu vurguyla, etkileyici bir açılış yapıyor. Hemen ardından gelen Engin Bayrak bestesi “Günaydın” ve sondan bir önce dinlediğimiz “Yağmur” da ise inceden bir Ortaçgil tadı alabilir ve şaşırabilirsiniz. “Garip”, caz yürüyüşüyle müzikal tadı yüksek bir şarkı. “Seni Beklerken” (ki bir önceki albüme adını verdiği halde albümde yer almıyordu), nakarat kısmında halk müziğine uzaktan göz kırpıyor. Tasavvuf müziğinin izini süren “Hayalimin Ortasında” ise nakarat kısmında fevkalade meyhane dostu alaturka bir şarkıya dönüşüyor ki ilk albüme ayılıp bayılanların bu şarkıyı da çabucak bağırlarına basmaları çok muhtemel.
Daha önce dijital tekli olarak yayımlanan “Seni Beklemek”de kendi iç sesiyle düet yapan Halil Sezai, depresyonun da ötesine geçip, doğrudan doğruya şizofreniye yelken açıyor. Albümün sonunda yer alan “Yok” ise nefis melodisiyle enstrümantal olarak albüme girseymiş şahane olurmuş ama üzerine yazılan sözler ve hele hele girişindeki şiirde önümüze itelenen terk edilmişlik dramı, şarkıyı salya sümük bir İbrahim Sadri romantizminin içine çekiyor ve Halil Sezai, on dördüncü ve son şarkıda dinleyeni yok yere bıçaklayıp öldürüyor. Halil Sezai’nin daha albüm yapmamışken internet üzerinden bir dinleyici kitlesi edinmesini sağlayan şarkılardan biri olan “Sen Ve Ben” ve nispeten pop tınlayan bir depresyon şarkısı olarak “Dön”, orta karar şarkılar. Fuzuli’nin dizelerinden bestelenmiş “Aşk Yakar” bir önceki albümden kaçıp gelmiş gibi duran, tipik bir Halil Sezai şarkısı. “Üşüyorsam” için de aynı şey söylenebilir. Halil Sezai’nin Tuğçe Soysop’la düet yaptığı “Dolunay”ı şarkıya adını veren kelimenin söylenişindeki prozodi hatası nedeniyle “Dolu Nâya” (ilk “â” uzun okunacak) olarak da dinleyebilirsiniz. Yok, ben buna takılmam derseniz, hiç de fena bir şarkı değil. İlk albümü bir türlü sevmemiş, sevememiş biri olarak “Ey Aşk”ı çok daha dinlenilebilir bulduğumu söyleyebilirim özetle. Halil Sezai şarkı söylerken yine sıklıkla abartıyor (ki en çok buna müptela olanlar var, biliyorum); hatta stüdyoya kör kütük, zil zurna girdiğine emin olacak hale geliyorsunuz yer yer (öylesi bir lafı sözü toparlayamama, dili dolanma hali.) Bunu artık onun karakteristiği kabul edip, fazla da üstüne gitmemeli miyiz bilemedim. Üzülüyor da insan bir yandan şarkılardaki adama, teselli edesi, “takma kafana abi, bulunur bir çaresi” diyesi geliyor.
Şaka bir yana, gündeme geldiğinden bu yana şarkılarında anlattığı adamın ötesinde, aslında pek de komik ve kendiyle dalga geçen biri olduğunu görmek ve öğrenmek şahsen benim önyargılarımda kırılma yaratmış olabilir. Ürettiğini kimliğine dönüştürüp, oynadığı role, söylediği şarkının, yazdığı kitabın kahramanına bürünen, öyle yaşayan, öyle dolanan o kadar çok insan var ki etrafta, Halil Sezai’nin memlekette depresyon batağına (?) düşmüşlerin kanaat önderliğine soyunması şaşırtıcı olmazdı. Neyse ki öyle olmadı. Buradan hareketle bir parça daha az iç karartıcı, bir parça daha fazla sevinçli, hatta belki esprili Halil Sezai şarkıları da dinleyebilmeliyiz bundan sonraki albümde. Bu dozun ayarını bulduğunda, hem çizgi dışına çıkmaya çalışan müzikal tavrının, hem de dinleyiciyi kolay yakalayan şarkı yazarlığının rengi daha çok ortaya çıkacak gibi görünüyor.
