(22 Mart 2018 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Ben bu “tık savaşları”ndan çok anlamıyorum; galiba artık anlamak da istemiyorum. Zira artık ayyuka çıkan tık satın almaların, “fan”ların tık arttırma mücadelelerinin filan ötesine geçti mesele. Şimdi başkalarının “tık”larıyla uğraşıyor insanlar. Belki de uğraşmıyorlar da şarkısı beklediği kadar “tık” almayanların bulduğu bir mazeret bu. Bilemiyorum. Dedim ya; artık bilmek de istemiyorum.
Derya Uluğ da geçenlerde bir açıklama yapıp yeni şarkısının siber saldırıya maruz kaldığını iddia etti. Doğru olabilir zira kısa zamanda kazandığı başarı nedeniyle kendi kulvarında onu rakip görenler mutlaka vardır ve bu rakip görme işini kanlı bir savaşa dönüştürmeye teşne şöhretlerimiz de ortada, bunu hepimiz biliyoruz. Doğru olmaya da bilir zira şarkıdan ziyade görsel taraf konuşulmaya başlayınca Derya Uluğ cephesinde bir moral bozukluğu da yaşanmış olabilir.
O konuya değinmek gerekirse bence Derya Uluğ zaten sesi ve şarkılarıyla yeterince iddialı iken bu toplara hiç girmese de olurdu. Ne bu derece stilize bir görsellik ne de bu kadar oyuncaklı bir klibe ihtiyacı vardı. Zira iş oraya gelince, yeterince yaratıcı olmadığımızdan ya da kolaycılığımızdan mıdır nedir, alıntılar, esinlenmeler kaçınılmaz oluyor. Kaldı ki bu devirde iyi niyetle (mesele sırf hoşuna gittiği, kendine de yakışacağını düşündüğü için) yapılmış bir esinlenme bile kolayca “hırsızlık” damgası yiyebiliyor.
Oysa Uluğ’un DMC etiketiyle yayımlanan yeni şarkısı “Ne Münasebet” hiç de fena bir şarkı değil. Sözleri Gökhan Şahin’e, müziği Asil Gök’e ait şarkının düzenlemesini Asil Gök ve Görkem Oker birlikte yapmışlar ve başından beri bir çizgi yakalamış Derya Uluğ’a, yürüdüğü yolda irice bir adım daha atmasını sağlayacak bir şarkı daha yakalamışlar. ‘90’lar Ebru Gündeş müziğinin 2000’ler “sound”una evrilmiş hâli diye özetlenebilecek bu form hem bu konudaki boşluğu dolduruyor hem de Derya Uluğ’un çok parlak ses rengini alabildiğine ortaya çıkarıyor.
Mesele güncel pop içerisinde yer edinmekse, bu da bir yöntem. İşi daha pop ya da daha arabesk sulara çekmekse bir tercih meselesi ki ben bu ekibin bu konuda tutturduğu dengeyi doğru buluyorum başından beri. İş ki kendini tekrar etmeye, tatsızlaşmaya başlamasın. Zira teklilerle, yâni her defasında “hit” çıkarma mecburiyetiyle ilerlemek, örneklerini çok gördüğümüz üzere şarkıcıyı da dinleyeni de yoruyor bir yerden sonra.
Bana kalırsa Derya Uluğ’un artık bir albümle rüştünü ispat etme vakti geldi.
(22 Mart 2018 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Çok değil, bir 20 yıl öncesine kadar “sesi güzel olmak” diye bir kavram vardı. Şimdiki gibi hafta sekiz gün dokuz ekranlarda yetenek yarışmaları yapılmaz, her şarkı ezberleyen şarkı söylemeye heves etmezdi ama sesi güzel olan mutlaka fark edilir, ayırt edilirdi. Erdal Çelik de öyle fark edilmişti. Seksenlerin ortasıydı. Güneş gazetesinin ses yarışmasında kadınlar kategorisinde Emel, erkekler kategorisinde Erdal birinci olmuştu.
Biz müziği sadece bir dinleyici kadar bilenler için ses güzelliği yeterliydi. Ama Erdal aynı zamanda her sesi güzelin sahip olmadığı bir beceriye de sahipti. İyi de şarkı söylüyordu. Attila Özdemiroğlu, Emel ve Erdal’dan bir ikili yarattığında ve sonrasında onlar beş yıl boyunca birlikte şarkı söylediğinde tam olarak farkına varamadığımız bu durum, ikili ayrıldıktan sonra, Erdal’ın yaptığı solo albümlerle ayan beyan ortaya çıkacaktı.
Bir seneden fazla bir zaman kadar önce, Bursa Açık Hava Tiyatrosunda ‘90’lar konseptli bir gecede yıllar sonra Erdal’ı canlı izlediğimde seyircinin ona hakkını verdiğini, onun sahnede olduğu dakikalarda alkışların hiç dinmediğini duyunca neden uzun süredir yeni bir albüm, en azından bir şarkı yapmadığını düşünmüş, bunu ona sormuştum. Müzik piyasasının malum şartlarından bahsetmişti haklı olarak. Ama “Bakalım, var bir şeyler,” de demişti.
