Ne güzel bir şarkı yakalamış Kenan Doğulu. Sıcak, samimi ve içten… Demek ki illa ki “hit” yapacağım diye kasmamak, zorlamamak da işe yarıyormuş bazen. Demek ki illa genç görüneceğim, genç olacağım diye ‘90’lar gençliğinin klişelerinden (“Şans Meleğim”de olduğu üzere) medet ummak şart değilmiş.
2012 yılında yayımlanmış “Aşka Türlü Şeyler” albümünü kliplerle ite kaka 2014’e kadar getiren Kenan Doğulu’nun yeni teklisi “Aşk İle Yap”, geçtiğimiz günlerde Doğulu Müzik etiketiyle piyasaya sürüldü. Söz ve müziği Kenan Doğulu’ya ait şarkının akustik düzenlemesini Kenan Doğulu ve Mustafa Nuri Haybat, “Club Mix”ini ise Ozan Doğulu yapmış.
Şarkının hem sözleri derli toplu ve ayakları yere basan cinsten, hem de müzikal yapısı çapaksız, temiz. Akustik versiyonun düzenlemesi gayet usta işi, ona keza “Club Mix” de Türkiye’de “remix” denilince akla gelen standart sesler ve ritimlerden azade, modern, kulak dolduran, Batı standartlarında bir “mix” olmuş.
Kenan Doğulu’nun “şımarık çocuk”luktan “olgun müzisyen”liğe evrilişinin habercisi olabilir mi bu şarkı? Umarım ve dilerim. Teklinin kapak fotoğrafında boyunun bir miktar uza(tıl)mış olmasını da görmezden gelirim, dillendirmem o vakit.
2011 çıkışlı “Farkın Bu” adlı albüm, Ajda Pekkan’ı şarkıcı olarak sevdiğimiz ve çok da özlediğimiz çizgide karşımıza çıkarmış bir albümdü. “Yakar Geçerim”le yakaladığı çıkış da Ajda kariyerinin en parlak çıkışlarından biri olmuştu nitekim. Ama sonra ne olduysa oldu ve arkası pek de iyi gelmedi. Bir yanda yanlış şarkı seçimleri, yersiz bir biçimde farklı tür denemeleri, bir yanda da Ajda’nın şarkıcılığına ‘90’ların ilk yarısında hâkim olan o tuhaf, boğuk, gırtlak nağmeli tekniğine geri dönüşü… Tamamen zaman kaybı bir alaturka albüm, tamamen anlamsız “Nikâh Masası”, “Tanrı İstemezse” yorumları, Orhan Gencebay’ın albümündeki “Severek Ayrılalım”, Kayahan albümündeki “Gönül Sayfam” fiyaskoları, çok zorlama “Ara Sıcak” ve “Ben Yanmışım” ve hatta “Harika”…
Çok bilinen bir şey ki Ajda müzikte her şeye ama en çok da alaturkaya heves ediyor, bu nedenle de pek tutarlı bir çizgi izleyemiyor. Ama biz onun, vakti zamanında ne kadar iyi alaturka söylediğini zaten duyduk, biliyoruz. Hiç yormasa kendini... Ajda gibi söylese de dinlesek olmaz mı? Olmuyor demek ki.
Ajda’nın yeni teklisi “Yakarım Canını”, geçtiğimiz günlerde DMC etiketiyle piyasaya sürüldü. Herkes bir Gülşen ya da Serdar Ortaç şarkısı beklerken, gelen bilgiler hep o yöndeyken, ani bir karar değişikliğiyle bir Can Tanrıyar bestesini seslendirdi Ajda. Hepimizi ters köşeye yatırdı, doğruya doğru. Bu iyi mi oldu, kötü mü, o ayrı mevzu.
