Uzun süredir bu kadar iyi bir gösteri izlememiştim, ne yalan söyleyeyim. İçim aydınlandı, ferahladım. Kendimi bir süreliğini de olsa içinde geçtiğimiz karışık ve karanlık günlerden, kaostan, kardan kıştan, soğuktan soyutladım, müziğin, dansın, ışığın, sesin büyüsüne kaptırdım. Bana çok iyi geldi. Hele ki amatörlüğün artık neredeyse bir paye, bir övünç payı, iş alma kriteri haline geldiği ve bunun adına da “samimiyet” dendiği bu dönemde, her bakımdan profesyonel bir iş izlemek üzerimdeki karamsarlığı biraz olsun atmama sebep oldu. Tazelendim.
4. SİHİRLİ MİKROFON RADYO ÖDÜLLERİ ÖDÜL TÖRENİ (11 ŞUBAT 2016)
Tatsız, tuzsuz, eğlencesiz, ruhsuz, duygusuz, inceliksiz çünkü kültürsüz ve sanatsız yarınlara koşar adım gidiyoruz. İçimiz boşalıyor, kuruyoruz. Kurutuluyoruz daha doğrusu. Çoraklaştırma, susuzlaştırma, duyarsızlaştırma ve hatta beyinsizleştirme harekâtı televizyonlar, radyolar, gazeteler, dergilerle yani insanlık tarihinin en etkili silahlarıyla tam gaz devam ediyor. Kavruk sesi, bozuk diksiyonuyla kötü şiirler okuyan adamları, ağzında sakız varmış gibi konuşurken dünyanın en geri zekâlı cümlelerini bile ancak kafa göz yararak kurabilen aciz kızları alkışlıyoruz. Sözü noksan, müziği noksan şarkıları seviyor, sesi noksan şarkıcıları besleyip büyütüyoruz. Geçmişi inkâr ediyoruz topyekun, yok sayıyoruz. Kendimizden başlatıyoruz tarihi, kendimize yontuyoruz adaleti ve sonra kendi yalanımıza kendimiz inanıyoruz.
(Milliyet Sanat dergisi Ocak 2016 sayısında yayımlanmıştır.)
“Bir Çapkın Dilenci” takma adlı Ekşi Sözlük yazarı, “sesi sigara kokan adam” diye tanımlamış Mehmet Erdem’i. Sigarayla, sigara kokusuyla başınızın hoş olup olmamasına bağlı olarak bunu iyiye de yorabilirsiniz, kötüye de. Nitekim Mehmet Erdem’in sesini seven de var sevmeyen de. Son üç yıldır ülkenin canlı müzik yapılan mekânlarında en çok rağbet gören isimlerinden biri olduğu düşünülürse, seveni daha çok gibi. Bu zamanda bir pop şarkıcısının geniş kitlelerce sevilmek için iyi sesten daha fazlasına sahip olması gerektiği ise bir sır değil. “Duruş” denilen şey mesela… Pek beylik, hatta komik ve bir o kadar da muğlak bir kelime belki ama nice popüler figürü rezil eden de vezir eden de, yaptığı işin kıymetini azaltan ya da arttıran da çoğu zaman duruşu oluyor; bu da bir gerçek.
Popüler figürleri kimi zaman bize hiç benzemediği, kimi zamansa bize çok benzediği için severiz. Mehmet Erdem ikinci gruba girenlerden. Sokakta yanımızdan gelip geçen herhangi bir kara kuru adamdan, her ailede mutlaka en az bir tane bulunan o sessiz sakin ağabeyden, kardeşten, dayıdan ya da kafa dengi bir arkadaştan, “kanka”dan “kaardişim”den farksız. Sahnede, ekranda boy gösterirken de böyle bu, stüdyoda şarkı söylerken de. Geçen yıl yaptığımız röportajdan biliyorum, oturup sohbet ettiğinizde de böyle. Yani aslında sesinin çapağı yüzünden çokça benzetilen Leonard Cohen - Tom Waits bohemliği değil söz konusu olan. Ya da fiziğinin ilk anda çağrıştırdığı türden bir karanlık, içine kapanık ve sırlı adam da değil. Hal böyle olunca, bunca sevilmesini de yine pek beylik, hatta komik ve bir o kadar da muğlak bir kelime açıklayabilir ne çare: “samimiyet”.