Erdal Çelik’in uzun bir aradan sonra yayımlanan yeni teklisi “Ve Hayatımda”, 2017 yılının Aralık ayında DMC etiketiyle yayımlandı. Söz ve müziği Erdal Çelik’e ait şarkının düzenlemesi Selim Öztürk tarafından yapılmış.
Geniş, açık, pırıl pırıl bir sesle, düzgün bir Türkçeyle, doğru vurgular, doğru teknikle, tertemiz şarkı söyleyen bir şarkıcıdan şarkı dinlemek şu zamanda bir lüks. Bu şarkı hem bu lüksü yaşatıyor dinleyene, hem de naif, dokunaklı, insani duygularını yitirmemiş şarkı sözlerinin, uzun yıllar sonra bile eskimeyecek melodilerin hâlâ yazılabildiğine dair umut veriyor.
Devir hız devri, çabuk eskitme, hemen vazgeçme, daha farklı, daha yeni, daha genç olana meyletme devri, ona kabul. Ama bir parça durmuş oturmuş, demini, kıdemini almışlara da kulak kabartmak, değer bilmek lazım. Çok azlar çünkü. Bu şarkı da gösteriyor ki Erdal Çelik bugün yerlerine koymaya çalıştığımız nice şarkıcıdan daha şarkıcı, nice müzisyenden daha müzisyen hâlâ. Umarım ve dilerim bir daha arayı bu kadar uzun süre açmaz.
(22 Mart 2018 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Daha geçenlerde yazmıştım. Artık kolay kolay ilk dinleyişte bizi etkisi altına alacak, kulağımızda doygunluk yaratacak, tekrar ve daha çok dinleme arzusu uyandıracak yeni ses pek az çıkıyor. Yani aslında yeni ses çok çıkıyor; her gün üçü beşi düşüyor internete. Kimisi ben keşfedene kadar milyon kere milyon dinlenmiş, “fan” kitlesini filan edinmiş oluyor hatta. Gelin görün ki çoğunu sonuna kadar dinleyemeden kapatıyorum. Her amatör kayıttan ve sesten etkilenecek yaşta değilim; ondandır belki. Belki de tahammül gösteremediğim şeyler vardır; bozuk Türkçe, içine kaçmış ses, melodisiz şarkılar gibi. O kadar da ukalalığım olsun.
Ne ki Melek Mosso’nun “Yalnız Gece” videosuna denk geldiğimde bir ergen heyecanı duymadım değil. Ne kadar geniş ve de açık bir ses, kelimeleri nasıl kalbinden çıkara çıkara söylüyor diye diye ne kadar amatör videosu varsa izledim peşi sıra. Sonra baktım, iki-üç “featuring” dışında profesyonel bir solo kaydı yoktu dijital platformlarda. Üç vakte kadar olur, olacaktır, olmalıdır diye temenni ettim. Oldu da nitekim. Melek Mosso’nun ilk teklisi “Kedi”, geçtiğimiz günlerde Sony Müzik etiketiyle yayımlandı.
Söz ve müziği Melek Mosso’ya ait şarkının düzenlemesi Cenk Erdoğan tarafından yapılmış. Hem sözleri hem melodisiyle dinleyeni kolayca kavrayacak sıcak bir şarkı “Kedi”. Bu kulvarda türeyen nice yeni şarkıcının melodisi eksik, müzikal kurgusu sallantılı hatta eksik, sözleri ölümüne depresif şarkılarının aksine kanlı canlı bir şarkı. Bir hikâyesi var ve o hikâye Mosso’nun sesinde hayat buluyor, dinleyene geçiyor. Tıpkı botokslu yüzler gibi ifadesiz, seviniyor mu üzülüyor mu, şaşırıyor mu kızıyor mu anlamadığımız, her ruh halinde aynı biçimde şarkı söyleyenlerden değil Melek Mosso. Bu da en büyük artısı oluyor. Mosso vasat bir şarkıyı bile ateşlendirebilecekken zaten ateşli bir şarkıyla etkisini ikiye katlıyor.
Pop kategorisi tamamen düzene uymuş, akıllı uslu, edepli sahtekarlığıyla düğünlere, nişanlara şarkılar üretedursun, “rakıyı döken, ağzını bozan” sevgiliye bir yandan dayılanıp, bir yandan da “beni çok üzüyorsun” diyen bu kadın sahici. Sırf “rakı” kelimesi nedeniyle şarkının radyo ve televizyonlarda yayınlanmayacağını bile bile o kelimeyi değiştirmeyecek kadar da müdanasız.