Can Tanrıyar adından dolayı şarkının etrafında Petek Dinçöz isminin dolaşmasını anlamsız buluyorum, onu söyleyeyim. Bu bir önyargıdır ve her önyargı gibi gereksizdir. Kaldı ki karşımızdaki Ajda. İsterse “Foolish Kazanova”yı bile öyle bir söyler ki parmaklarımızı ısırırız. Şarkıcıları şu veya bu besteciden şarkı söylesin ama bundan söylemesin diye sınırlandırmak hiç akılcı değil. Ancak şunu konuşabiliriz: Bu şarkı Ajda için doğru bir şarkı mıdır? Kendi adıma cevabım hem evet, hem de hayır.
Şöyle ki; klip için de tercih edilen ilk versiyonu dinlediğimde, her şeyiyle, “Sen İste” ve “Aynen Öyle” arasındaki dönemin havasını almıştım. Hâlâ da alıyorum. Buna Ajda’nın şarkı söyleme biçimi ve bu uzun saçlı görüntüsü de dâhil. Sanki “Cool Kadın” albümünde unutulup kalmış da yeni klip çekilmiş bir şarkı gibi. Hâl böyle olunca da heyecan vermemişti hiç. Yani en azından tekli olabilecek güçte gelmiyordu kulağa.
Buna karşın şarkının alaturka versiyonuna kelimenin tam anlamıyla bayıldım. Bunun birden fazla nedeni var. Öncelikle şarkının istediği müzikal yapı buymuş ve alaturka versiyonla ortaya çıkmış. İkincisi Volga Tamöz’ün bu düzenlemesi, o her bir alaturka sazın ince ince çalışındaki ihtişam, bütünde yakalanan o meyhane/gazino havası müthiş. Son yıllarda yayımlanmış hemen her alaturka albümü iştahla dinlemiş ama aradığını bulamamış biri olarak, bu stil bir icrayla bu teklide karşılaşmak şaşırtıcı olmadı desem yalan olur. Yanı sıra şarkının bu versiyonun canlı çalınıp söylenmiş olması da Ajda’nın yapmak istediğini daha rahat yapmasını sağlamış. Salıvermiş sesini, istediği gırtlak nağmelerini yapmış ve bu versiyonda bu hâli rahatsız edici olmamış. Ama aynı şeyi diğer versiyonlar için söylemek mümkün değil. Evet, şarkıcıya stüdyoda şarkıyı defalarca okutmak, sonra iyi yerleri kelime kelime, cümle cümle keserek birleştirmek artık olağan bir teknik ama bunun getirdiği ruhsuzluk da ayan beyan ortada. İşte alaturka versiyon o ruhsuzluktan nasibini almamış ve iyi olmuş bu yüzden.
Mesela şarkının benim gibi daha orta ve üstü yaşa hitap eden piyano versiyonunda Ajda, bildiğimiz Ajda gibi söyleseymiş dinlemelere doyulmazmış. Ama bir abartı, bir abartı… Her bir kelimeye fazladan vurgular, tonlamalar, jestler, mimikler eklemeler… Nedensiz, yersiz…
Çocukluktan bu yana süregelen müzik tutkusu, konservatuar eğitimi ve Serdar Ortaç, Yaşar, Gülşen gibi isimlerle geçen vokalistlik tecrübesiyle sektöre merhaba dediğinde aslında epeyce yol almıştı Simge. Ancak 2011 yılında yayımlanan “Yeni Çıktı” adlı 6 şarkılık albümü ona beklediği çıkışı getirmedi. Zira Demet Akalın’dan Gülşen’e uzanan bir müzikal çizgideydi albüm ve farklı bir yüz ve ses olarak Simge’nin dikkat çekmesini pek mümkün kılmıyordu. Açıkçası şarkıcı olarak da daha yeterince yetkin olmadığı hissediliyordu o şarkılarda.
