Bir şarkı düşünün ki 30 yılı aşkın süredir dillerden hiç düşmesin. Defalarca ama defalarca yeniden seslendirilsin ve her kuşak onu başka bir sesten sevsin. Popüler müzikte çok şarkının kaderi unutulmaktır oysa. "Sen Mutlu Ol" unutulmayanlardan.
(26 Ağustos 2013 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Tunceli’de doğan Ender Balkır, kendini bildi bileli müzikle iç içe olmasına rağmen, üniversitede matematik eğitimi almış ve mezun olduktan sonra kendini öğretmenlik yaparken bulmuş. Ancak müzik sevgisi ağır basmış ve istifa eder etmez sahneye çıkmaya, müzik piyasasının içinde aktif olarak yer almaya başlamış. Radyo-televizyon-sahne üçgeninde devam eden müzik serüveni 2007 yılında yayımlanan ilk albümü “Ezim Ezim”le tescillenmiş. Meraklıları, TRT Müzik kanalında yayınlanan Sahne Biz programından ve çeşitli televizyon dizilerinde seslendirdiği türkülerden Balkır’ı uzun süredir tanıyorlardı zaten. Ender Balkır’ın ikinci albümü “Ahir”, geçtiğimiz günlerde Marka Müzik etiketiyle piyasaya sürüldü.
Müzik marketlerin halk müziği raflarında yıllardır stilize Karadeniz müziği yapan grup ve şarkıcıların, Ankaralı türkücülerin ve bilinen 20-25 türküyü evirip çevirip yeni düzenlemelerle söyleyen doğu-batı sentezcilerinin albümleri ön saflarda. Son dönemde buna bir de deneysel Kürtçe müzik albümlerini ekleyebiliriz. Buna karşın şöyle adıyla sanıyla, tadıyla, adamakıllı bir Türk Halk müziği aradığınızda parmakla sayılacak kadar az seçeneğiniz oluyor. İşte “Ahir”, tam da bu boşluğu dolduracak albümlerden biri.
Albümde Celal Güzelses, Zaralı Halil Söyler ve Muharrem Ertaş gibi her biri birer gelenek olmuş halk ozanlarından alınan türkülerin yanı sıra anonim türküler de var. Ama bunlar öyle her albümde karşımıza çıkan, artık dillere sakız olmuş türküler değil. Adeta iğneyle kuyu kazarak, başından sonuna son derece özenli bir repertuvar seçimi yapılmış ve seçilen 15 türkü, üslubunca, batı ve müziği alaturka enstrümanları kullanılmış dahi olsa halk müziği kalıplarının dışına çıkmadan, icra edilmiş, seslendirilmiş.Halk müziğine çok uzak olmama karşın, albümdeki birçok türküyü ilk kez duydum ve “Ahir” beni birçok başka sebebin yanı sıra, bu sebeple de mutlu etti.
Yıllardır otantik halk müziğinin tadını epeyce kaçıran abartılı şive gösterileri, arabesk gırtlak oyunları ve erkek türkücülerde adeta bir zorunluluk haline gelen yüksek perdeden tenor haykırışları yok bu albümde. Onun yerine doğal şivesiyle, abartısız ve tertemiz söyleyen bir türkü yorumcusu dinliyoruz. Ender Balkır’ın rengi çok belirgin, aralığı çok geniş ama en önemlisi de türkülerin derin duygusunu dinleyene birebir geçiren bir ses var. En çok da bu yüzden dinletiyor kendini. Söylediği her bir türkünün acısını, kederini, bazen de neşesini içinizde hissediyorsunuz.
Önder Meral’in müzik yönetmenliği ve aranjörlüğünü yaptığı albümde “Seyyah Oldum” türküsünde Sevcan Orhan, “İzzetli Hürmetli Bilirim Seni” türküsünde ise Cengiz Özkan, Balkır’a eşlik ediyor.
Alaturka bir şarkı olan “Batan Gün Kana Benziyor” ise Engin Aslan’ın düzenlemesi ile albümün sürprizi. Başta albümün açılışında yer alan “Çaya İndim Taşı Yok” olmak üzere, bir Celal Güzelses türküsü olan “Yollar Seni Gide Gide Usandım”, “Adil Efendi”, “Seyyah Oldum” ve Hanımın Çiftliği dizisi sayesinde popüler olmuş “Hüseynik”, albümün ilk dinleyişte dikkat çekenleri. “Karşı Bağda Sıra Bademler” ve “İğdenin Yolları” ise hareketli, şıkır şıkır türküleri sevenleri memnun edecek türden türküler. Sadece bunlar değil elbette; şayet türkü seviyorsanız, albümün bütünü başından sonuna dinlenilmeyi hak ediyor.
İçeriğine son derece uygun, ağırbaşlı ve şık bir kartonet tasarımıyla dinleyiciye sunulan “Ahir”, bu yıl yayımlanmış en iyi halk müziği albümlerden biri.