Daha çok Melek Mosso dinlemek istiyorum. Bir an önce albüm yapsın.
(22 Mart 2018 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
‘70’lerde yabancı şarkılara Türkçe söz yazılarak oluşturulmuş parçalar anlamsız bir şekilde “aranjman” diye adlandırıldı ve o tabir bugüne kadar geldi. Türk bestecilerin yeni yeni eserler üretmeye koyulduğu o yıllarda yabancı şarkıları Türkçeye adapte etmek kolaycı bir yoldu belki ama aslında bir o kadar da zordu. Neyse ki muazzam söz yazarlarımız, aranjörlerimiz, şarkıcılarımız vardı. Yeri geldi o “aranjman” diye küçümsediğimiz kimi şarkılar orijinallerinden daha güzel, daha anlamlı ve daha kalıcı oldu. “Kadınım” da bunlardan biriydi.
1973’de Serge Reggiani tarafından seslendirilen, Fransızca sözleri Jean-Loup Dabadie, bestesi Alain Yves Reginald’e ait olan “T'as L'air D'une Chanson”, 1974 yılında Mehmet Teoman’ın yazdığı Türkçe sözlerle Tanju Okan tarafından seslendirildi ve Türk popunun klasiklerinden biri olacak “Kadınım” böyle doğdu. Evet, şarkının Fransızca hali de etkileyici idi ama Türkçe versiyonu kadar değil. Evet, şarkının orijinalinde de Serge Reggiani “Me femme (kadınım)” diyordu ama Tanju Okan gibi değil.
O zamandan bu zamana şarkıyı Teoman, Levent Yüksel, Yaşar ve Mehmet Erdem gibi dört karakteristik ve ne Tanju Okan’a ne de birbirlerine benzeyen ses yeniden seslendirdi. Kıyas kabul etmezdi; kimse Tanju Okan gibi “Kadınım” diyemezdi. Zaten biz de o kıyası yapmadan dinledik bu yeni versiyonları.
Dört X Dört’ün solisti olmasının yanı sıra yaptığı dizi müziklerinden de tanıdığımız Deniz Tuzcuoğlu, 2017’nin hemen başında “Kader İzmir’den Yana” adlı ilk solo teklisiyle çıkmıştı karşımıza. Tuzcuoğlu geçtiğimiz günlerde TMC etiketiyle yayımlanan yeni teklisinde “Kadınım”ı yeniden seslendiriyor.
Şarkının ister istemez daha “rock” sularda yüzen yeni düzenlemesinde Dört X Dört elemanlarının imzası var. “Rock” dediysem aklınıza Teoman’ın düzenlemesine benzer bir düzenleme ve yorum gelmesin. Bu düzenleme ve yorum önceki tüm yeniden seslendirmelerden daha parlak, hatta bazı yerlerde daha agresif. Buna karşın Deniz iyi bir şarkıcı ve nüanslı şarkı söyleme biçimiyle, kimseyi de taklit etmeye çalışmadan, şarkıya yeni bir tat, yeni bir ruh katmayı başarıyor.
Gelgelelim şarkıya başka bir hikâye kazandıran şey sadece yeni düzenleme ve yorum değil. Deniz’in bu şarkıyı çok uzun süre önce kaydettiğini ve epeyce bir zaman şarkının klibinde kim oynamalı, o “kadınım”, sıradan bir klip kızı olmamalı diye titizlendiğini biliyorum. O arayışın nasıl sonuçlandığını ise ben de herkes gibi klip çıkınca gördüm.
Klipte bir klip kızı yok; bir çift var. Oyuncu değiller; rol yapmıyorlar. Gerçek hayatın içinden geçen gerçek hikâyelerini anlatıyorlar. Halen hastanede yatan ve kalp nakli bekleyen, ulusal organ nakli listesinin en üst ve acil sıralamasında olan Beyhan Tekün ve ona bir bebek gibi bakan eşi Cemal Tekün… Onların uzun yıllara dayanan aşk, dostluk, yoldaşlık hikâyesi. Bir taraftan gözlerinizi doldururken, bir taraftan da organ naklinin önemine ve hayatiyetine de dikkat çeken klip, böylece şarkıyı da bambaşka bir yere taşıyor. Kalbe başka türlü dokunuyor.
Başta Deniz Tuzcuoğlu olmak üzere, bu işte emeği geçen, imzası olan herkesi tebrik etmek lazım. Kulağa çok romantik gelebilir ama şarkılar bazen gerçekten hayat kurtarır. Umarım ve dilerim ki bu şarkı ve klip Beyhan Hanım’ın ve onun gibi organ nakli bekleyen nicelerinin umudunu güçlendirir, hiç ölmeyecekmiş gibi, hayata ne kadar ince ipliklerle bağlı olduğumuzu unutarak, kendimizden başka kimseyi umursamadan yaşayıp duran biz fanilere de okkalı bir tokat olur. Umarım ve dilerim ki bu şarkı ve klip nice hayatın kurtulmasına vesile olur.