2014’de “Bip Bip” adlı yeni bir şarkının dört farklı versiyonundan oluşan teklisi DMC etiketiyle yayımlandı. İşte bu şarkı farklıydı ve büyük bir “hit” olmasa da, Simge’nin kalabalık arasında fark edilmesinin ilk adımı oldu. Ve nihayet geçtiğimiz günlerde Simge DMC etiketiyle yayımlanan yeni teklisiyle bir kez daha karşımıza çıktı.
Teklide yer alan” Miş Miş” adlı şarkı bir uyarlama. İsrail kökenli Fransız şarkıcı Riff Cohen’in 2013 yılında yayımlanan ilk albümü “A Paris”nin ilk şarkısı “Dans Mon Quartier”, Sibel Algan’ın yazdığı sözlerle Türkçe’ye “Miş Miş” adıyla adapte edilmiş. Öncelikle şunu söylemek lazım ki ‘70’lerde yani Türkçe popun “Türkçe sözlü hafif müzik” diye adlandırdığı dönemde yabancı şarkıları sorgusuz sualsiz alıp Türkçeleştirmek çok olağandı ve kimse “telif” diye bir şeyden bahsetmezdi bile. Ama zamanla bu işlerin böyle olmadığı öğrenildi. Bugün bunu yapmak mümkün değil. Yabancı bir şarkıya Türkçe söz yazıp, onu Türkiye’de yayımlamak istediğinizde, öncelikle şarkının besteci ve söz yazarının bağlı olduğu edisyon şirketinden yazılı onay alıyorsunuz. Albüm künyesine de onların adını yazıyorsunuz. Nitekim bu şarkı için de böyle yapılmış. Yani internette gördüğüm kimi yorumlarda bahsedildiği gibi ortada bir “çalma, araklama, aşırma” yok. Bu ayrımı iyi yapmak ve kimseyi zan altında bırakmamak lazım. Eğer bir şarkıyı izin almadan olduğu gibi ya da kısmen alıp kullanır ve altına da kendi adınızı yazarsanız, işte “çalma, araklama, aşırma” o zaman söz konusu olur ki Türk popunda bunun da bilumum örnekleri vardır.
Üstelik, çok da başarılı bir adaptasyon bu… Evet Fransızlar, Cezayir bağlantılarının da etkisiyle ezelden beri oryantal müziklere ilgi duyarlar, Enrico Masias örneğinde olduğu gibi. Cohen’in bu şarkısı da Doğu Akdeniz müziğinin oryantal öğeleriyle süslü. Haliyle bizim kulağımıza da çok yatkın. Bu şarkıyı Türkçeleştirmek zaten tek başına iyi bir fikir bu yüzden... Bununla birlikte karmaşık bir trafiği ve söz dizimi olan bir şarkı “Dans Mon Quartier”. Yani söz yazarı Sibel Algan çok zor bir işe soyunmuş ve altından başarıyla kalkmış. Türkçede su gibi akıyor şarkı, kulağa zorlama gelmiyor. Bu işi ucundan kıyısından yapmış biri olarak, bunun hiç de göründüğü kadar basit bir iş olmadığının altını özellikle çizmek istedim.
Simge bu defa hem solist olarak, hem de klipteki görselliğiyle şarkıyı iyi taşımakla kalmamış, onu orijinalinden farklı bir yere de götürmüş. Tabii bunda düzenlemeyi yapan Ozan Bayraşa’nın da payı büyük. Riff Cohen versiyonundan daha dinamik, daha parlak bir “sound” çıkmış ortaya. Ve de Türkiye’de kolaylıkla “hit” olabilecek bir şarkı.
Simge, “Miş Miş”le bu yazın sürpriz çıkışlarından birini yaptı. Bakalım arkasını nasıl getirecek?
