Deniz Seki’yi tanımam etmem. Değil yüz yüze gelmek, aynı ortamda bulunmuşluğumuz bile yoktur. Bir müzik dinleyicisi olarak müzikal çizgisini de başından bu yana abartıldığı kadar başarılı bulmamış, sıklıkla da eleştirmişimdir. Ama bunların hepsi bir tarafa, Deniz’in göz göre göre yaşadığı/maruz bırakıldığı haksızlık bir tarafa…
Ziynet Sali daha önce de Sıla şarkıları seslendirmişti ama ne denli başarılı olduğu tartışılırdı. Sıla gibi baskın bir karakteristiği olan bir şarkıcı ve bestecinin şarkılarını söylemek her zaman bir parça risk içerir ki bence önceki ortaklıklarında bu riskin olumsuz izleri çok belirgindi. Ancak Sali, Sıla’dan vazgeçmeyeceğe benzer. Hatta yeni albümünü tamamen Sıla’nın prodüktörlüğüne emanet ettiği de söyleniyor. Albüm ne zaman çıkar bilinmez ama öncesinde karşımıza çıkan şarkı “Bugün Adım Leyla” oldu.
DMC etiketiyle tekli formatında yayımlanan “Bugün Adım Leyla”, müzik market raflarına ise 3 disklik bir paket halinde konuldu. Sali’nin BKM Mutfak konserinden canlı kayıtların yer aldığı iki diskin birinde Türkçe, diğerinde ise Yunanca şarkılar yer alıyor. Üçüncü disk ise “Bugün Adım Leyla” şarkısını barındırıyor ve paket bir tek CD fiyatına satılıyor. Böyle güzellikleri daha sık görmek istiyoruz biz dinleyici tayfası. Konser kayıtları, ekstra diskler, hediyeli paketler yaygınlaşmalı. Albümler zaten satılmaz oldu; bari alanların verdiği paraya değsin.
Müziği Yunan müzisyen Christos Rantis’e ait “Bugün Adım Leyla”nın Türkçe sözlerini Sıla yazmış, düzenlemesini ise Efe Bahdır yapmış. Ziynet Sali şarkının klibini yine Nihat Odabaşı’na çektirmiş ve o da yine Hollywood filmlerinin o masalsı ve gerçeküstü dünyasını andıran karelerle bezeli bir klip çıkarmış ortaya. Bu bir Sali klasiği haline geldi artık. Şarkı zaten Akdenizli/Egeli... Atina’da çekilen klip de öyle. Ziynet Sali bunu güzel taşıyor ve bence bu şarkı da ona yakışmış.
Zaten daha önce de yazmıştım. Ziynet Sali bu kulvardan yürümeli. Disko kızı tavrı ve tarzı sakil duruyor üzerinde. Ha bu arada şarkı klibiyle birlikte fena halde yazı özletiyor insana. Yani her ağır şarkı sonbaharda sevilir diye bir kaide yok.
Alper Aksoy’un söz ve müziğini yazıp düzenlemesini de kendisinin yaptığı şarkısı “Aşk Bu” adını taşıyor. Küçük yaşlarda müzik eğitimi almaya başlayıp kendi şarkılarını yazmaya koyulan, konservatuarda müzikal eğitimi alan ve 2 yıl süresince “Sidikli Kasabası Müzikali”nde sahneye çıkarak deneyim kazanan Aksoy’un daha önce de Webeste Yarışmasında kazandığı bir ikincilik ödülü de varmış.
Altyapı, birikim ve nispeten deneyim tamam. Buraya kadar amenna… Şarkıdan ve çekilen klipten anlaşıldığı üzere ise hedef kitle öncelikle yabancı popüler müzikle haşır neşir olan 16-20 yaş arası. Standart Türkçe pop değil bu haliyle. Yüzü batıya dönük bir tarz. Buna da amenna. Şarkı bu anlamda hedef kitleyi doğru yerden yakalayabilecek de bir şarkı üstelik. Ama bir şey yanlış…
Kendine has ve etkili bir sesi, en azından farklı bir ses rengi var Alper Aksoy’un. Ama Türkçe telaffuz ve vurgu konusunda başarılı olduğu söylenemez. İngilizce bir şarkı söyler gibi söylüyor bu şarkıyı da. İzini sürdüğü müzikal türün şarkı söyleme biçimini aynen taklit ederken Türkçeden tamamen vazgeçmiş gibi görünüyor. Oysa buna gerek kalmadan da Türkçe bir şarkı Türkçe pop standartlarının potasına girmeden seslendirilebilir. Yani böyle söylemek söyleyen şarkıcıyı batılı yapmıyor. Yapsaydı şayet, Ajda ta ‘60’larda dünyaya açılmış olurdu.