Şunu da eklemeden geçemeyeceğim ki bu albümün müzikal çizgisine şarkıların büyük çoğunluğuna imza atan aranjör Sadun Ersönmez’in katkısı gözle görülür derecede büyük. Ersönmez’in “Bir Başkadır Ayten Alpman” albümünde de belirgin şekilde hissedilen müzikal birikimi, pop ortalamasında değil belki ama böylesi başına buyruk işlerde kendini net bir biçimde belli ediyor.
Mehmet Turgut imzalı kapak fotoğrafları ve Berkcan Okar imzalı kartonet tasarımı, albümün baştan ayağa kahverengi hüznünün ilk bakışta habercisi gibi duruyor ki zaten bundan farklı bir şey beklemek de hata olurdu.
Kış aylarının ağır yağmurlarında, karlı, buzlu, çileli soğuğunda içinize kapana kapana bu albümün hakkını verdiniz verdiniz; veremezseniz yaz günlerinin uyku tutmayan terli gecelerini, açık pencere önlerini, balkonlarını mesken edebilirsiniz Halil Sezai şarkılarına. Ayrılık ve aşk acısı, hicran, gözyaşı ve keder (yazıda en fazla geçen kelime olan “depresyon”u bir kez daha yinelemiyorum artık) sadece bir albüm fiyatına. Derdiniz yoksa önermiyorum kesinlikle; durduk yere dert sahibi olmanın da bir anlamı yok. (Yazının başlığı mı?.. “Seni Beklemek”i dinleyin; başlık o şarkıda saklı.)
(25 Şubat 2013 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Aynı şehrin havasını soluyarak büyümüş, benzer eğitimlerden geçerek müziği hayatlarının merkezine yerleştirmiş iki müzisyenin birbirlerinden kilometrelerce uzakta internet sayesinde kesişen yolları, onları kendiliğinden gelişen bir müzik ortaklığına götürmüş. Hazal Selçuk ve Selim Doğru’nun Çağdaş Müzik Merkezi etiketiyle geçtiğimiz günlerde yayımlanan “Gece “ adlı albümünün hikâyesi kısaca böyle özetlenebilir.
Münir Nurettin Selçuk’un torunu ve Timur Selçuk’un kızı olması hasebiyle yüklü bir müzikal mirası omuzlarında taşıyan Hazal Selçuk’u henüz çocuk denecek yaşta katıldığı 1989 yılı Eurovision Şarkı Yarışmasında tanımıştık ilk kez. O yıl Grup Pan’ın bir üyesi olarak yarışmada “Bana Bana” adlı şarkıyla Türkiye’yi temsil eden Selçuk, sonrasında oyunculuk ve dans eğitimlerini de üzerine koyarak, hem icracı hem de eğitmen olarak kariyerini sürdürdü. İlk albümünü 2009 yılında yayımlayan Hazal Selçuk, popüler piyasanın içinde hiç olmadı ama takip edenlerin ayakta alkışladığı işlerle yoluna sessiz sedasız devam etti.
İlk üniversite eğitimini Türkiye’de aldıktan sonra Hollanda’ya giden ve oraya yerleşen Selim Doğru ise yıllardır hem tiyatro müziği, hem klasik müzik, hem de elektronik müzik alanlarında verdiği eserlerle yurt dışında adını duyurmuş, kabul görmüş bir müzisyen.
İki müzisyen geçtiğimiz yaz aylarında “Üç Nesil İstanbul” başlıklı konserlerle dinleyici karşısına çıkmıştı. “Gece” ise bu müzikal ortaklığın kalıcı meyvesi olarak dinleyenlere ulaşıyor. Albümde 11 şarkı yer alıyor. Bestelerin tamamı Selim Doğru’ya ait, 4’ü İngilizce olan şarkı sözleri ise Hazal Selçuk imzası taşıyor.