Şarkıyı ilk dinlediğimde, tıpkı Sıla’nın bir zaman radyoculara yaptığı gibi, Hande’nın de bize bir şaka yaptığını düşündüm. Üşenmedim, sosyal medya hesaplarına girip tek tek baktım. Şarkının bestecisi, aranjörü, yapımcısı da büyük bir şevkle ilan etmekteydi “Kış Kış”ın çıkışını. Hiç de şaka yapar gibi bir halleri yoktu. Nitekim aradan bir hafta geçti ama o cephede hâlâ aynı coşku devam ediyor. Bense hâlâ anlamaya çalışıyorum. Neyi mi?
Hande Yener’in Sinan Akçıl’dan ayrıldıktan sonra bir hırsla yayımladığı duble albümü “Mükemmel”de değerlendirilmemiş onca “hit” adayı şarkının neden çöpe gittiğini mesela (Hadi attık o albümü de bir kenara… Peki ya “Sebastian” gibi bir “hit”in ardından “Kış Kış” ne alaka?)
Hande Yener’in müzikal açıdan dibe vurduğu dönem olan “Teşekkürler” ve “Kraliçe” albümlerinin sorumlusu olarak Sinan Akçıl’ı görmekle Akçıl’a haksızlık edip etmediğimizi (Demek ki Hande, yanında Sinan olmadan da dibe vurabiliyormuş.)
“Kış Kış”ın neye, kime inat yazıldığını ve söylendiğini… Galiba en çok da bunu... Çünkü şarkının sözlerinden ve Yener ve tayfasının bir süredir sosyal medyada verip veriştirdiklerinden anlaşıldığı üzere rekabet yavaş yavaş renk değiştirip, hırs ve öfkeye dönüşmüş durumda. Hırs ve öfke tehlikedir oysa; her şeyden önce besleyip büyütene zarar verir. Elimizdeki örnek de bunu gösteriyor zaten. Zira koyu Hande hayranları arasında bile “Kış Kış”ı beğenmeyip olumsuz şeyler söyleyenler var ama Hande cephesinde ciddi bir savunma kalkanı oluşturulmuş durumda. Şarkıyı kim beğenmemişse, mutlaka altında başka mihrakların parmağı olduğu düşünülüyor. Sanırım Hande, önce “vizyon” toplantısında, yakınlarda da iftar yemeğinde hazır bulunduğu zat-ı muhteremden ziyadesiyle feyz alıyor. Kendi gibi düşünmeyen herkesi düşman ilan etmenin başka bir açıklaması olamaz.
Yani artık mesele sadece “Kış Kış”ın kötü bir şarkı olması değil (ki bence kötü bir şarkı.) Rekabetin getirdiği hırs ve öfkenin şirazesinden çıkmış olması. Oysa müzikte rekabet daha iyinin peşinden giderek yapılır; çıtayı daha aşağı, en aşağı çekerek değil. Kayahan-Nilüfer, Sezen Aksu-Onno Tunç örneklerini versem yeter herhalde. Ya da mesela Hande Yener’in 2014 yazında Açık Hava’da ve sonrasında birçok başka şehirde verdiği konserler, onun sahne üzerinde rakiplerinden (en azından o dönem için) üstün olduğunu göstermiştir. Ona keza, daha önce de yazdığım üzere yaz başı piyasaya sürülen “Sebastian” rakip ağlara atılmış şık ve güzel bir goldür. Ama “Kış Kış” nedir Allah aşkınıza?
Poll Production etiketiyle yayımlanan, söz ve müziği Berksan tarafından yazılan (malum filmin malum sahnesinden alıntıyla elbette) şarkının belki bir tek Turaç Berkay Özer imzalı düzenlemesinin elle tutulur bir yanı var. Ötesi için ne söylense boş. Ben olsam daha fazla ısrar etmeyip bu şarkıyı hiç yapılmamış gibi rafa kaldırır, hatta mümkünse unutturmaya çalışırdım. İlk anda tepki gösterilip sonradan sevilecek şarkılardan da değil çünkü bu. Benden söylemesi.