Bunu bir kenara koyarsak, belli ki özenilmiş, üzerinde çalışılmış ve emek harcanmış bu şarkı ve klip, bir ilk adım için hiç de fena değil; onu da söylemek lazım.
Bazen bağırıp çağırmadan, slogan atmadan, gitarları cayırdatmadan ya da “anne” gibi, “mahpushane” gibi, “güneş doğacak” gibi klişeleri bağlamaya bulamadan da protest olabilirsiniz. Bazen mizahi bir cümle, en protest slogandan daha protest tınlayabilir. Gezi’de gördük bunu en çok. Geçmişte mahkemeye verilen karikatüristlerden, kitapları toplatılan mizah yazarlarından gördük. Tıpkı Mete Özgencil’in “Köprü”sü gibi, Önder Bilge’nin “Çıkamadım”ı da ince bir mizah geleneğinden süzülüp çıkagelmiş “protest” bir şarkı.
İstanbul’da konservatuar eğitimi aldıktan sonra Amerika’da iki yıl boyunca çeşitli üniversitelerde caz ve kompozisyon branşlarında araştırmacı ve eğitimci olarak görev yapan Önder Bilge, 1992 yılında Kuşadası Altın Güvercin Şarkı Yarışmasında Asya’nın seslendirdiği “Haykır Sevda Dağlarına” adlı bestesi ile birincilik ödülü kazanmıştı.
O zamandan bu yana sektörde müzisyenliğin yanı sıra, eğitmenlik, yapımcılık, yöneticilik, menajerlik gibi alanlarda da çalışan Önder Bilge’nin, 2005 ve 2012 yıllarında yayımlanmış iki de albümü var. Önder Bilge Project adıyla yayımlanan bu iki albümde de Bilge’nin enstrümantal besteleri yer alıyordu. 2014’ün Ağustos ayında dijital platformlarda Seyhan Müzik etiketiyle servis edilen “Çıkamadım” adlı şarkıda ise Önder Bilge bu defa sadece enstrümanist olarak değil, solist olarak da çıkıyor karşımıza.
“Soul”un, “funk”ın ve de cazın içinden geçen, geçerken “rap”i de kullanan, ama bunu burnu büyük ve snop bir edayla değil, son derece samimi ve içtenlikli bir biçimde yapan, çok sağlam bir müzikal zemin üzerinde alaycı ve esprili bir tavırla lafını söyleyen şahane bir şarkı “Çıkamadım”. Bir zamanlar Türkiye’de buna benzer işleri Mazhar-Fuat-Özkan yapardı ama ne olduysa oldu, o şarkıların neredeyse tamamı reklam filmi müziği oldu zaman içerisinde; anlamından ve değerinden kaybetti böylece. Neyse ki Bilge’nin böyle bir derdi yok. Zaten şarkının daha ilk cümlesi söylüyor bunu: “Şu televizyona işin yolunu bulanlar çıktı da, ben çıkamadım…”
Halk edebiyatının taşlama geleneğinden, ‘70’lerin hicivli şarkılarından ve yukarıda bahsi geçen o incelikli mizahtan nasibini almış şarkılar en çok bu sıralar lazım bize. Hele ki Önder Bilge gibi bir müzisyenin kaleminden çıkmış, onun müzikal yetkinliğiyle bezenmiş ise… Dinlemeli dinletmeli.
Murat Mor’un ilk teklisi “Köprü”, DMC etiketiyle servis edildi. Şarkı ile birlikte gönderilen basın bültenini aynen alıntılıyorum:
“7 Kasım İstanbul Kadıköy doğumlu.