AĞUSTOS 2013
(20 Ağustos 2013 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Yurt dışında yetişmiş popçu kontenjanından Türk pop müziği saflarına 2007’de dâhil olan Atiye’nin dördüncü albümü “Soygun Var”, Pasaj Müzik etiketiyle geçtiğimiz aylarda müzik market raflarında ve dijital platformlarda yerini aldı. 10 şarkının yer aldığı albüm Atiye’nin kendi kulvarında başa güreşmeye niyetli olduğunu açık ve net bir biçimde gösteriyor.
Nispeten daha amatör tınlayan ilk albümünü bir kenara koyarsak, ikinci albümünden bu yana hep iyi isimlerle çalışarak işini şansa bırakmadı Atiye. Buna karşın iki büyük handikabı vardı: Birincisi her yurt dışında doğup büyümüş şarkıcı gibi başka bir dilin fonetiği ile şekillenmiş gırtlak yapısı ve diksiyonunun Türkçe şarkılarda kulağa hoş gelmemesi; ikincisi ise şarkılarının özellikle sözel anlamda çok hafif, fazla uçucu hatta yer yer çocuksu olması idi. Hem dans edip hem şarkı söylüyor olmasına kimsenin bir itirazı yoktu; hatta Türk popunda buna her daim ihtiyaç da vardı ama mesela ben kendi adıma kliplerini izlemeyi severken, hoş ve eğlenceli bulduğum şarkılarını uzun süre dinlemeye tahammül gösteremiyordum.
Atiye, “Soygun Var”ı ikinci albümünden bu yana birlikte çalıştığı İskender Paydaş’a emanet etmiş ve Paydaş da tüm hünerini göstererek son derece modern ve ruhu genç düzenlemelerle albümün çıtasını epeyce yükseltmiş. Ama hepsi bu kadar da değil. Bu defa öncekilere nazaran çok daha özenli bir şarkı seçimi yapılmış. Nazan Öncel’den Murat Güneş’e, Deniz Erten’den Bora Duran’a, hem popüler hem de iyi işler çıkaran söz yazarı ve bestecilerden alınmış şarkılar Atiye’nin yukarıda bahsi geçen engellerinden birini bu defa ortadan kaldırıyor. Albümün çıkış şarkısı olan ve bir Hint şarkısından Murat Güneş tarafından adapte edilen “Soygun Var”, Türk popunun epeyce istifade ettiği Yunan besteci Phouebus Tassoloulos’un bir şarkısından yine Murat Güneş tarafından uyarlanan “1 Hain”, Nazan Öncel’in esprili ve sıcak “Uyan da Gel”i, Deniz Erten imzalı “trendy” ve katıksız pop şarkısı “Senin Modan Asla Geçmez” albümün ilk dinleyişte dikkat çeken şarkıları.
Sözlerini Alişan Göksu ve Serhat Karayiğit’in yazdığı, bestesini İskender Paydaş’ın yaptığı “Bonkör Dünya” ve Bora Duran imzalı “Seviyorum” da diğerlerinin peşi sıra geliyor.
Sözlerini Alişan Göksu ve Serhat Karayiğit’in yazdığı, bestesini İskender Paydaş’ın yaptığı “Bonkör Dünya” ve Bora Duran imzalı “Seviyorum” da diğerlerinin peşi sıra geliyor.
Atiye ve babası Orhan Yılmaz bundan önceki albümlerde olduğu gibi bu albümde de birkaç şarkıya imza atmışlar. Bu albümde baba kızın dört şarkısı var. Ne var ki bu albüm gücünü diğer şarkılardan alıyor ve bu dört şarkı diğerlerine nispetle zayıf kalıyor. İskender Paydaş da bunun farkına varmış olmalı ki “Korkma”yı enteresan bir klavye soloyla, “Durma”yı (ki bu şarkının ikinci sırada olması da bence yersiz) oryantal bir yaylı ara nağmesiyle, “Ya Habibi”yi “vocoder” desteğiyle renklendirmeye çalışmış. “Sor” ise Emre Aydın düetiyle dinleyici için cazip hale getirilmiş. Zaten muhtemelen tıpkı Teoman’la düet yaptığı “Kal” gibi, “Sor” da Atiye hayranı olmayanların bile dinleyeceği bir şarkı olacaktır. Bu anlamda şarkı çok etkili olmasa da, baştan kazanılmış bir artıya sahip; bunu kabul etmek lazım.
Bence Atiye şarkı yazmak için harcadığı zamanı Türkçe telaffuz çalışmalarına ayırsa ve böylece diğer engelini de ortadan kaldırsa, uzun vadede çok daha kazançlı çıkabilir.
Bence Atiye şarkı yazmak için harcadığı zamanı Türkçe telaffuz çalışmalarına ayırsa ve böylece diğer engelini de ortadan kaldırsa, uzun vadede çok daha kazançlı çıkabilir.