Kariyer hikâyesinin başlangıcında solfej, şan ve gitar dersleri, sonrasında ise Mustafa Sandal’a vokalistlik ve reklam ve dizi müziği seslendirmesi var. Albüm macerasında ise, 2004 yılında Burak Demir’in “Dreamin’ İstanbul” albümünün şarkılarına sesini vermesi, 2005’de de bu defa kendi adını taşıyan “Koku” adlı ilk albümü. Yakın zamanda Mustafa Ceceli’nin seslendirdiği “Hüsran” adlı şarkının söz ve müziğine Ali Cem Çehreli ile birlikte imza atan Beyza Durmaz’ın ikinci albümü “Olan Var Olmayan Var”, geçtiğimiz günlerde Poll Production etiketiyle piyasaya çıktı.
Adını yeni yeni duyurmaya başlayan bir şarkıcı için ilk albümden sonra 10 yıl ara vermek pek akıl kârı değil. Ancak Durmaz, bu süreçte müzikten hiç uzaklaşmamış, sahneye çıkmaya, şarkı söylemeye ve üretmeye devam etmiş. Şimdiyse yeni bir isimmiş gibi, ikinci kez popüler piyasada şansını deniyor denilebilir.
Dört şarkılık mini bir albüm bu… Dört şarkının dördü de Beyza Durmaz ve Ali Cem Çehreli’nin ortak çalışması. “Olan Var Olmayan Var”ın düzenlemesini Turaç Berkay Özer yapmış, diğer üç şarkı ise Ali Cem Çehreli tarafından düzenlenmiş. Kendi müziğini yapan Durmaz’ın haliyle popüler piyasanın standartlarından dışına çıkan, daha butik, daha samimi bir tarzı var. Sıcak, melodik, iddiasız , bir parça ‘90’lar popu tadında şarkılar bunlar. “Zengin Kalkışı”, “Vıdı Vıdı” gibi şarkı isimleri de ‘90’lara gönderme yapar gibi zaten.
Buna karşın özellikle bugünün yaygın sosyal medya uygulamaları sayesinde bir ritüele dönüşen, aşkı göstere göstere yaşama halini tam bir genç kız diliyle alaya almış “Olan Var Olmayan Var” eğlenceli bir şarkı olarak öne çıkıyor. Ki ilk klip de bu şarkıya çekildi zaten. Çok akılda kalıcı melodisi ve slogan sözleriyle “İlahi Adalet” ise benim albümdeki favorim oldu. Hayır, Demet Akalın’ın şarkısıyla arasında sadece isim benzerliği var; ne konusu ne de melodisi bir benzerlik taşıyor.
Daha orta tempoda yürüyen “Zengin Kalkışı” ve kıvrak ritmiyle kulağa yerleşen “Vıdı Vıdı” da eli yüzü düzgün şarkılar.
Beyza Durmaz şarkıcı olarak elinden geleni yapıyor yapmasına ama her bir şarkıda hep aynı şarkıyı söylüyormuş gibi. Mesela “Zengin Kalkışı”nın sözlerindeki hüzün dinleyene geçmiyor çünkü Durmaz bu şarkıyı da neşeli şarkılar kadar iyimser bir tınıyla söylüyor. Oysa bazen seste biraz pürüz, biraz kırıklık şarkıya doğru duyguyu katabilir.
Daha pop, daha az gürültülü, daha melodik şarkıları sevenlerin bayılacağı bir albüm bu. Cengiz Durmaz tarafından çekilmiş ve Durmaz’ın pozitif enerjisini yansıtan fotoğraflar ve Özgür Arcan’ın neşeli tasarımıyla oluşturulmuş kartonet de üç aşağı beş yukarı albümü dinlerken neyle karşılaşacağınız konusunda ipucu veriyor zaten.