Şunu söylemeliyim ki basite, kolaya ve ucuza alıştırılmış ortalama müzik dinleyicisi için zor bir sınav bu albüm. Hem bestelerin müzikal yapıları, hem de metaforlarla yüklü şarkı sözleri kolay algılanabilir cinsten değil. Hazal Selçuk’un şan tekniğiyle, bir parça teatral, sesini yer yer bir enstrüman gibi kullanarak şarkı söylüyor; buna karşın Selim Doğru da lirik, coşkulu ve kabına sığmaz piyano virtüözlüğüyle yer yer solistle yer değiştiriyor. Bu iki sesin birbirine mükemmel bir biçimde eşlik etmesi, bir üçüncü ya da dördüncü, beşinci enstrümana neden ihtiyaç duyulmadığının da açıklaması oluyor zaten. Türkçe müzikte pek de alışık olmadığımız bu dinleme deneyiminin içine zor giriyorsunuz belki ama bir kez girdikten sonra nota nota, kelime kelime tadını almaya başlıyorsunuz her bir şarkının. Çok sade ama bir o kadar da zengin müzikal gücü kadar, kelimelerle kurduğu oyunlarla da dinleyiciyi peşinden sürükleyen şarkılar bunlar.
Dünyanın neresinde çalınırsa çalınsın dinlenebilecek, buna karşın bir Türk müzisyenin elinden çıktığı da her notasında hissedilebilecek besteleri ile Selim Doğru, yıllardır az sayıda müzisyenle milim milim yol alabildiğimiz evrensel kulvarda ilerlerken, Hazal Selçuk da ‘şarkıcı’ kavramına gündelik müziğin çizdiği sınırları ihlal ediyor. Bu neresinden baksanız cesur, sıra dışı ve fakat öyle olsun diye değil, alabildiğine içtenlikle kotarılmış albüme kayıtsız kalmayın.
(18 Şubat 2013 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Marmara Üniversitesi Rock Kulübünün çeşitli sponsorların desteğiyle 2012 yılında ilk kez hayata geçirdiği Big Band Üniversitelerarası Müzik Yarışması, aynı yılın Mayıs ayında sonuçlanmıştı. Yarışmada ilk üçe giren Karga, Stok ve Hasbelkader adlı grupların şarkıları bir albümde toplanarak geçtiğimiz günlerde Dokuz Sekiz Müzik etiketiyle piyasaya sürüldü.
Az sayıda da olsa yıllardır istikrarlı bir şekilde düzenlenen benzeri birkaç yarışma daha var ve hemen hepsi bugüne dek birçok amatör gruba ya profesyonellik yolunu açtı ya da en azından kariyerlerine bir kilometre taşı oldu. Ancak ilk kez majör bir müzik yapım firmasının böylesi bir yarışmaya bu şekilde destek verdiğini ve bu içerikte bir albüm yayımladığını görüyoruz. Genellikle yarışmalarda birinci olan grupların elde edebildiği albüm yayımlama fırsatının bu defa ilk üç gruba birden verilmiş olması, bu projeyi kendi başına önemli ve özel kılıyor.
Albümde üç grubun üçer şarkısı yer alıyor. Yarışmanın birincisi olan Kadıköy çıkışlı “rock” grubu Karga 2009 yılında kurulmuş. Grup, sıkı ve sert “sound”uyla dikkat çekiyor. Hepsi çok iyi çalıyor ama özellikle İlker Özer’in gitarda harikalar yarattığını söylemeliyim.
Yarışmanın ikincisi Stok, 2003’ten beri bir aradaymış. Daha önce Roxy Müzik Günlerinde jüri özel ödülü alan grup, icra bakımından gayet yetkin olmakla beraber, şimdilik ayırt edilebilir, ilk dinleyişte tanınabilir bir müzikal tavır göstermiyor. Özellikle orta karar pop sularında gezinen şarkı sözlerine bir parça daha özen göstermeleri lazım.