Albümün Nihat Odabaşı imzalı fotoğrafları, Atiye’nin bu albümde ‘taytlı şirin kız’ imajından, daha iddialı bir genç kadın, bir pop-star imajına doğru yol aldığını işaret ediyor bize. Erman Yılmaz’ın posterli kartonet tasarımı da bunun altını kalınca çiziyor zaten.
AĞUSTOS 2013
(12 Ağustos 2013 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Onu tanımaya başladığımız ‘90’lı yıllardan bu yana ‘onun parmağı varsa, o iş iyidir’ dedirten müzisyenlerden biridir Murat Yeter. 1994 yılında “Hovarda” gibi bir düzenleme ile Türk popunun ortalama algısını sersem etmiş, oradan devam ederken yolu Deniz Seki’den Ajda Pekkan’a, Sezen Aksu’dan, Emel’e, bir dolu isimle kesişmiştir. Ülke müzik tarihinin parmakla sayılacak kadar az sayıdaki caz davulcusundan biri olmasına karşın pop müziğe de hem düzenleme, hem beste, hem de icra anlamında sayısız katkı sağlamış Murat Yeter’in ilk albümü “Asya”, geçtiğimiz günlerde Dokuz Sekiz Müzik etiketiyle yayımlandı.
Albüm ilk bakışta ‘aranjör albümleri’ furyasının bir uzantısı izlenimi verse de, işin aslı öyle değil. Çünkü Yeter bu albümde kendi müziğini yapıyor. Başrolde onun müziği, besteleri, düzenlemeleri ve davulu var. Yan rollerde ise isimleri albüm arka kapağına tek tek yazılan usta müzisyenler resmi-geçit yapıyor. Yanı sıra bazı bestelerine sözler yazılmış ve birer şarkıya dönüşen o besteler de şarkıcılar tarafından seslendirilmiş. Hatta bir “rap”, ve bir şiir de var albümde. Ama tüm bunlar bütünün parçaları gibi. Mesela sözlerini Sıla’nın yazdığı ve Ebru Gündeş’in seslendirdiği “Gönlümün Efendisi” alışageldiğimiz şarkı formunda değil; bir “B” ya da “C” bölümü yok. Aynı şekilde sözlerini Neslihan Demirtaş’ın yazıp Niran Ünsal’in seslendirdiği “Acı” da ikinci döngüye girmeden bitiveriyor. Bunlara anlam vermek için onları bağımsız birer şarkı gibi değil, albümle çıktığımız yolculukta uğradığımız duraklar gibi düşünmek lazım.
Ritim sazlar stüdyoda tonlaması ve indirgenmesi (miksajı) en zorlu sazlardır. Hele ki Ramazan davulu, asma davul gibi ele avuca sığmaz sesler çıkaran sazlardan ve dahi tencereden, tavadan, hatta cezveden de ritim üretecekseniz, işiniz birkaç misli zordur. Yani bütünüyle ritim sazların ön planda olduğu bir albüm kotarmak her babayiğidin harcı değildir. Bu albüm en çok bunun dersini verir gibi. Başından sonuna kulağı doyuran bir ritim ve dolu dolu canlı enstrüman zenginliği, bir virtüözite gösterisi… Tam da bu yüzden “Gönlümün Efendisi” ve “Acı” gibi şarkılarda ben ‘80’li yılların yüzde yüz canlı çalınmış ‘has’ arabesk şarkılarının tadını buldum. Ama hepsi bu değil tabii. Adını aldığı “Asya”dan yola çıkıp, Balkanlardan Ege’ye, oradan Arap Yarımadasına, sesimizi aldığımız coğrafyanın izlerini süren etkileyici bir müzikal bileşim dinliyoruz albüm boyunca.
Ritim sazlar stüdyoda tonlaması ve indirgenmesi (miksajı) en zorlu sazlardır. Hele ki Ramazan davulu, asma davul gibi ele avuca sığmaz sesler çıkaran sazlardan ve dahi tencereden, tavadan, hatta cezveden de ritim üretecekseniz, işiniz birkaç misli zordur. Yani bütünüyle ritim sazların ön planda olduğu bir albüm kotarmak her babayiğidin harcı değildir. Bu albüm en çok bunun dersini verir gibi. Başından sonuna kulağı doyuran bir ritim ve dolu dolu canlı enstrüman zenginliği, bir virtüözite gösterisi… Tam da bu yüzden “Gönlümün Efendisi” ve “Acı” gibi şarkılarda ben ‘80’li yılların yüzde yüz canlı çalınmış ‘has’ arabesk şarkılarının tadını buldum. Ama hepsi bu değil tabii. Adını aldığı “Asya”dan yola çıkıp, Balkanlardan Ege’ye, oradan Arap Yarımadasına, sesimizi aldığımız coğrafyanın izlerini süren etkileyici bir müzikal bileşim dinliyoruz albüm boyunca.