Müzik piyasası içerisinde kendi yağıyla kavrulmaya çalışanlardan Selen Servi. Ne akım medyada çok sık görünüyor, ne dakika başı yeni bir şarkı/albüm yapabiliyor, ne de yaptığı şarkılar müzik kanallarının kısır döngüsünde kendine yer açabiliyor. Ama tüm bunlar onun iyi bir şarkıcı olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Müzik kanallarının kısır döngüsünde yer verilen, dakika başı yeni şarkı/albüm yapabilen, ana akım medyada sık sık görünen birçoğunu cebinden çıkaracak kadar iyi.
2010’da ilk albümü “Göze Aldım”ı çıkaran Servi, 2011’de de bu albümde yer alan “Aşk mı Oyun mu?” adlı şarkının “remix” versiyonunu tekli formatında yayımlamıştı. Servi’nin dört şarkıdan oluşan yeni albümü “Pardon… Bakar mısınız?” ise geçtiğimiz günlerde Söz Yapım etiketiyle yayımlandı.
Albümün adı tanıdık geliyor kulağa değil mi? Öyle çünkü. Daha önce Sezen Aksu’nun seslendirdiği Sibel Algan şarkısı “Pardon”u yeniden söylemiş Seren Servi. Sezen’in epeyce kalabalık “Yürüyorum Düş Bahçelerinde” adlı çift disklik albümünde bir parça hakkı yenmiş bu şarkının yeniden seslendirilmesi doğrusu iyi fikirmiş. Ozan Bayraşa’nın düzenlemesi ve Selen Servi’nin su gibi berrak ve temiz şarkıcılığıyla şarkı başka bir tat bulmuş.
Albümdeki bir diğer “cover” ise İlhan Şeşen’in “Rüzgâr”ı. Gündoğarken’in yanı sıra Leman Sam’ın da seslendirdiği, sonrasında Gündoğarken’in bu defa Vasiliki Papageorgiou ile Yunanca-Türkçe yeniden kaydettiği bu şarkının bir “cover”ına ihtiyaç var mıydı, ona emin değilim. Cihan Sezer’in düzenlemesi de, Selen Servi’nin yorumu da üzerine söz söylenemeyecek kadar iyi ve önceki yorumların altında kalmıyor ama ben olsam bu şarkı yerine, daha az dile düşmüş bir Şeşen şarkısını seçerdim.
Sözleri Selen Servi’ye, bestesi alp Yenier’e ait “Sade” ve söz ve müziği Selen Servi tarafından yazılan “Yaza Yaza” ise albümün yeni şarkıları. Alaturka enstrümanlar kullanılmış olsa bile, caz esintileri taşıyan düzenlemesi de şarkının adı gibi sade. Sözlerindeki yaşanmışlık ve bilgelik, hayatın gençlik telaşlarını yavaş yavaş bir kenara koymuşların kolayca farkına varacağı incelikler içeriyor. Koymamışların da kendine çıkaracağı dersler…
Albümün tek hareketli şarkısı “Yaza Yaza”nın düzenlemesi ise “Sade”nin düzenlemesini de yapan Cüneyt Yamaner’e ait. Hareketli dediysem, “eller havaya” değil elbette; Ege esintili, kıvrak bir ritim üzerine, yine bilge sözleriyle ferah, aydınlık bir şarkı “Yaza Yaza”. Aslında o ferahlık albümün tamamında hissediliyor. Kabul gören yargının aksine, tam da bir yaz albümü bu. “Beach”siz, lüks otelsiz, tatil köysüz, kulüpsüz, partisiz yaz günlerinin ama. Buldan bezinden kırık beyaz perdelerin uçuştuğu, mavi çerçeveli pencerelerden denizin göründüğü kireç beyazına boyalı bir pansiyon düşleyin mesela. Sıcağın hafif hafif kırıldığı bir yaz akşamında… Asmanın altındaki tahta masanın üzerinde de bir kadeh buzlu aslan sütü. Şimdi açın albümü, dinleyin…
Albüm kartonetinde dört şarkı görünüyor ama sürpriz kontenjanından, “Sade”nin akustik “demo” kaydı da albümün sonuna saklanmış. Kayıtın ses seviyesi biraz düşük kalmış ama olsun, sürpriz sürprizdir.