(19 Mart 2018 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
2008’de yayımlanan ilk albümü “Hayvanlar”la tanımıştık Yasemin Mori’yi. Dönemin müzikal çizgisi içerisinde fişek gibiydi, bambaşkaydı, yepyeniydi ve alternatifin bugünkü kadar kıymete binmediği o günlerde beklenmedik bir biçimde ilgi görmeyi de başarmıştı.
İkinci albümü “Deli Bando” daha karanlık, daha içe kapanık, üçüncü albümü “Finnari Kakaraska” ise daha yorucuydu.
Yasemin Mori’nin dört yıl aradan sonra yayımladığı yeni albümü “Estrella”, geçtiğimiz günlerde Sony Müzik etiketiyle yayımlandı. Mori bu kez ilk albümündeki parlak ve göz alıcı çizgisine geri dönmüş gibi görünüyor.
Aslında şarkı yazma biçimi başından beri hep aynı. Sözün müziğe çoğu kez çelme taktığı, müziğin sözün peşinden koştuğu engebeli alanda serbest çağrışımların, metaforların, göndermelerin havada uçuştuğu sözler, sürekli virajlı bir yoldan ilerleyen, ani değişim, dönüşümleri, deli trafikleriyle dinleyici yer yer sersem eden melodik yapılar… Bu anlamda da işlenmesi, aranje edilmesi zor şarkılar. Altından doğru bir biçimde kalkıldığında tadından yenmez ama aksi durumda dinleyeni fena halde zorlar hatta tuş eder.
Bu işin bir tarafı. Öte tarafında da ilk albümünden sonra Mori’nin şarkı söyleme biçimine hâkim olan burnu tıkanıklık hali var ki beni şahsen bir dinleyici olarak en çok zorlayan o olmuştu son iki albümde. Nefessiz kalıyordum dinlerken.
İşte bu yeni albümde bu iki handikabı da bir şekilde aşmış bir Yasemin Mori var. Bazıları bunu ana akıma göz kırpmakla açıklamış ama bu izah çok eksik ve haksız kalır. Ana akımda Mori kafasında şarkı yazacak kaç babayiğit çıktı ki bugüne dek ki Mori’yi oraya konumlandıralım? Konu albümün tüm düzenlemelerini yapan ve hep pop işlerinden bildiğimiz Gürsel Çelik’se şayet, bence Çelik bu albümde pop klişelerine mecbur kalmamanın özgürlüğünü yaşamış şöyle doya. Öyle ki Mori ve aranjörlüğün yanı sıra bazı bestelere de Mori’yle birlikte imza atan Gürsel Çelik birlikte havai fişekler patlatıyorlar bu albümde.
Yasemin Mori’nin şarkı söyleme tekniğinde de gözle görülür (ya da kulakla duyulur) bir farklılık var ki yukarıda bahsettiğim o sorun ortadan kalkmış gibi.
Son dönemin gözde “rap” yıldızlarından Eypio’nun da eşlik ettiği “Estirelim mi?”, hemen ardından gelen “Çıngıraklı Dilber” ve özellikle de “Konyak” albümdeki favorilerim oldu ilk dinleyişte. “Konyak”ta da Cem Yılmaz eşlik etmiş Yasemin Mori’ye ama bana kalırsa şarkı zaten yeterince karizmatik; Cem Yılmaz olmasa da fark etmezmiş. “Tuzlu Su” da bu saydıklarımdan aşağı kalmıyor bu arada.
Her şeyden önce albümün bir bütünlüğü, kendine ait bir dünyası var. O dünyaya girersiniz, giremezsiniz, içinde kalmak istersiniz, istemezsiniz o ayrı mesele. Ama özgün ve kişilikli, çok renkli ve çok sesli. Bu da bu zamanda hiç az şey değil.
İçeriği kadar güzel ve bütünlüklü bir kapak ve kartonet tasarımı ile satışa sunulan “Estrella” ile Yasemin Mori 2018 yılından ses veriyor. Sevenler ya da henüz hiç dinlemeyip keşfetmek isteyenler için bundan iyisi can sağlığı.
(12 Mart 2018 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Duman dağılmadı, söylentilerin aksine dağılmaya niyetli de görünmüyor ama grup üyeleri gruptan bağımsız da müzik yapabilme haklarını kullanıyor bir bir. 2015’de piyasaya çıkan Kaan Tangöze solo albümü epey ses getirmişti. O zamandan bu zamana yeni bir Duman albümü düşmedi raflara ama geçtiğimiz günlerde bu defa grubun bas gitaristi Ari Barokas solo albümüyle çıktı karşımıza.