Akrep burcu.
Kocaeli Üni. Gıda Mühendisliğinden mezun.
Haliç Üni. Konservatuarı Şan bölümünde bir kaç dersle son sınıfta takık,
verecek.
Bedel bu arada çıktı biz çıkamadık:)
Konse verecek, hakkını verecek.
VARSA...
Müziğin eğlencesini unutmayacak. METE ÖZGENCİL ile çalışıyorlar.
2.ŞARKI HAZIR-SLOW.
1.sevilirSE, talep kazanırSA elbette ÇIKARILACAK.
Sevgilerimizle...
04/12/2014
MURAT MOR - METE ÖZGENCİL”
Yazım hatalarını dahi düzeltmeden alıntıladım metni. Her bir albüm için basın bülteni gönderiliyor çünkü ama derdini bu kadar açık, net ve dolaysız anlatanını ilk kez görüyorum. Bu kadar basit aslında… Hem kendini okutuyor, hem de klişelerle dolu olmadığı için antipati uyandırmıyor. Yazım hataları da olmasa daha iyi olurdu tabii ama o da günümüz internet yazışmaları imlasına bir gönderme gibi de algılanabilir.
Popüler müzikte çok başka türlü şarkılar yazmış, çok başka türlü klipler çekmiş, çok başka türlü bir adam Mete Özgencil. Son yıllarda çok az sayıda işe imza attığını görür olduk. Oysa bu yaratıcılık, üretkenlik ve estetik fakirliği yaşadığımız günlerde o ve onun gibilere çok ihtiyacımız var. Nitekim Murat Mor’un seslendirdiği “Köprü” de Özgencil’in kıvrak zekâsı ve kaleminden dökülmüş esprili, eğlenceli ama bir taraftan da “anarşist” bir şarkı.
Murat Mor pozitif görünümü ve neşeli tavrı ile şarkının eğlencesini bütünlüyor. Şarkı, yapısı gereği Mor’un ne kadar yetkin bir şarkıcı olduğu konusunda bir fikir vermiyor belki ama en azından bir süredir dört yanımızı sarmış “içli” erkek şarkıcılardan biri olmadığını da gösteriyor.
(25 Aralık 2014 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Sadece Türk popunun değil, Türk gösteri dünyasının da nevi şahsına münhasır isimlerinden biridir Bora Ayanoğlu. Tiyatro ve sinema birer aile mesleğidir onun için. Gözlerini böyle bir hayata açar ve kendini sahnede bulur. Tiyatro ve sinema oyunculuğuna devam ederken, bir yandan da müzikle ilgilenmektedir. Çok geçmeden şarkıcı ve besteci olarak da çıkar sevenlerinin karşısına. Gerek kendi söylediği, gerekse başka şarkıcılara verdiği nice şarkısıyla da Türk popunun klasikleşecek bestecilerinden biri olur yıllar içerisinde.
lk 45’liğini 1971 yılında yayımlayan Bora Ayanoğlu, son olarak 1994 yılında “Aklım Sende” adlı albümünü piyasaya sürmüştü. Ayanoğlu’nun 20 yıl aradan sonra çıkardığı yeni albümü ise “Söz-Müzik” adını taşıyor. We Play etiketiyle geçtiğimiz günlerde yayımlanan albüm, adından anlaşıldığı üzere Bora Ayanoğlu’nun unutulmaz şarkılarından bir kısmını ve yepyeni şarkılarını yıllar sonra tekrar dinleyici ile buluşturuyor.
Bir kuşağın Zerrin Özer’in, bir kuşağın ise Teoman’ın sesinden tanıdığı “O Yaz”la başlıyor albüm. Enstrümantal versiyona nice Türk filminden aşina olduğumuz, Ayanoğlu’nun Yunus Emre dizelerinden bestelediği ve vakti zamanında Nesrin Sipahi’nin seslendirdiği “Yunus”, Alpay’ın sesinden bir klasik olmuş “Fabrika Kızı” ve bir dönem hem Bora Ayanoğlu’nun, hem de Gönül Akkor’un sesinden plak yapılmış, sonrasında ise Zuhal Olcay tarafından da seslendirilmiş “Güller ve Dudaklar” ardı ardına geliyor.