Gazeteci Elif Key’in kartonet yazısı, Murat Sargın tarafından çekilmiş nefis Selen servi fotoğrafları Fikr-i gg tarafından yapılmış grafik tasarımıyla çok özenli ve şık bir kartonetle satışa sunulan albüm iyi bir şarkıcıdan, iyi şarkılar dinlemek için birebir.
Daha önce Salt adlı grubuyla bir albüm yayımlayan Deha Özer, yoluna tek başına devam ediyor. Deha Özer, ’70 ve ‘80’lerde bir dolu şarkıda besteci ve söz yazarı olarak, bir dolu arabesk albümde de müzik yönetmeni olarak imzası bulunan ve 2007’de aramızdan ayrılan Özer Şenay’ın oğlu. Genlerinden gelen müzisyenlik, onun sadece şarkıcı olarak değil, şarkı yazarı ve aranjör olarak da karşımıza çıkmasıyla kendini gösteriyor.
Deha Özer’in dört şarkıdan oluşan mini albümü “Kalp Aşırı Seferler”, geçtiğimiz günlerde Talent Müzik etiketiyle yayımlandı. Albümün prodüktörlüğünü Can Temiz yapmış. Biliyorsunuz, Can Temiz Model grubunun hem beyni, hem de şarkılarının yazarı. Yine Model grubundan Fatma Turgut da Deha Özer’e vokal koçluğu yaparak destek vermiş. Şarkıların biri Deha Özer’e ait, diğer üçü ise Deha Özer ve Can Temiz’in ortak çalışmasıyla ortaya çıkmış. Düzenlemelerde de Deha Özer ve Can Temiz’in yanı sıra, Okan Işık ve Erim Arkman’ın imzalarını görüyoruz ki Okan Işık da yine Model grubundan.
Bu albüm, deha Özer’in Salt grubuyla yaptığı albümden hem müzikal anlamda çok farklı, hem de Deha Özer şarkıcı olarak çok farklı. O albümde standart Türkçe “rock” klişelerinden beslenen bir grup ve yeterince agresif ve sert olamayan ama olmaya çalışan bir solist olarak dinlediğimiz bir Deha Özer vardı. Bu albümde ise sesinin doğru tınladığı yeri bulmuş bir solist ve popa çok yakın duran “soft-rock” şarkılar var.
Hepsi çok melodik, kolay vuran, kulağa takılan şarkılar. Özellikle “Susma”da Model etkisi hissediliyor. “Cihangir Parkı” zaten ilk klip şarkısı oldu ki albümdeki en etkili şarkı da o. “Açık Yara”da Kenan Doğulu şarkılarının, “Aşk İçin Savaşalım”da ise Feridun Düzağaç şarkılarının (hayır; sadece “la la”dan dolayı değil) havası var.
Derli toplu, tertemiz, üzerinde özenle çalışılmış bir mini albüm bu. Deha Özer ismini belki bir çırpıda hafızlara kazıyacak kadar güçlü değil ama kariyer çizgisinin kilometre taşlarından biri olacak. Ben kendi adıma Özer’in bir sonraki işini merakla bekleyeceğim.
Nil Karataşoğlu, konservatuarın keman bölümünde okumuş. Bir süre vokalistlik ve solistlik deneyimi olmuş. 2008 yılında Yemekteyiz programına katılıp, orada keman çalarak hafızalara yer etmiş ama asıl tanınırlığı O Ses Türkiye’ye katılması ile olmuş.