Bir grup hele ki popüler de bir grupsa ister istemez kendi tavrı ve tarzı içinde dolanıp durmaya başlıyor bir yerden sonra. İstese de beklentilerin çok dışına çıkamıyor. Oysa solo albümler grup elemanlarına bu özgürlük alanını yaratıyor. Daha kolay risk alınabiliyor belki de. Nitekim tıpkı Kaan Tangöze gibi Ari Barokas da Duman müziğinin dışında bir yerlerde seyrediyor bu ilk solo albümünde.
Bu fark beste ve şarkı sözlerinden ziyade müzikal biçim ve icrada gösteriyor kendini. Bu albümdeki (“Yaşıyorum Sil Baştan” gibi) kimi şarkılar herhangi bir Duman albümünde de yer alabilirdi belki ama bu şekilde yer almazdı, orası kesin.
Garaj etiketiyle yayımlanan albüm “Lafıma Gücenme” adını taşıyor. 10 şarkıdan oluşan albümde tüm söz ve müzikler Ari Barokas tarafından yazılmış. Kayıtlar canlı olarak yapılmış ve Barokas’a stüdyoda Utku İnan, Ekin Bilgin ve (Duman’ın davulcusu) Mehmet Demirdelen’le birlikte vokalde Gülin Kılıçay ile Dilara Sakpınar eşlik etmiş.
Gayet zeki ve yetkin bir kalemin elinden çıktığını her söz ve müzik cümlesinde hissettiğiniz, çok sağlam teknik kurguları olan ve dahası belirgin bir müzikal tavrın ve bir dünya görüşünün etrafında biçimlenmiş şarkılarla dolu bir albüm bu. Belki ’60 sonları, ’70 başları, belki bazı bazı daha da önceleri… Melodik, sade, bir bakıma naif ama bir o kadar da dinleyene dünyayı değiştirebileceğine inandıracak kadar güçlü şarkılar vardı hani o zamanlar… Barokas’ın müziği tam da oralardan bir yerlerden ses veriyor. Belki müzikal biçem olarak bugüne ait değil ama bir yandan da bugünlerin elektronik gürültüsü, dijital sıkıştırılmışlığı, “indie” şemsiyesi altındaki melodi fukaralığı ve benzerleri içerisinde dinlemeye hasret kaldığımız türden.
Şarkı sözleri ise gerçeklikle bağlarını koparmamış, yaşadığı ülkede ne olup bittiğinin farkında ve idrakinde olan herkes için, albümden alıntıyla, “salak” olmayan herkes için tam da bugünlere dair şeyler söylüyor. Kimi zaman gayet açık ve net (“Salaksın”, “Gavurlar” ve “Nafile”de olduğu gibi), kimi zamansa dili, duyarlılığı ve anlattığı hikâyeler ile…
Belki yeni bir Duman albümü özleyenler, bu albümü onun yerine koyamayacaklar ama bu albümü bir Duman albümü ile kıyaslamak da, Kaan Tangöze’nin solo albümüyle kıyaslamak da anlamsız. Onun yerine yıllardır aynı grubun müziğini üreten iki müzisyenin farklı kimyalarına şahit olmanın heyecan vericiliğine teslim olmak lazım. Daha önce sesini duymadığımız Barokas’ı bu albümde şarkı söylerken dinlemek ve “Yahu şarkıcı olarak da hiç fena değilmiş” demek bile tek başına bir macera olabilir tadını çıkarmak isteyenler için.
İki solo albümün çok benzer iki albüm kartonet dokusunda buluşmaları ise bilinçli bir tercih de olabilir, bir tasarımcı cilvesi ya da bir tesadüf de, orasını bilemem.
Daha Mart ayındayız ama yılın en iyi albümlerinden birini şimdiden elimize aldığımız rahatlıkla söylenebilir.
(5 Mart 2018 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Son 25 yıldır, Karadeniz müziğinin önce sessiz sedasız, sonra gözle görülür bir biçimde yükselişine ve müzik sektöründe hatırı sayılır bir pazar payı sahibi oluşuna şahit olduk. Bu türün ciddi bir alıcısı, takipçisi var ve haliyle kendi starlarını da çoktan yaratmış durumda. Enteresan bir biçimde, Karadeniz müziği denilince akla gelen müzikal kalıpların kısıtlı ve hatta yer yer tekdüze olması, türün içerisinden sayısız çeşitlemelerin türetilmesine mâni olmadı yıllardır. Öyle ki bu türün izleğinde klişelere tapan pop müzikten çok daha yaratıcı işlerin ortaya çıkarıldığı bir gerçek. Bundandır ki Karadeniz müziği yapan müzisyenlerin büyük kısmı alternatif kulvarda kabul görüyor.