“Penceresi Önünde”, “Kırık Aynalar”, “Küçüğüm”, “Sevgi Var Ya”, “Rose Marie” yine her biri hafızalara yer etmiş Ayanoğlu şarkıları… “Ne Zaman Uzak Kalsam Senden”, “Bir Gün Tekrar”, “Hadi Çılgınım” ve “O Deniz Şehrinde” ise Ayanoğlu’nun bugüne dek gün ışığına çıkmamış besteleri.
Ayanoğlu’nun bir besteci olarak en önemli özelliği, çok etkili, kulağı çok çabuk kavrayan melodiler bulması ve bir o kadar etkili, yer yer toplumsal sorunlara, gündelik hayatın dertlerine ilişkin konulara girmekten çekinmeyen şarkı sözleri yazmasıdır. Onu ve şarkılarını hiç bilmiyor olsanız bile, bu albüm bu konuda yeterince fikir veriyor zaten. “Fabrika Kızı” gibi kaç tane şarkı yazıldı Türk popunda? “O Yaz”da anlatılan saflıkta bir aşk hikâyesini kaç şarkı anlatabildi? Ya yurt dışında da İngilizce sözlerle plak yapılmış “Güller ve Dudaklar”?.. Daha bu albüme girmemiş nice şarkıları var üstelik; “Adım Kadın” gibi, “Recep” gibi “Deli Etme Beni Aşk” ve benim en sevdiklerimden biri olan “Varmayın Üstüme” gibi… Umarım bu albümün devamı gelir ve o şarkılar da bugünün dinleyicisi ile buluşur.
Yıllardır sinema, televizyon dizisi ve reklam müzikleri de yapan, yani işin mutfağını da çok iyi bilen Bora Ayanoğlu, bu albümün müzik direktörlüğünü de kendisi üstlenmiş. Albümün prodüktörleri ise Zeynep Göktürk, Haluk Polat ve Barış Bahçeci. Son derece sakin, gürültüsüz patırtısız düzenlemelerle melodilerin ve sözlerin tadını çıkarmamız hedeflenmiş sanki. Ayanoğlu’nun yorumu da başından sonuna o dinginliği koruyor zaten. Nice “best-of” albümler gördük/dinledik ki şarkıları yeniden düzenlerken eski hallerini aratmışlardı bize. Neyse ki bu albümde öyle bir durum yok.
Bora Ayanoğlu ve şarkılarını bilen ve sevenlerin özlem gidereceği, pek az duymuşların ise çok şey öğreneceği bir albüm bu. Kaldı ki bu ülkede böyle de şarkılar yapıldığını hatırlamaya hepimizin ihtiyacı var bu ara.
(17 Aralık 2014 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Önce albümün adı çekiyor ilginizi. Sonra dinlemeye başlayınca bir an kafanız karışıyor. Saykodelik mi? Evet. Alaturka, hatta yer yer arabesk mi? Ona da evet. Yani deneysel ve haliyle alternatif… Üstelik bağımsız bir plak şirketinden plak formatında da yayımlanmış bir albüm. Yani sıkı bir “hipster”sanız sizi cezbedecek her şey bir arada. Yok, hiç o taraklarda beziniz yoksa da başka bir damardan yakalayabilir sizi. Bildiğiniz makamlı, nağmeli şarkılar var çünkü. Bazı şarkıların sözleri biraz yorabilir. “Ölü bir adama” nasıl ve niye âşık olunur? “O uzaya” neden ya gidilecek ya gidilecek mesela? Geleceğin “filler gibi” uçmasına ağlamalı mı sahiden? Biraz felsefe mi okumalı, metafiziğe mi girmeli? Ya da sahiden bir anlam aramalı mı?