Albümdeki 11 bestenin 10’u Murat Yeter’e ait. Neslihan Demirtaş’ın sözlerini yazdığı, Yonca Lodi’nin seslendirdiği “Deli Efe”, bildik Ege türkülerinin, ama en çok da “Gerizler Başı” ve “Kırmızı Buğday”ın yakınlarından geçiyor. Ben olsam bu şarkının müziğine kendi imzamı koymazdım. Bir de Niran Ünsal’ın sesiyle katkıda bulunduğu “The Voyages Of Simbad” var ki bestesi Zadeh Michel’e ait. (Eserin orijinal ismi “LesVoyages de Simbad” aslında, böyle İngilizce-Fransızca karışık yazılmış her nedense kartonette.)
Halil Sezai’nin dinleyene melankolilerden melankoli beğendiren şiiri albümün bütününde tek eğreti duran iş gibi geldi bana. Hani olmasa da olur, hatta daha iyi olurmuş gibi. Albümde ilk ağızda sözlü şarkılar ön plana çıksa da, özellikle açılışta dinlediğimiz “Gel Geç” başta olmak üzere, her dinleyişte başka bir ince ayrıntısı kulağa dokunan enstrümantal besteleri de ıskalamamak lazım. Murat Yeter bu albümde daha popüler sularda yüzüyor belki ama bu albümün peşi sıra içindeki cazın yüzünü alenen gösterdiği bir albüm beklemek de hakkımız sanki.
Tek tek isimleri yazmaya yer yetmez ama albümün bütün kayıt ve “mix” safhasına eli değenleri, çalan her bir müzisyeni ayrı ayrı tebrik etmek lazım. Bir ‘davulcu’nun çalma anındaki hazzını kare kare fotoğraflamış Koray Kasap’ı da öyle.
AĞUSTOS 2013
(5 Ağustos 2013 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Ahmet Enes üniversite yıllarında gazetecilik eğitimi alırken bir yandan da radyo programcılığı yapmış, daha sonra televizyon işine girmiş ama müzik bütün bunlardan ağır basmış. İnternete koyduğu şarkıları onu radyo ve televizyondan tanıyanlar kadar tanımayanların da ilgisini çekmiş ve bunların içinden özellikle biri, “Cennet” Selim Gülgören tarafından seslendirildikten sonra Ahmet Enes’e müzikte profesyonellik yolunda ciddi bir yol açmış.
Ahmet Enes’in ilk albümü “Ahvâl”, geçtiğimiz günlerde Pasaj Müzik etiketiyle yayımlandı ve albümden radyo ve televizyonlara ilk olarak “Cennet” servis edildi. Halihazırda zaten bir “hit” olan şarkının bestecinin sesinden yorumu bu ilk albümün de en büyük kozu oldu. Zira bir şarkının düzenleme ve yorum farkıyla nasıl bambaşka bir hale gelebileceğine dair etkileyici bir örnek “Cennet”. Selim Gülgören versiyonu bir kulüp “hit”i iken ve bu versiyonda haliyle ritim ön plandayken, Ahmet Enes versiyonunda hem sözler çok daha fazla kendini dinletiyor, dinleyeni inandırıyor, hem de beste kulağa daha fazla yer ediyor. Bunda düzenleme kadar Enes’in sakin ve iddiasız ama etkileyici yorumunun da büyük payı var.
Ses tonu ve şarkı söyleme stili ile Tarkan ile Ahmet Özhan arası bir yerlerde seyrediyor Ahmet Enes. Telaffuzu son derece düzgün ve şarkıcılık tekniğinde alaturka etkisi çok belirgin. Buna karşın “Cennet”i bir kenara koyarsak, albümdeki diğer 9 şarkı Kutsi – Baha türevi bir stile yakın duruyor. Bu da ister istemez “Cennet”i dinleyip bir heves albümü satın alanlarda biraz hayal kırıklığı yaratıyor. Ben de yaratmadı dersem yalan olur. Çünkü “Cennet” kadar güçlü ikinci bir şarkı daha yok bu albümde. Beylik tabiriyle “kadife” gibi bir sesten, sıcak, sakin ve romantik aşk şarkıları dinliyoruz sadece.
Ses tonu ve şarkı söyleme stili ile Tarkan ile Ahmet Özhan arası bir yerlerde seyrediyor Ahmet Enes. Telaffuzu son derece düzgün ve şarkıcılık tekniğinde alaturka etkisi çok belirgin. Buna karşın “Cennet”i bir kenara koyarsak, albümdeki diğer 9 şarkı Kutsi – Baha türevi bir stile yakın duruyor. Bu da ister istemez “Cennet”i dinleyip bir heves albümü satın alanlarda biraz hayal kırıklığı yaratıyor. Ben de yaratmadı dersem yalan olur. Çünkü “Cennet” kadar güçlü ikinci bir şarkı daha yok bu albümde. Beylik tabiriyle “kadife” gibi bir sesten, sıcak, sakin ve romantik aşk şarkıları dinliyoruz sadece.