İlhan Gülten, Caner Parlağı, Mehmet Erkan, Metin Eren Başural, Yasin Yiğit ve Mehmet Barış Başural’dan kurulu Koliva (ben grubun resmi Facebook hesabının yalancısıyım; yoksa albüm kapağında beş kişiler), türün kalabalığı içerisinde nispeten genç kuşaktan bir grup. 2014’de ilk albümü “Yüksek Dağlara Doğru” ile adını duyuran Koliva’nın ikinci albümü “Nafile”, 2017’nin son günlerinde Kalan Müzik etiketiyle raflarda yerini aldı.
Albümün kapanışında “Sen Gozumda Yaş İdun”, daha önce Kazım Koyuncu tarafından da seslendirilmiş “Moxtu Kocelawedu” ve “Melyatişa Cevulur” türkülerinden oluşan bir “Tulum Potburi” var. Daha önce tekli olarak yayımlanmış “Hayde” (bildiğimiz “Hayde Gidelum Hayde” türküsü değil) ise albümün diğer anonim türküsü. Artık neredeyse anonimleşmiş Erkan Ocaklı türküsü “Ula Ula Niyazi” yine grubun solisti İlhan Gülten’in yazdığı bir kıta ilave ile anonim bir başka türkü “Düğün” ve anonim sözlerin Onur Atmaca tarafından bestelenmesiyle oluşturulmuş “Zannetma Evlenmişim” türün otantik tarafından el alan parçalar.
Bir Faruk Yılmaz bestesi olan ve daha önce Kardeş Türküler tarafından da seslendirilen “Güldaniyem” ise albümün sürprizi çünkü aslında Trakya türküleri formunda ve ritminde yazılmış olan bu türkü bu albümde Karadeniz formuna evrilmiş.
Bunlar dışında kalan 8 şarkı, genç kuşak Karadeniz müzisyenleri tarafından yazılmış yeni şarkılar. Grup üyelerinin yazdığı şarkılar da var, Furkan Ayaz, Erol Şahin, Ümit Karabiber, Eren Can Maşalacı gibi grup dışından isimler de.
Yani aslında albümün repertuarı, benzer türde albümlerin çizgisinde bir seyir izliyor. Biraz anonim, biraz derleme, biraz da türkü formunda beste… Ancak seçilen şarkılar kadar düzenlemeler ve icralar da grubun kendi kimliğinin ayırt edilebilir olmasına katkı sağlıyor. Karadeniz müziği yapıyorum diye sırtını tamamen kemençeye ya da tuluma dayamıyor mesela Koliva. Solistin şivesi abartılı ve zorlama değil. Ritim kompozisyonları ve enstrüman kullanımı bu tür müziğe çok yakın olmayan kulakları dahi yakalayabilecek sadelikte. Hatta “Nafile” ve “Mahşer” gibi kimi şarkılarda yer yer pop tınladığı bile söylenebilir.
Bütünüyle eli yüzü düzgün, tertemiz, derli toplu bir albüm bu. Koliva müziğini sevenlerin sevmeye devam etmesi, Koliva’yı tanımayanların ise keşfetmesi için güzel bir vesile olacak, grubun kariyerinde bir adım daha ileri gitmesini sağlayacak bir albüm.
(27 Şubat 2018 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Pamela’nın arabesk-taverna döneminden şarkılarla bir albüm yapacağını ilk duyduğumda heyecan duymadım dersem yalan olur. Haberi duyduğum günlerde Ümit Besen – Pamela düetinin almış yürümüş olması bir yana, Pamela’nın “Fırtınalar” örneğinde olduğu gibi sesini verdiği her “cover” şarkıyı değiştirebilme, dönüştürebilme becerisine bir albüm boyunca şahit olmak çok şahane geliyordu kulağa.
İşte o albüm, 2018 yılının ilk albümlerinden biri olarak geçtiğimiz günlerde Pasaj Müzik etiketiyle piyasaya çıktı. “Yara” adı verilmiş albümde dokuz “cover” ve bir de “remix” versiyon var.
Albümün adı ve adına gönderme yapan yara izli kapak fotoğrafı şahane. Zira bu şarkıların ortak paydası (yara açmış, yarayı sızlatmış, yaraya tuz basmış ya da merhem olmuş olmaları) bir tek kelimeyle ancak bu kadar güzel vurgulanabilirdi.
Aynı şeyi albüm fikri bazında da söyleyebilmek mümkün. Herkes “cover” yapıyor yıllardır. Arabesk şarkılar da defalarca “cover” malzemesi oldular bu süreçte ama arabeskin hem bu kadar dışında kalıp hem de bu kadar içine girebilmek pek herkesin harcı değilken Pamela’nın bu konuda benzersiz bir iş çıkarması da kuvvetle muhtemel… di.
Anlayacağınız benim beklentim yüksekti. Ve beklediğimi bulamadım dersem son söylemem gerekeni baştan mı söylemiş olurum bilmiyorum ama bu yazının özeti de bu.