İLERİ GÖRÜŞLÜ KÜLT ŞARKI
Solistlik performansını bir kenara koyarsak, yaptığı müziği hafife almak hiç de âdil olmaz. İlk albümünden itibaren kendine bir tarz yarattığı âşikar. Bunda birlikte çalıştığı müzisyenlerin, özellikle de müziğinin arkasındaki itici güç olan aranjör ve müzik adamı Alper Atakan’ın payı büyük. Zaten Mehmet Erdem de bir enstrümanist, bir müzisyen. Hepsinin toplamından ortaya çıkan Mehmet Erdem müziğinin iki ana damarı var: Türk popunun ‘70’ler ve sonrasından seçilmiş şarkılar (yani “cover”lar) ve Mehmet Erdem ve/veya Cihan Güçlü’nün elinden çıkmış yeni şarkılar. Mehmet Erdem’in 2015’in son günlerinde Sony Müzik etiketiyle piyasaya çıkan üçüncü albümü “Hepsi Benim Yüzünden” de aynı formülle kotarılmış. Albümdeki 12 şarkının yine yarısı eski, yarısı yeni.
Eskiler tarafında bir Barış Manço, bir Mehmet Güreli, bir Ferdi Tayfur, bir Orhan Gencebay, bir Sezen Aksu ve bir de Mersinli İsmail şarkısı var. Barış Manço’nun kocaman bir hayat dersini boca ettiği ve adeta bugünleri parmağıyla gösterdiği ileri görüşlü kült şarkısı “Sarı Çizmeli Mehmet Ağa” çok ama çok Manço işi bir şarkı olarak “cover” havuzunda çok sık oltaya takılmamışlardandı. Ta ki 2004’te Kurban’ın “Sert” albümünde seslendirilene kadar ki o düzenleme de albümün adı gibi pek “sert”ti. 2011’de Kurtalan Ekspres’in “Göğe Selam” albümünde Manço’nun kırk yıllık yol arkadaşları şarkıyı yeniden seslendirirken, orijinalinin kötü bir röprodüksiyonunu koymuşlardı önümüze. Şarkının bu versiyonu ise gerek yeni düzenlemesi, gerekse sesini alışageldiğimizden farklı bir biçimde kullanan Mehmet Erdem’in yorumuyla hiç de fena değil.
Mehmet Güreli’nin hem albümlerde hem konserlerde, akustik kayıtlarda çok sayıda isim tarafından çok kez yeniden seslendirilmiş “Kimse Bilmez”i, bundan da öte ortalama bir Türk televizyon dizisi izleyicisinin şu olmazsa bu dizide muhakkak en az bir kere denk geldiği, nedense dizi yapımcılarının vazgeçemediği bir şarkıdır malumunuz. Bu, tabiatı icabı pek sakin şarkı Mehmet Erdem’e de pek yakışmış haliyle. Sezen Aksu’nun “cover” yapılmadık hiçbir şarkısı kalmayan “Gülümse” albümünden “Seni Kimler Aldı?” da hakeza öyle.
Bir Ferdi Tayfur şarkısı olan “Dur Dinle Sevgilim” ise albümün beklenmedik şarkı seçimlerinden biri. Şarkının albüme alınması kararında Ferdi Tayfur’un orijinal versiyonundan ziyade Gülden Karaböcek versiyonu etkili olmuş. Yapıldığı döneme göre çok “avant-garde” bir düzenlemesini olan o versiyon, koyu bir arabesk şarkının nasıl popa dönüştürülebileceğinin de öncü örneklerinden biri. Mehmet Erdem versiyonu ise tüm Alper Atakan düzenlemeleri gibi, caza göz kırpıyor.
Orhan Gencebay’ın erken dönem bestelerinden biri olan ve yıllardır adeta anonim bir türkü gibi çalınıp söylenen “Hey Gidi Koca Dünya”sı ve Mersinli İsmail’in daha önce Pinhani tarafından da seslendirilen “Bir Elmanın Yarısı” türküsü, albümün eğlenceli ve hareketli şarkılar kontenjanını dolduruyor.