Big Band yarışmasından üçüncülükle ayrılan Hasbalkader ise 2009 yılından bu yana birlikte çalan dört müzisyenden oluşuyor. Diğer iki gruba göre daha melodik şarkıları olan grup, bu yönüyle ticari açıdan daha avantajlı gözüküyor. Müzikal tavır olarak “Brittpop”a yakın duran Hasbelkader de, tıpkı Karga ve Stok gibi, icra bakımından profesyonel grupları aratmıyor.
Sonuç olarak üç amatör gruptan, kulağa hiç de amatör gelmeyen kayıtlar dinliyor ve sadece bu nedenle bile bu tip yarışmaların, yeterli destek sağlandığında nasıl parlak sonuçlar verebileceğine şahit oluyorsunuz. Türkiye’de “rock” müzik adı altında önümüze sunulan kimi popüler işlerle kıyaslandığında, bu albüm neresinden baksanız umut verici.
Türkçe “rock” müzikte yeni bir şeyler dinlemek isteyenlere Karga, Stok ve Hasbelkader’i takibe almalarını öneririm. Her üç grup hakkında da sosyal medya hesapları üzerinden daha ayrıntılı bilgi edinebilmek mümkün.
Belirli birkaç şehre sıkışıp kalmış olsa dahi, Türkiye’de yeni grupların canlı müzik yapabileceği sınırlı sayıda mekân var. Hiç bir zaman büyük paralar kazanmasalar da en azından bu mekânlarda kendi dinleyici kitlelerini oluşturma ve deneyim kazanma şansı elde ediyorlar. Ancak iş albüm yapmaya gelince, bir destek olmaksızın gerekli finansmanı sağlamak bugünün şartlarında hiç de kolay değil. Hal böyleyken kısıtlı şartlarda kotarılan albümler de yeterince tatmin edici olamıyor. Buradan bakıldığında bugüne dek hiçbir yarışmada sağlanamamış bu imkâna sahip olmaları nedeniyle bu üç grubun büyük bir şans yakaladığını yinelemeliyim. Bu şansı ne derece değerlendirebildiklerini görmek ise bundan sonra yapılacak benzer işler için sektöre ve başka amatör gruplara önemli ipuçları verecek.
(11 Şubat 2013 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Her ne kadar bir grup adı gibi tınlasa da Ödül aslında tek başına bir solist. Ankara’da doğup büyüyen, üniversite eğitimi için gittiği Eskişehir’de kendini müzikle uğraşırken bulan Ödül Turan, 8 yıl boyunca çeşitli şehirlerde sahne çalışmaları yaptıktan sonra Funk Alaturka grubuyla tanışmış ve grupta şarkı söylemeye başlamış. Funk Alaturka’nın sahne performanslarından birinde keşfedilmesi ise ona ilk albümünü hazırlama fırsatını doğurmuş. Ödül’ün geçtiğimiz günlerde Poll Production etiketiyle yayımlanan mini albümü kendi adını taşıyor.
Albümde söz ve müziği Ödül’e ait beş şarkı ve bir de farklı versiyon var. Düzenlemeler ise aranjörlüğünün yanı sıra bir klarnet virtüözü olarak tanıdığımız Göksun Çavdar tarafından yapılmış.
Her şeyden önce çok dikkat çekici bir sesi var Ödül’ün. Ayırt edilebilir, kendine has, tok ve dolgun ses rengi neresinden baksanız baştan kazanılmış bir artı getiriyor ona. Üstelik bu avantajını sağlam bir şarkıcılık tekniğiyle de perçinliyor. Tek sorun, caz vokal tekniğinin etkisiyle yer yer sesli harflerin telaffuzlarında hata yapması (“Bunu Sen İstedin”deki “o yollarda” örneğinde olduğu gibi) ki bu da kısa vadede halledilemeyecek bir sorun değil.