Eğer bu tarza düşkünseniz “Deva” ve “Bir Avuç Yalan” başta olmak üzere, albümün bütününü sevmemeniz için bir neden yok. Üstelik de yer yer türün klişelerinin dışına çıkan, dinleyeni standart 35 kelimelik lügate mahkûm etmeyen incelikli şarkı sözleri ve Hüseyin Çebişçi imzası taşıyan ve albümün en büyük artılarından biri olan kulak doyurucu düzenlemeler de yanınıza kâr kalabilir. Çalan her bir enstrümana tek tek kulak kabartabilmek, sade bir dinleyici olarak, bir şarkının düzenleme ve “mix”inden beklediğim şeylerin başında geliyor. Gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki, bu albüm bunu net bir biçimde karşılıyor.
Evren Arasıl tarafından çekilen fotoğraflar ve Erman Yılmaz imzalı kartonet tasarımı ile dinleyiciye sunulan albümün sade ve iddiasız görseli içeriğiyle uyum içerisinde. Pasaj Müzik gibi her etiketini koyduğu albümün dinlenilebilir olduğuna dair yıllar içerisinde yaygın bir kanı uyandırmış bir yapım firmasının Ahmet Enes gibi yeni bir ismi lanse ediyor olmasını da önemsemek gerekiyor. Kendi janrında iyi şarkı söyleyen ve üstelik şarkı da yazan bir müzisyenin uzun vadede kalıcı olacağını öngörmek zor değil. Ancak Enes’in müziğini ve kendisini Kutsi – Baha çizgisinden başka bir yere konumlandırmasının, bu uğurda gerekirse başka bestecilerden (mesela Febyo Taşel’den)de şarkılar almasının yerinde olacağını düşünüyorum.
AĞUSTOS 2013
MİRKELAM'DAN TÜRK POPUNA DARBE
(Milliyet Sanat dergisi Ağustos 2013 sayısında ve 12 Ağustos 2013 tarihli Milliyet gazetesi Cadde ekinde yayımlanmıştır.)
Düşünün ki ne Twitter var, ne Facebook… Bırakın sosyal medyayı, internetle bile tanışmamışız daha. ‘Viral’ diye bir reklam anlayışı da girmemiş lügatimize haliyle. Müziği kasetlerden dinliyoruz; bir de dönemin en süper teknolojisi, en yeni oyuncaklarımız olan özel radyolardan, televizyonlardan... Sonra günün birinde bir video klip düşüyor ekranlara. Klipteki şarkıcının adı bir acayip; müziği ve dahi fiziği de… Ama en acayibi, klip boyunca nedeni belirsiz bir şekilde, şuursuzca koşuyor olması. Peşinden kovalayan mı var, o mu birini kovalıyor anlaşılamıyor ama üç gün geçmiyor, tüm memleket bu ‘koşan adam’ı konuşur oluyor. Haliyle, aslında şöhrete koştuğuna kanaat getiriyoruz. Öyle de oluyor. “Kim bu Mirkelam?” sorusu, peşi sıra pek de iyi yönetilemeyen ve ilk etkiyi aynı güçle sürdüremeyen bir süreç içerisinde cevabını buluyor.
İSMİYLE MÜSEMMA
Soner Arıca’yı sahnede ilk kez ‘90’ların bir yerlerinde Açık Hava Tiyatrosunda yapılmış Yılmaz Zafer yararına bir gecede izlemiştim. Bir dolu şarkıcının katıldığı o gecede Arıca’nın sahneye çıktığı dakikalar benim için çay molasıydı aslına bakarsanız. “Mankendi, şarkıcı oldu işte; kendi çapında bir şeyler yapıyor,” gibi bir önyargım vardı çünkü. O ara herkes popçu oluyordu zaten. O da gelir geçerdi. Ama o gece sahnede tek bir şarkıyla izlediğim adam, enteresan bir şekilde etkiledi beni. Sahnede çok iyi duruyordu. O gece sahneye çıkan nice şarkıcıdan daha iyi duruyor, sahneye yakışıyor, sahneyi dolduruyordu. Niyeti de ciddiydi belli ki; müziği enikonu iş edinmişti. Yazdım bunu bir kenara ve o günden sonra Soner Arıca albümlerine daha fazla ilgi göstermeye başladım.
RAFET'E GICIK MISINIZ?
Enteresan bir müziği vardır Rafet El Roman’ın. Bazen sever, bazen ‘gıcık’ olursunuz. Ortası yok gibidir. Şahane melodiler yakalar, vasat sözler yazar, Alman aranjör destekli düzenlemeleri şarkılarını klasik Avrupa popuna (yetmişli yıllar Fransız, Alman, İtalyan şarkıları) yaklaştırır; tam kulağınıza hoş gelmeye başlamışken, o bir türlü düzeltemediği Alman aksanlı Türkçesi tadınızı kaçırır. Onu ilk tanıdığımız 1995 yılından beri böyle bu. Yani en azından benim için böyle. İlk albümündeki “Seni Seviyorum”lar, “Şu Hayatta”lar çok sempatik gelmişti mesela. Ardından macera dolu “Amerika”sını duyunca bizimle kafa geçtiğini düşündüm. 1996’da Ajda’ya verdiği “Bilsen Sevgilim”, birçok Ajda şarkısından daha çok Ajda şarkısı gibi geldi kulağıma. “Son Mektup”a, “Hanımeli”ne bayıldım. Aşkın Nur Yengi’ye eteklerini tuta tuta o pek sevdiği Latin danslarını yapma imkânı veren “Peşindeyim”i demode buldum. “Yalancı Şahidim” gibi şahane bir şarkıyla aynı albümde “Kumral Bomba“yı söyleyip, İsmail YK’lığa göz kırpmasına anlam veremedim.