Bu noktada hiç sözümü esirgemeyeceğim. Albüm repertuarı tam tabiriyle yerlerde sürünüyor. Özensizlik mi, bilgisizlik mi, baştan savmacılık mı? Yok canım, mümkün değil. Sonuçta albümde imzası olanların hiçbiri dünkü çocuk değil. O halde cinfikirlilik olmalı. Risksiz, zahmetsiz, tehlikesiz, kısa yoldan, kolay yoldan bu işi nasıl yaparız derdi olmalı.
“Bu şarkı çok seviliyor. Al albüme!”
“Bunu geçenlerde biri söyledi, çok tuttu. Al albüme!”
Tamamen bu mantıkla seçilmiş şarkılar. Yani oturup kimse o dönemin şarkılarını dinlememiş, araştırma çabasına girmemiş sanki bu albüm için. Yakın dönemin “cover” şarkılarını ve albümlerini dinlemiş, onlardan bir seçim yapmışlar gibi. Albümdeki şarkıların büyük çoğunluğu defalarca yeniden söylenmiş, yakın dönemde tekrar parlamış ve bu vakitler gittiğiniz herhangi bir müzikli mekânda ya da konserde illa ki çalınacak, söylenecek (zaten söylenen) şarkılar. Yani bu albüm sayesinde keşfedeceğiniz bir şarkı yok. Hepsini Pamela’dan önce keşfeden birileri zaten oldu.
Oysa “Seni Unutmaya Ömrüm Yeter mi?” Ümit Besen diskografisinin zamanında hemen hiç dikkat çekmemiş, kıyıda köşede kalmış bir şarkısıydı ve yılar sonra “hit” oldu. Ama bu albüm “Kaç Kadeh Kırıldı”, “Sarhoş”, “Ağla Halime”, “Taht Kurmuşsun Kalbime” gibi çok bildik, kimisi artık usandırmış şarkıların etrafında dönüp duruyor.
Bildiğim kadarıyla Müslüm Gürses’ten sonra (2006’dan bu yana) kimsenin sesi değmemiş “Sen Olmayınca” ve Ümit Besen’in bilinmeyen bir şarkısı “Senden Önce de Ağladım” dışında kalan şarkılar arasında bir tek sürpriz yok. Bu ikisi de zaten “hit” olabilecek güçte değil.
“Sözüm Ona Sevdin” (kartonette yazıldığı gibi “sevdim” değil; “sevdin”) ise albümün konseptiyle en alakasız şarkı olarak zaten başka bir taraftan ses veriyor.
Bu açıdan baktığınızda en azından bana heyecan verecek hiçbir şey yok bu albümde. “Vay be, bunu da nereden bulmuşlar, bu nasıl akıllarına gelmiş, helal olsun!” diyeceğim hiçbir şey yok.
Başından sonuna eşlik edilsin diye yapılmış bir sahne repertuarı olabilirdi bu. İşe de yarardı ki muhtemelen Pamela’nın önümüzdeki süreçte sahne programlarında çok işine yarayacak bu şarkılar ve belki de hiç yapmadığı kadar çok program yapacak. Zaten o maksatla yola çıkıldığı da çok belli. Onu bir kenara koyarsak, “Fırtınalar”daki gibi dinleyici şaşırtalım, “Seni Unutmaya Ömrüm Yeter mi?”deki gibi yapılmamışı yapalım kaygısı ne yazık ki bu albüme uğramamış.
Bu repertuar meselesini bir kenara koysak bile elimizde kalan da doyurucu olmaktan uzak. Sözgelimi albümün çıkış şarkısı olarak seçilen “Kal Benim İçin” düzenleme ve yorum olacak çok parlak, çok vurucu ve etkileyici, evet. Duyduğum en iyi “Kal Benim İçin” “cover”ı diyebilirim rahatlıkla. Ama aynı şeyi “Kaç Kadeh Kırıldı” için, “Sarhoş” için, hele hele “Ağla Halime” için söyleyebilmek çok zor çünkü daha iyileri yapıldı.
Bütünde albüme aranjör olarak imza atan Hüseyin Cebişçi, Cihangir Aslan, Evren Arkman ve Efe Demiryoğuran’ın ellerinden gelenin en iyisini yaptığını da söylemek lazım. Pamela da her zamanki gibi kendine has ses rengi ve şarkı söyleme biçimiyle her şeye rağmen dinleyeni etki altına almakta hiç zorlanmıyor. Yani bu ekip ne yapsa çizgi üstü olurdu. Bu da kaçan fırsatı büyüten bir gerçek.
Günümüz dinleyicisi, özellikle de genç dinleyici kesimi, tıpkı Pamela ve ekibi gibi bu benim takıldığım meselelerin hiçbirine takılmayacaktır kuvvetle muhtemel. Sektörde herkesin kabullendiği bir gerçek var ki özellikle konsere gelen dinleyici bilmediği bir şarkı duyduğunda sahneyle iletişimini anında kesiyor. Bildik şarkılar her zaman daha fazla iş yapıyor; sahnede de, albümde de. Yargısız bakmak gerekirse bu albümün işler tarafı da bu aslında. Bakalım işleyecek mi sahiden? Onu da zaman gösterecek.