Albümde Ödül’e yıllardır birlikte çalıştığı Funk Alaturka grubu eşlik etmiş. Buna karşın Ödül’ün müzikal çizgisini özetlemeye tek başına “funk” ve alaturka kelimeleri yeterli gelmeyebilir. Nitekim albümde caz da var, “reggae de, “ska” da var, “chill out” da.
Son dönemde böylesi türler ötesi müzikal denemeler hızla artar oldu. Türkçe popüler müziğin içine girdiği kısır döngüde yol açıcı, alternatif öneriler dinleyenlere de soluk aldırıyor. Yıllar boyunca pop şarkılarının içinde alaturka ya da halk müziği enstrümanlarını kullanarak “sentez” yaptığını iddia eden bir dolu müzisyen geldi geçti ama o malum “sentez” denemeleri her nedense Türkiye sınırlarının dışına hemen hiç çıkamadı. Oysa bu yeni nesil denemeler neresinden baksanız “dünyalı” işler. Nitekim Ödül’ün albümü de dünyanın herhangi bir yerinde dinlenildiğinde de kulakları zorlamayacak tınılar içeriyor. Coşkulu bir “ska” olan ve albümden ilk klip şarkısı olarak seçilen “Ada”, “reggae” ve cazı ustaca birleştiren “Bunu Sen İstedin”, pop-caz yürüyüşüyle “Hoşça Kal”, Latin ritimleri taşıyan “Madam”, etkileyici yaylı partisyonlarıyla “Çok Erken” ve “Çok Erken”in Okay Barış tarafından yapılmış “chill out” versiyonu ile albüm başından sonuna dinleyiciyi avucunda tutabilen şarkılardan oluşuyor. Şarkı sözleri de ona keza derli toplu, eli yüzü düzgün işler. Bir tek “Madam” şarkısında “adam olma” halinin zıddı olarak “madam olma”nın kullanılması fikrini, çağrıştırdığı cinsiyetçilik algısı nedeniyle sevmediğimi söylemeliyim.
Belki kısa vadede dillere düşüp, liste başlarını zorlayacak bir şarkı yok içinde ama, bu albüm Ödül’ün uzun vadede kalıcı bir yer edinebilme ihtimalinin habercisi gibi. Genellikle “cover” meselesine pek sıcak bakmasam da, albümde Ödül’ün tamamen kendi tarzında seslendirmesi kaydıyla tanıdık bir eski şarkıya da yer verilseymiş, albümün dikkat çekmesi açısından doğru bir strateji olabilirmiş. Bu haliyle albümün algılanması biraz zaman alabilir çünkü.
Albümün Aslı Dayıoğlu imzalı kapak fotoğrafları ve Enes Erkan imzalı kartonet tasarımındaki stilize imaj çalışmasını ise Ödül’ün tanınırlığına getireceği artı ve eksileri kıyasladığımda, biraz riskli bulduğumu söylemeden geçemeyeceğim.
(4 Şubat 2013 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Hem Yüksek Sadakat’in bir elemanı, şarkı yazarı ve müzisyen, hem de müzik eleştirmeni olarak tanıdığımız Kutlu Özmakinacı’nın “K”sı, yıllardır müzik piyasasının içinde olmasına karşın bugüne dek iki albüm yayımlamış Sibel Gürsoy’un “S”si ve Selçuk Sami Cingi, Burak Gültekin, Halili İbrahim Işık ve Volkan Öktem’den kurulu Esas Çocuklar’ın “EÇ”sinden adını alan SKEÇ, “Okyanus” adı verilmiş ilk albümüyle, 2012 yılının Aralık ayında dinleyici karşısına çıktı.
Her biri kendi alanında yol almış, isim yapmış müzisyenlerin bir araya gelip ortak bir proje üretmesi Türkiye’de çok sık rastlanan bir şey değil. Bu bile tek başına albümü ilginç ve merak edilir kılıyor. Ve beklenildiği üzere, ortaya çıkan iş, dinleyici hayal kırıklığına uğratmıyor.