Gaye Su Akyol’un “Develerle Yaşıyorum” adı verilmiş ilk albümü 2014 yılının Haziran ayında Olmadı Kaçarız Plakçılık etiketiyle yayımlandı. 1985 doğumlu Gaye Su Akyol, üniversite eğitimini sosyal antropoloji üzerine almış. Resim de yapıyor bir yandan ama alternatif müzikle yakından ilgililer onu Mai, Toz ve Toz ve Seni Görmem İmkânsız gruplarından tanıyorlar. Kimilerine göre maddi sorunları olmayan bir aileden gelmenin özgüveni ve rahatlığıyla müzik yaparken istediği kadar uçabiliyor; kimilerine göreyse müzikte nicedir kimsenin olmadığı kadar yenilikçi ve hatta devrimci. Birinci önermenin kötücüllüğü bir kenara, ikinci önermeye de katıldığımı söyleyemem.
Mesela alın “Biliyorum”u, koyun Nazan Öncel’in “Göç” albümüne. Hiç yabancı durmaz. “Abbas”ı alın, herhangi bir Babazula albümüne koyun; o da sırıtmaz. Daha bunun Replikas’ı var, Korhan Futacı’sı, Kara Orkestra’sı, Dandadadan’ı, Yasemin Mori’si var… ‘60’lara, ‘70’lere, Barış Mançolara, Cem Karacalara filan hiç girmiyorum. Yani Gaye Su Akyol’un müziğine çok özgün, çok farklı, çok şahane alkışları tutmak biraz abartılı olabilir. Denenmişlerin, yapılmışların içinden geçiyor nihayetinde. Ama evet, toplamda yakaladığı çizginin, bir bütün halinde albümün ilk dinleyişte yarattığı etkinin kulağa yeni geldiğini söyleyebilmek mümkün. En azından bu füzyon denemesinin tamamının değil ama büyük kısmının alaturka üsluplu ve de doğru düzgün bir vokalle paketlenmiş olması, “müziğim ne kadar alternatifse ben de kelimeleri o kadar gevşete gevşete söylemeliyim”cilerin suratına suratına çarpılabilir. Bir de çok sade, çok abartısız ve çok dozunda, şarkıların aksine hiç öyle yükseklerden uçmayan düzenlemeler ve icralar da kulak dolduruyor.
Albümde sekiz şarkı var. Biri hariç söz ve müzikler Gaye Su Akyol’un elinden çıkmış. Bir şarkıya ise Akyol, Ali Güçlü Şimşek ve Canavar Banavar’la ortak imza atmış.Ali Güçlü Şimşek ve Barlas Tan Akyol, albümde hem çalmış, hem de Gaye Su Akyol’la birlikte prodüktörlüğü üstelenmişler.
“Develerle Yaşıyorum” şarkısının bende çağrıştırdığı Tarantino havasını şarkının klibinde de görmek enteresan oldu. Ama bana kalırsa bu albümü “hipster” kesimin rakı mezesi olmaktan çıkarıp daha geniş kitlelere ulaştırabilecek yegane şarkı “Biliyorum” olabilir. Tabii kafa karıştırmak adına çıtayı biraz daha yükseltmek niyeti hâsıl olursa, “Abbas”ı Nalan Altınörs ya da Samime Sanay’la düet söylemek de enteresan bir sonuç doğurabilir.
Plağı henüz satın almadım ve plakta bu espri var mı yok mu bilmiyorum ama CD baskısında, CD üzerindeki beyaz dantel motifine bayıldığımı söylemeliyim. Alican Tezer imzalı kartonet ve kapak tasarımı ise bir dikkat çekici ama bir o kadar da sade.
2014 yılı içerisinde piyasaya çıkmış alternatif denemeler arasında öncelikli kulak kabartılabilecek, enteresan bir çalışma “Develerle Yaşıyorum”. İlgiyi hak ediyor.
(13 Aralık 2014 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.) Oynadığı oyunlarda, parodilerde ya da yaptığı taklitlerde söylediği şarkıları bir kenara koyarsak, Yasemin Yalçın ilk kez Suzan Kardeş’in 2009 çıkışlı “Makyaj Odası Şarkıları” adlı albümünde şarkıcı olarak karşımıza çıkmıştı. Gerçi, adından da anlaşıldığı üzere, o bir konsept albümdü ve Yalçın gibi başka tiyatro oyuncuları da şarkı söylemişti o albümde. Fakat şaka değil, içlerinde en dikkat çekici olanı Yasemin Yalçın’ın “Taht Kurmuşsun Kalbime” yorumuydu. “Bu kadın şarkı söylemeli, albüm yapmalı,” dediğimi hatırlıyorum dinlerken.