2005’ten bugüne kadar gelen süreçte ise sanki başka bir kitlenin peşinde koşmaya başladı. Şarkılarının arabesk dozu gözle görülür biçimde arttı, şarkı sözleri vasatın iyice altında seyretmeye başladı ve galiba benim Rafet El Roman müziğine sempatim de bu dönem de azaldı. Hele geçen senenin en sevilen şarkılarından biri oluveren “Senden Sonra”, pek fenaydı. ‘Rafet iyiden iyiye Yıldız Tilbe’ye bağladı’ bile demişliğim vardır şarkıyı ilk duyduğumda. Yanlış olmasın, şarkıyı ve bu tarzı sevenlere bir sözüm yok; sadece tıpkı Yıldız Tilbe’den beklediğim gibi Rafet El Roman’dan da, en azından daha önce yaptıklarına hürmeten daha iyi şeyler duymayı bekliyordum.
Rafet El Roman’ın yeni albümü “Yadigâr”, geçtiğimiz günlerde Emre Plak etiketiyle piyasaya çıktı ve ne yalan söyleyeyim, uzun süre sonra nihayet beklediğim gibi bir Rafet albümü dinlerken buldum kendimi. Ve sevindim.
Bir kere tamamen kendi bestelerine yaslanmamış, önceki albümlerinde de zaman zaman birlikte çalıştığı söz yazarı ve bestecilerden bu defa daha fazla yararlanmış. Üstelik bunlar adlarını Türk müzik piyasasında çok sık duyduğumuz isimler değil. Yani El Roman’ın aranjöründen bestecisine, zaman içerisinde yarattığı kendine özel çevre, bu albümün altındaki itici güç olmuş.
Bununla beraber albümle ilgili yayılan ilk haber Rafet El Roman’ın “Yadigar” şarkısını Almanya’da yaşayan müzisyen Kerim Büyükarslan’dan 100 bin TL karşılığı satın aldığı oldu. İster istemez Rafet’in de artık İbrahim Tatlıses misali manevralarla albüm kotarmaya başladığını düşündüm. Yani kalpten değil, cepten harcayarak da çok satacak, çok tutacak albüm yapmak mümkündü. Haber doğrudur, yanlıştır, reklamdır, değildir orasını bilemem. Ama dinledim ve kabul ettim ki “Yadigâr” kolay akılda kalan, şeker şurup bir şarkı, bir yazlık “hit”. Albümü güzel açıyor ve bu tarzı severek dinleyenlerin kulak kesilmesini sağlıyor. Sonrası da çorap söküğü gibi geliyor zaten.
Gökhan Güneş’in 2012 yılında yayımlanan “Bunun Adı Aşk” albümünde yer alan, söz ve müziği kendisine ait “Kalbine Sürgün”, Güneş’i internet üzerinden keşfedenlerin sevdiği bir şarkı olmasına rağmen o dönemde yeterince dolaşıma girmemişti. Rafet El Roman bir uyanıklık edip şarkıyı almış ve bu albüm için Azeri şarkıcı Ezo ile düet yaparak söylemiş. Ve şarkı buradan yol aldı, şu sıralar ciddi ciddi “hit” oldu. Yani daha ikinci şarkıda ikinci golün atıldığına şahit oluyoruz. Sesi ve stili bir parça Şebnem Ferah’ı andıran Ezo da, bu şarkının gücüyle yıldızını parlatmış görünüyor. Tabii “ben seni şok sevdim” yerine “ben seni çok sevdim” diyebilseymiş tadından yenmezmiş, o ayrı. (Şarkıyı Şebnem söylese, muhtemelen o da “şok” derdi, o da ayrı.)
Sonrasında bakıyoruz ki turnayı bir kez daha gözünden vurup, bu defa da bir Barış Manço şarkısını yeniden söylemiş Rafet El Roman. Hani onca Barış Manço şarkısı arasında en çok hangisi Rafet El Roman’a yakışır diye sorsalar aklıma ilk bu şarkı gelir miydi, onu bilemiyorum ama, ancak bu kadar yakıştırabilirmiş kendine. Şarkıdan ince ince esen arabesk esintisi, sözleri filan sanki 2010’lu yıllarda Rafet El Roman söylesin diye düşünülüp yazılmış gibi. ‘90’larda söylese olmazdı; ama şimdi olmuş. Şarkıyı zaten severdim, Muazzez Ersoy söyleyince bile sevmiştim ki bu versiyon çok daha iyi.