Sony Müzik etiketiyle yayımlanan albümde söz ve müzikleri Kutlu Özmakinacı tarafından yazılmış 10 şarkı var. Düzenlemelere ağırlıklı olarak Selçuk Sami Cingi ve Kutlu Özmakinacı imza atmış, bazı şarkılarda ise albümde çalan müzisyenler de düzenlemeye katkı sağlamış. Zaten bu ortak ruh, işinin ehli müzisyenlerin güç birliği, albümün her dakikasında hissediliyor. Düzenlemeler, icralar ve kayıt kelimenin tam anlamıyla kusursuz.
Özmakinacı, grubun müziğini “yetişkin pop” olarak tanımlıyormuş. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de “ergen pop” denilen bir kavramın baskın varlığı söz konusu iken, bu tanım yerine cuk oturuyor. Çünkü hem müzikal anlamda, hem de şarkı sözlerinde hissedilir derecede yetkin, olgun, demini almış bir tavır gösteriyor SKEÇ. Bir yanıyla Bülent Ortaçgil-Zuhal Olcay ya da Leman Sam-Vedat Sakman işbirliklerindekine benzer bir olgunluk bu; bir yanıyla da şablonlarla sabitlenmemiş, çerçevesi dar tutulmamış, yeni ve benzersiz, bu yüzden de kıyas kabul etmeyecek bir yetkinlik.
Bu anlamda Kutlu Özmakinacı ve Selçuk Sami Cingi’yi “rock” müzisyeni, Sibel Gürsoy’u ise caz/pop solisti olarak tanıyor olmamız, albümde duyacaklarımızla ilgili bir fikir vermeye yetmiyor. Çünkü caz, pop ve“rock”ın yanı sıra, etnik pop, Latin ve Akdeniz müziklerinden soslar var bu “Okyanus”un içinde. Albümden ilk servis edilen ve klip çekilen Endülüs etkili “Heves”, nefis bir pop-caz örneği olan “Uzaktaki Yakın”, ‘70’ler Anadolu-popundan izler taşıyan “Okyanus” ve “Meçhul Asker” albümün ilk dinleyişte dikkat çeken şarkıları. “Meçhul Asker”de Kutlu Özmakinacı’yı şarkı söylerken dinlemek de albümün sonuna saklanmış bir sürpriz. Yıllardır kıymeti yeterince bilinmemiş Sibel Gürsoy’un ne derece iyi bir şarkıcı, Kutlu Özmakinacı’nın ise “rock” türü dışında da ne denli iyi şarkılar yazabilen bir söz yazarı ve besteci olduğu bu albümle bir kere daha tescilleniyor ki meydanın kötü şarkı söyleyen (hatta hilafsız şarkı söyleyemeyen) solistlere ve fabrikasyon üretime geçmiş yeteneksiz bestecilere kaldığı bir dönemde bu albümden çıkarılacak ders bu kadar da değil. Bora Tarhan imzalı kapak fotoğrafları ve Mazhar Bilgiç tarafından yapılan kartonet tasarımı dahi bir albüme gösterilen özenin nasıl sonuçlar vereceğinin ispatı gibi.
Önümüzdeki dönemde hem bu albümün arkası gelmeli, hem de Özmakinacı’nın daha fazla şarkısı, daha fazla albümde yer almalı, Sibel Gürsoy gibi bir ses çok daha fazla duyulmalı, dinlenilmeli. Umarım öyle olur.
Geçtiğimiz yıl on sekizinci kez dağıtılan Kral TV Müzik Ödüllerinin başladığı yıl hayata gözlerini açanlar şimdilerde yetişkin. Bu on sekiz yılda, bir müzik ödüllerinde olmaması gereken ne varsa hepsi oldu. Şaibeler mi çıkmadı, adaletsiz ödüller mi verilmedi, adam mı kayırılmadı, ödüller bazı firmaların/kişilerin tekeline mi kalmadı, aklınıza ne gelirse…
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.