Söz ve müziği Cihan Güçlü’ye ait olan ve Güçlü’nün 2010 yılında yayınlanan ilk albümünde de seslendirdiği “Olur O Zaman”, bu albümün çıkış şarkısı olmuş. Cihan Güçlü’nün aynı albümün bir başka şarkısı olan “Acıyı Sevmek Olur mu?” da bir önceki Mehmet Erdem albümünün çıkış şarkısıydı. Buradan hareketle Cihan Güçlü şarkılarının Mehmet Erdem’e Cihan Güçlü’den bile fazla yakıştığı söylenebilir mi bilmiyorum. Ancak Güçlü- Erdem işbirliğinin doğru bir kimya yakaladığı ortada. Nitekim yine söz ve müziği Cihan Güçlü’ye ait, ancak bu defa sıfır kilometre bir şarkı olan “Hepsi Benim Yüzümden”, albümün en iyi şarkılarından biri olarak ilk dinleyişte öne çıkıyor. Albümdeki bir diğer Cihan Güçlü şarkısını, “Benim Kadar”ı ise Mehmet Erdem, Cihan Güçlü ile beraber seslendiriyor. Bir de sözleri Cihan Güçlü’ye, bestesi Mehmet Erdem’e ait “Gün Gece Oldu” adlı şarkı var ki, o da albümün sıfır kilometre şarkılarından bir diğeri.
BONUS NEJAT İŞLER
Albümün bütünü içerisinde farklı bir yerde duran “Gidesim Var”ın sözleri Mehmet Erdem’e, bestesi Mehmet Erdem ve Raim Paksoy’a ait. Asi bir şarkı “Gidesim Var”. Hatta bir nebze “rap” havası taşıyor. Bu şarkıda Nejat İşler’in Mehmet Erdem’e eşlik ediyor olması da albümün sürprizlerinden biri. Hayır, oyunculuğun yanı sıra müziğe de gönül verdiği bilinen, yakın zamanda yayınlanan son Teoman albümünde bir de şarkısı bulunan Nejat İşler’in şarkı söylemesi sürpriz değil belki ama bu albümde ve böylesi bir şarkıda karşımıza çıkması adeta bir “bonus”.
Söz ve müziği Mehmet Erdem’e ait “Hoş mu Sandın?” ise tıpkı bir önceki albümde yer alan “Sen Kimsin?” adlı şarkı gibi, Mehmet Erdem’in Barış Manço müziğinden ne derece etkilendiğini gösteren bir şarkı.
Bakmayın siz albüm kapağındaki poz kesen, yüzü Photoshop beyazına kesmiş genç adama; Mehmet Erdem yine bildiğimiz Mehmet Erdem. Sesine biraz daha hâkim, biraz daha temiz şarkı söylüyor; bu albümün önceki albümlerden bir farkı varsa o da bu detay olabilir. Onun dışında şayet Mehmet Erdem müziğini seviyorsanız, bu albümü dinlerken de gönül rahatlığıyla sevmeye devam edebilirsiniz.
Son yıllarda plak satışları tüm dünyayla beraber Türkiye’de de yükselen bir ivme gösteriyor. Nasıl ki film seyretmenin en güzel yolu sinemaya gitmek, okumanın en güzel yolu bir kitabı eline almaksa, müzik dinlemenin en güzel yolunun da plaktan dinlemek olduğu gerçeği, değişen teknolojilere rağmen plakların tekrar hayatımıza girmesini sağlamış görünüyor. Analog ses kalitesi bir yana, fetiş bir obje olması, koleksiyon değeri ve ritüelleriyle plak başlı başına bir kültür.
Türkiye’de eski plakların zaten yıllardır var olan pazarına son yıllarda yeni baskı plaklar da eklendi. Yerli yabancı birçok plak satışa sunuldu, müzik marketler plaklar için reyonlar, raflar ayırmaya başladı. Ne yazık ki yerli baskıların büyük bir kısmı özensizdi. Kimi firma katalogundaki eski plakları yeniden basar, kimisi ise daha önce CD formatında yayımladığı albümleri plağa aktarırken kapağından kayıt kalitesine dek bir plakseverin plak sevme ve tercih etme nedenlerini genellikle göz ardı etti. Ben yine de kendi adıma sözgelimi bir “Ajda ‘90” albümünü plak formatında edinmekten her şeye rağmen mutluluk duydum. “Keşke daha özenli bir baskı yapılsaydı,” demekten geri kalmadan tabii.
Neyse ki o hayal ettiğimiz özenli baskıları yapabilen bir firma var artık. Rainbow45 Records Türkiye’de ikinci plak devrinin en temiz, en kıymetli işlerine imza atıyor ardı ardına.