Hep burada tıkanıyorum zira şu yarışmayı hiç başından sonuna oturup izlemişliğim yok. Daha doğrusu izlemeye tahammülüm yok. Ne çare, böyle ara sıra o yarışmada görünmüş isimler albüm yapınca da cehaletimi görüyor, internetten bulup izliyorum videolarını. Nil Karataşoğlu’nun performanslarını da izledim. Farklı bir ses rengi, kendine has bir şarkı söyleme biçimi var. Bu önemli bir artı... Bunun albüme yansıdığı da söylenebilir. Çok değil ama… Bir miktar…
Nil Karataş, soyadındaki “oğlu” kısmını atmış bu albüm için. Sonra da Erhan Bayrak’ın müzik direktörlüğü ve aranjörlüğünde stüdyoya girip dört şarkı kaydetmiş. “Mühür” adını taşıyan ve Poll Production etiketiyle yayımlanan mini albüm böyle ortaya çıkmış.
Albüm, sözleri Gökhan Şahin’e, bestesi Emrah Karaduman’a ait “Can Durdukça” adlı şarkıyla açılıyor. Ardından Aslızen’in söz ve müziğini yazdığı “Mühür” adlı şarkı geliyor. Bu şarkıda Nil Karataş, Berkay’la düet yapıyor. Sonrasında bir Yıldız Tilbe “cover”ı çıkıyor karşımıza ki albümün tek hareketli şarkısı da bu. Söz ve müziği kendisine ait “Kolay Değil ki” adlı bu şarkıyı Yıldız Tilbe 2003 yılında yayımlanan “Yürü Anca Gidersin” adlı albümünde seslendirmişti ilk kez. Albümde bu şarkının bir de “remix” versiyonu var. Dördüncü şarkı ise söz ve müziği Emre Kaya tarafından yazılmış “Bana Sor”.
Bir kere şunu söylemek lazım ki, başından sonuna dek bu albüm bir Erhan Bayrak albümü olmuş. Bayrak, elini attığı popüler işlerde harikalar yaratmış bir aranjör evet ama bu defa kendine bir özgürlük alanı bulmuş ve onu gönlünce değerlendirmiş gibi gözüküyor. Sanayi tipi değil, daha müzisyen işi düzenlemeler var bu albümde çünkü.
Nil Karataş’ın şarkıcı olarak en fazla parladığı şarkı “Bana Sor”. Albümün en iyi şarkısının da “Bana Sor” olduğu rahatlıkla söylenebilir. Erhan Bayrak, kolay dramatize edilip, arabesk sosuna bulanabilecek bir şarkıyı sıkı bir düzenlemeyle başka bir yere taşımış. Alaturka kemanlar da olmasa basbayağı ‘70’ler “sound”una selam çakan “Kolay Değil ki”de ise Nil Karataş’ın Yıldız Tilbe etkisinde kaldığı çok açık.
Albümün ilk klip şarkısı ve adı olan “Mühür” de etkili bir şarkı. Karataş şarkının ara “intro”sunda keman çalarak, Ayça Tekindor’dan uzun yıllar sonra kendi şarkısında keman çalan ikinci kadın şarkıcımız payesini kazanıyor. “Can Durdukça” ise yine müzikal tadı yüksek düzenlemesi ve ilk kez albüm yapan bir pop şarkıcısı için “ağır” kaçabilecek sözleriyle dikkat çekiyor. Nil Karataş’ın şarkı söylerken kelimeleri açık ve net vurgulamak konusunda henüz yeterince yetkin olmadığı ise en çok bu şarkıda kendini gösteriyor.
Müzikal açıdan, bir ilk albüm için hiç de fena olmayan “Mühür”ün en büyük kusuru ise Tayfun Çetinkaya tarafından çekilen fotoğraflar ve o fotoğraflarda Nil Karataş’a biçilen imaj. Çünkü bu fotoğraflardaki kadın, klipte ya da yarışma videolarında izlediğimiz, onu da geçin sosyal medya fotoğraflarında gördüğümüz Nil Karataş’a hiç mi hiç benzemiyor.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.