Sonrasında bakıyoruz ki turnayı bir kez daha gözünden vurup, bu defa da bir Barış Manço şarkısını yeniden söylemiş Rafet El Roman. Hani onca Barış Manço şarkısı arasında en çok hangisi Rafet El Roman’a yakışır diye sorsalar aklıma ilk bu şarkı gelir miydi, onu bilemiyorum ama, ancak bu kadar yakıştırabilirmiş kendine. Şarkıdan ince ince esen arabesk esintisi, sözleri filan sanki 2010’lu yıllarda Rafet El Roman söylesin diye düşünülüp yazılmış gibi. ‘90’larda söylese olmazdı; ama şimdi olmuş. Şarkıyı zaten severdim, Muazzez Ersoy söyleyince bile sevmiştim ki bu versiyon çok daha iyi.
Bir de unutmadan, şarkının bu yakınlarda Nazlı tarafından da yeniden seslendirilmesi ve o versiyonun yok yere güme gitmesi de bir “cover” piştisinin doğal cilvesi oldu. Tıpkı geçenlerde şahit olduğumuz “Sultan Süleyman” vakası gibi. Bana sormayın, sorarsanız şarkının Erdem Kınay aranjesiyle epeyce hareketlenmiş Nazlı versiyonuna pek bayılmadığımı söylerim; hem Nazlı’ya hem de Nazlı’ya destek için klipte de oynayan Doğukan Manço’ya ayıp olur.
Albümde sözü müziği Rafet El Roman’a olan tek yeni şarkı “Ayrılık”, bildik El Roman romantizmine davetiye çıkarıyor. Davete icabet edip etmemek size kalmış. Peşi sıra ise bir Ender Gündüzlü düeti ile çıkıyor karşımıza Rafet. Şarkının adı “Körü Körüne”, sözleri Hakkı Yalçın ve Ender Gündüzlü’ye, bestesi ise Ender Gündüzlü ve Can Sanıbelli’ye ait. Rafet El Roman diskografisine daha önce “Sürgün”, “Yalancı Şahidim” ve “Bana Sen Lazımsın” gibi dikkat çekici şarkılar kazandırmış Ender Gündüzlü, 2008 yılında “Enderin” adını verdiği bir de solo albüm yapmıştı. İyi bir albümdü ama yeterince duyurulamadı. “Körü Körüne” Batı müziği normlarında, yavaş tempolu düet şarkıları sevenlerin ilgisiz kalmayacağını düşündüğüm bir şarkı. Çekilecek bir kliple alır yürür gibi. Sanırım bu şarkı Gündüzlü için de bu kez doğru bir çıkışa kapı açabilir.
Sırada söz ve müziği Çiğdem Şatıroğlu’na ait olan “Yollar” var. İzmirli müzisyen Çiğdem Şatıroğlu da Rafet El Roman’la tıpkı Ezo gibi, Müzik Benim Hayatım projesi sayesinde tanışmış. 2010 yılında Rafet El Roman’ın başlattığı bu projede bugüne dek adını duyurma fırsatı yakalayamamış genç müzisyenler, projeyle aynı adı taşıyan internet sitesine şarkılarını yüklemek suretiyle seslerini ve bestelerini kitlelerle paylaşabiliyorlardı. Rafet El Roman bu gençlerden 10 tanesini ortak bir proje albümünde buluşturacaktı. İşte Çiğdem Şatıroğlu da onlardan biriymiş ve hatta “Yollar”ı, o albüm için Rafet’le düet yaparak seslendirmiş. Ancak şarkıyı çok beğenen El Roman, karar değiştirerek kendi albümüne almış. Şarkı sadece bu albümün iyi şarkılarından biri olmakla kalmıyor, Çiğdem Şatıroğlu ismini bundan sonra sıklıkla duyacağımızın da sinyallerini veriyor.
“Mümkün Değil”, Azeri besteci Hüseyin Abdullayev’e ait bir şarkı. Şarkı Azerbaycan’da, üç erkek solistten oluşan Şeron adlı popüler bir vokal grubu tarafından seslendirilmiş ve epeyce de sevilmiş. Rafet El Roman şarkının sözlerini Azerbaycan Türkçesinden birebir adapte etmiş. Sezar’ın hakkı Sezar’a, bu şarkı da Rafet’e cuk oturmuş. Albümün en iyi şarkısı değil belki ama diğerlerinin arasında yabancı da durmuyor.