Rainbow45 Records’ın 2009 yılında internet üzerinden plak satışıyla başlayan macerası, önce Kadıköy’de açılan aynı adlı plak dükkânıyla, ardından da plak yapımcılığı ile devam etmiş. İlk olarak 2013 yılında Nemrud’un “Ritual” albümünü plak formatında yayımlayan firma, 2014’de yine Nemrud’un “Journey Of The Shaman” ve Ringo Jets’in kendi adını taşıyan albümünü plak olarak bastı.
2015’de ise plakseverleri bayram ettirecek albümler ardı ardına geldi. Babazula’nun “34 Oto Sanayi” albümünden sonra, Türkçe müziğin gelmiş geçmiş en iyi ve en önemli albümlerinden biri olan Bülent Ortaçgil’in ilk albümü “Benimle Oynar mısın?” , tam 41 yıl sonra yeniden plak olarak Rainbow45 Records etiketiyle yayımlandı.
Elden geçirilmiş kaydı, yüksek ses kalitesi, açılır kapağı ve 180 gr baskısı ile kusursuz bu tıpkıbasım neresinden baksanız çok heyecan vericiydi. Meğer bu daha başlangıçmış. Daha önce sadece CD ve kaset formatlarında yayımlanmış Yavuz Çetin’in “İlk” albümü, Pinhani’nin “İnandığın Masallar” adlı ilk albümü ve yine Ortaçgil’in “Oyuna Devam”ı, benzer şekilde özenli baskılarla piyasaya sürüldü.
İstanbul Calling serisinin üçüncü albümü ile devam eden Rainbow45 Records atağının son hamlesi ise Rebel Moves’un “All The Best” albümü oldu ki bu son albüm, daha önce yayımlanmamış ve ilk kez plak formatında yayımlanan bir albüm olarak ayrıca arşiv değeri taşıyor.
Bu plakların bu derece özenli piyasaya sürülmesinin ardında, müzik sektörü içerisinde müzisyenlik, menajerlik ve yapımcılık gibi her farklı cepheyi iyi bilen Afşin Akın’ın ve Rainbow45 Records’ın işletme ortağı Salih Karagöz’ün titizliği ve detaycılığı saklı şüphesiz.
Analog kaydedilmemiş bir albümü plak olarak basmanın bir esprisi olmadığını söyleyenler var. Ben aynı fikirde değilim. Plak sevmek sadece ses kalitesini sevmekten ibaret değildir çünkü. Zamana yenik düşmüş, çok çalınmaktan yıpranmış dahası zamanında yeterince kaliteli bir baskı yapılmadığı için ses kalitesi hiçbir zaman iyi olmamış bir dolu plak var evimde. Onlara da en az ses kalitesi iyi olanlar kadar kıymet veriyorum. Bir CD “deck”in içerisinde görünmeden çalan, küçücük kartonetleri ve plastik kapaklarıyla içindeki müziğin değerini eksilten CD’leri ise hiçbir zaman sevmedim. Plaklar gibi çizilmediklerine, kırılmadıklarına, hiç eskimediklerine, ses kalitelerinin kayıpsız olduğuna dair söylenenlerin koca bir yalan olduğunu da kısa sürede anlamıştık zaten.
Rainbow45 Records’ın müzik piyasasında fiziki satışların durma noktasına geldiği, müziğin bırakın dijital platformları filan bir yana, neredeyse sadece Youtube’dan dinlenir hale geldiği bir dönemde son derece büyük bir cesaretle, elini taşın altına koyarak yaptıklarını hiç hafife almayın. Dilerim bu plaklar, plak basmaya heveslenen ana akım müzik firmaları için de örnek olur. Yeri gelmişken, Avrupa Müzik’in Göksel, Teoman serileri, Sony Müzik’in Sıla, Mehmet Erdem plakları da hiç fena değil ama aynı firmaların ellerindeki geniş katalogdan eskiye dair bir şeyleri de plağa dökmelerini bekliyoruz.
Son olarak şunu da söyleyeyim ki yeni nesil plakların en büyük dezavantajı fiyatları. Bir yerli plak, bir dijital albümün hemen hemen 5-6 katı, bir CD’nin ise 3 katı fiyatına satılıyor çünkü. Yabancı plaklarda ise bu rakamlar bazen ikiyle çarpılabiliyor. Bunun başlıca sebebi, üretim maliyetlerinin yüksek olması ve Türkiye’de plak fabrikasının bulunmaması, plakların yurt dışında basılması. CD’ler ilk çıktığında da benzer bir durum vardı ama zamanla maliyetler makul fiyatlara indi. Umarım plaklar için de böyle olur.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.