Geçenlerde aynı televizyon programına konuk olduğumuzda, o kaydı hatırlattım Yasemin Yalçın’a. “Önemli bir şey değildi, bir saat içinde girip alelacele okumuştum,” dedi. Bence önemliydi oysa. Mesela ben o kaydı bilmiyor olsaydım, Yasemin Yalçın’ın albüm yaptığı duyunca bu denli coşkuyla merak eder, dinler miydim bilmiyorum. Yalçın’ı sevmediğimden değil; aksine bayılırım komedyenliğine. Ama bir komedyen için şarkıcılığa soyunmak zor iştir. Sizi hep güldüren birinin ciddi ciddi şarkı söylemesini, hele ki acıklı şarkılar söylemesini çok kolay kabul edemeyebilirsiniz dinleyici/izleyici olarak. Bir de bu komedyeni tiplemeleriyle tanıdıysanız o güne dek, o daha da zordur.
Velhasıl, Yasemin Yalçın’ın merakla beklediğim ilk albümü “Arasırabesk” geçtiğimiz yaz aylarında Çimen’s Yapım etiketiyle piyasaya çıktı. Albümün adı kendini ele veriyor zaten. Yasemin Yalçın bu albümde bir dönemin sevilen arabesk şarkılarını seslendiriyor.Arabesk müziğe birazcık hâkimseniz, repertuarın çok sağlam olduğunu görüyorsunuz zaten.
“Sarhoş”, “Yağmurun Sesine Bak”, “İstanbul Sokakları” ve “Taht Kurmuşsun Kalbime” başta olmak üzere, çok şahane 10 arabesk klasiği bir araya getirilmiş. Mazlum Çimen’in prodüktörlüğü ve Necip Yılgın’ın yönetmenliği ve aranjörlüğünde kotarılan albümde Yasemin Yalçın değme arabesk şarkıcılarına taş çıkarıyor üstelik.
Kadın arabesk şarkıcıları kabaca iki kategoriye ayırmak mümkün… Naif, kırılgan ve içli içli şarkı söyleyenler bir tarafta, hoyrat, külhan ve erkeksi bir tavırla şarkı söyleyenler ise diğer tarafta. Yasemin Yalçın ise daha ziyade Gönül Akkorların, Mine Koşanların, Bergenlerin, yani külhan tavrın izinden gider gibi. Hatta Esengül’ü neredeyse taklit ediyormuş gibi söylediği Esengül şarkılarında bile Esengül’ün o kırılgan tavrı yok. Bu nedenle de albümde bazı şarkılar Yasemin Yalçın için doğru seçimler değilmiş gibi tınlıyor. ”Sarhoş” ve “İstanbul Sokakları” bunların başında geliyor mesela. Bunun aksine,” Sabrıma Borçluyum”, “Yağmurun Sesine Bak”, “Çok Geç Olmadan” gibi şarkılarda Yasemin Yalçın şarkıcı olarak çok daha etkili.
Zaman zaman küçük hataları, defoları olsa da, stüdyoda üzerinde fazla oynama yapılmamış vokal performansı ile Yasemin Yalçın her şeyden önce o yılların arabeskinin samimiyetini sıklıkla yakalıyor. Düzenlemeler de o minvalde olunca, ortaya çıkan iş bugün yapılan birçok arabesk albümden daha iyi olmuş. Kıyaslamak gerekirse, mesela hemen hemen aynı günlerde piyasaya çıkan Zara’nın “Derin Aşk” adlı arabesk albümünden daha “arabesk” bu albüm.
Merve Karahan tarafından çekilmiş fotoğrafları ve özenli kartonet tasarımıyla da göz alıcı bir albüm bu. Albüm kapak yazısına “Samimiyetimle” diyerek imzayı atmış Yasemin Yalçın. Ben o samimiyeti hissettim ve kabul ettim. Dinleyiciye ne kadar geçer, onu da zaman gösterecek.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.