Hemen ardından gelen “Kumsaldaki İzler” ise ‘60’lı yıllarda hem Juanito hem de Selçuk Ural tarafından seslendirilmiş bir aranjman klasiği. Sözleri Fecri Ebcioğlu tarafından yazılmış şarkı, Rafet El Roman’ın zaten alışık olduğumuz eski stil Avrupalı pop müzik stilinin altını bir kere de “cover” kalemiyle çiziyor. Hiç öyle ‘modernize edelim, bugüne uyduralım, coşturalım’ kaygısına girmeden, gayet ‘60’lar tadında bir düzenleme yapılmış ve böyle yapıldığı iyi de olmuş. Aynı şeyi bir Ayten Alpman “cover”ı olan “İstersen” için de söyleyebilmek mümkün. “İstersen” bir ‘70’li yıllar şarkısı ve “sound” bu defa o yılların havalarından çalıyor. Bir kez daha yinelemek zorundayım ki Rafet El Roman bu şarkıyı da kendine çok yakıştırmış. Yani yukarıda bir yerde bahsini geçirdiğim, ‘doğru şarkı seçiminde İbrahim Tatlıses pratiği’ sahiden işe yaramış gözüküyor. Bu şarkının bu haliyle bir Rafet El Roman romantik “hit”ine dönüşmemesi için hiçbir sebep yok.
“Kumsaldaki İzler” ve “İstersen”in arasında ise Rafet kendi kendini “cover”lamış ve ilk albümünden “Leyla”yı yeniden söylemiş. Bu vesileyle şarkının 1995 versiyonunu da açıp dinledim ve Rafet El Roman’ın “Türkçemi bayağı düzelttim,” tezine ne kadar katılmadığımı bir kere daha tasdik etmiş oldum. Ses biraz kalınlaşmış, olgunlaşmış, hepsi bu. Yeni düzenleme ve özellikle de Göksun Çavdar’ın muzır klarnet solosu çok şahane, onu da ayrıca söylemek lazım.
Yeri gelmişken albümde bütün düzenlemeler Alman müzisyen Steffen Müller tarafından yapılmış. Rafet El Roman uzun süredir onunla birlikte çalışıyor ve belli ki hem Batı, hem Türk müziğine hâkim Müller, her defasında tamamen El Roman’a özgü bir iş çıkarıyor. Bu albümde de öyle olmuş. Her şey çok dozunda ve abartısız ki ayılıp bayıldığımız birçok Türk aranjörün en büyük kusuru da bu abartı meselesi zaten. Ben Rafet olsam, ben de Müller’den şaşmazdım sanırım.
Murat Çiftçi tarafından çekilen fotoğrafların ve Emel Yavuz imzalı kartonet tasarımının göze gayet hoş göründüğünü de eklemeliyim. Yeşil tonlarının hâkim olduğu tasarım, albüme şık bir görsel bütünlük sağlamış.
Sözün özü; Rafet El Roman’ı zaten severek dinleyenler daha da çok sevecektir, orası kesin. Benim gibi ara sıra ‘gıcık’ olanlarsa bu albümlük memnun kalabilir. Yok, eğer bütün bütüne önyargılıysanız, zaten bu yazıyı buraya kadar okumamışsınızdır nasılsa.
TEMMUZ 2013
Hakkımda
Yavuz Hakan Tok
Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.
Bu Hafta Çok Okunanlar
-
(Milliyet Sanat dergisi Şubat 2023 sayısında ve 5 Şubat 2023 tarihli Milliyet gazetesinde yayımlanmıştır.) 1997 yılında bir vesileyle Pre...
-
“Vayomini dö pua, yunaytıd kindım tu points… Lalmeyn di pua, görmıni ten points…” Ecnebi ülkeler birbirine böyle böyle puan dağıtırken bi...
-
(1984'ten Bugüne) Sezen Aksu'nun yeni albümünün piyasaya çıktığı bugünlerde, Türk popunun efsane albümlerinden "Sen Ağlama&q...
-
MABEL MATİZ - "FATİH" “Yahu bu ne? Bu zamanda 25 şarkılık albüm mü olur? Kim dinleyecek bunu?” “Şarkıların hepsi birbirine benz...
-
Seninle Üç Dakika 1975 - 4. Bölüm Külkedisi Masalı 15 Ocak 1958’de İstanbul’da doğan Semiha Yankı’nın 17 yıllık kısacık yaşa...
Arşivden
-
Yabancı Gelin Sonia, Türkiye'de nasıl ünlü bir sinema oyuncusu ve şarkıcı oldu?.. Yetmişlerde ona kim, neden açık çek verdi? Dillere...
-
ENBE ORKESTRASI - "SENDEN KIYMETLİ Mİ?" Bütün tartışmalara, eleştirilere rağmen popüler müzik piyasasında ENBE damgası vurulmuş ...
-
"Hani Peter Pan masalı gibi bir hayal dünyası vardır ya; orada kötülük yoktur, orada ihanet yoktur, orada acı çekilmez. Bizim şarkılar...
-
MABEL MATİZ - "FATİH" “Yahu bu ne? Bu zamanda 25 şarkılık albüm mü olur? Kim dinleyecek bunu?” “Şarkıların hepsi birbirine benz...
-
MUSTAFA BOZKURT – “YOL” Esinlenme, etkilenme, ilham alma, sanatın her dalında bir çıkış noktası olabilir. Önünde bir örneği, daha önce yap...