(26 Şubat 2018 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Şarkı söylüyor, şarkı yazıyor, müzik prodüktörlüğü yapıyor, resim yapıyor, seslendirme ve sunuculuk geçmişi var, gazetecilik mezunu. Yeteneklerini farklı disiplinlerle gösterebilmiş bir müzisyen Evren Uysal. Yakın zamana kadar onu Foma’nın solisti olarak biliyorduk. Mayıs 2016’da ilk solo teklisi “Kötü Karakter”i yayımladı. Ardından “4 İnsan 1 Hayvan Etmiyor” ve Billur Yapıcı ile birlikte seslendirdiği “Mona Lisa” teklileri geldi. Geçtiğimiz günlerde ise Evren Uysal’ın ilk solo albümü “Güzel Şeyler Söyle”, Pasaj Müzik etiketiyle piyasaya sürüldü.
Türkiye’de “rock” müzik bir süredir bir buhran geçiriyor. Evet, tam tabiri bu. Memlekette “rock”ın ana akım sahnesine çıkışının ihtişamı ile ana akımın suyuna karışıp bulanmasının pespayeliği arasında müzik takvimlerine göre çok kısa bir süre var. Bu tür müziği icra edip de hâlâ “temiz” kalmaya çalışanların hareket alanı çok dar artık. Evren Uysal işte o dar alandan ses veren bir müzisyen.
Tamamını kendi yazdığı 14 şarkı var Evren Uysal’ın bu ilk albümünde. (Diskografisine baktığınızda 2001 yılında bir albüm, 2003 yılında da bir mini albüm var ama onlar bir etiketle yayımlanmamış, bir nevi “demo” çalışmalar.) Uysal bu albümün prodüktörlüğünü de kendi yapmış, şarkıları yazmak, düzenlemek ve söylemekle kalmamış, albümün büyük kısmında gitarları da çalmış aynı zamanda.
Albümde daha önce tekli olarak yayımlanmış, yukarıda bahsi geçen üç şarkının yanı sıra iki de enstrümantal beste var.
Başından sonuna iyi bir “rock” albümü bu. Foma’dan farklı olarak Uysal solo çalışmasında yer yer akustik, yer yer elektronik öğelere de yer vermiş. “Sound” bakımından nispeten “yumuşak” tınlayan şarkılar, iş şarkı sözlerine geldiğinde dinleyeni düşünmeye sevk etmek gibi bugünün müziğinde artık “sert” sayılabilecek bilecek bir tavır taşıyor. Ana tema albümün adında saklı: “Güzel Şeyler Söyle”. Ama bu güzel şeyler, yaşadığımız hayatın gerçekliğinden de kopuk olmasın. Sokaktaki savaşı da, yalaka lordları, sahte kontesleri de görmezden gelmeyelim.
Başta albüme çok etkileyici bir açılış yapan “Güzel Şeyler Söyle” olmak üzere, “Taş Gibi Soğuk” gibi, “Büyücü” gibi, “Boşver” gibi her biri kendi dilini kurmuş ve yer yer farklı, şaşırtıcı müzikal tonlarla bezenmiş şarkılarla dolu bir albüm bu. Evren Uysal’ın bestelerinde genel olarak bir akılda kalıcılık problemi var, eğer bunu bir problem olarak görenlerdenseniz. İlk dinleyişte kulağa çok “cathcy” gelen bir şarkı bulmakta zorlanabilirsiniz bu yüzden. Bir de bu tür müziğin yabancı emsalleriyle haşır neşirseniz, albümde solist sesinin bir parça fazla ön planda olmasına takılabilirsiniz. Ama albüm o kadar temiz ve net bir “sound” ile başlayıp bitiyor ki, bunu kusurdan saymak ayıp olur. Kaldı ki Evren Uysal’ın şarkıcılığının teklediği bir an bile yok albüm boyunca.
Daha önce yayımlanan teklilerle bu albümün birbirine bağlı tasarım ve görselliği de dikkatimi çeken incelikli bir detay oldu. Buna karşın tek bir açılır kapakla tasarlanmış albümün künyesini ve şarkı sözlerini okumak, hem seçilen renkler hem de epeyce küçük yazı karakterleri nedeniyle imkânsız hâle gelmiş. Bir LP baskısı yapılırsa şayet, bu bir sorun olmaktan çıkacaktır büyük ihtimalle.
Kendi tavrı ve üslubu olan, en ufak ticari hile, üç kağıt, takla içermeyen, çok emek verildiği her halinden belli, bu nedenle de müzikal niteliği yüksek bir albüm “Güzel Şeyler Söyle”. Yıl sonu dökümlerinde kendi kategorisinde yılın iyi albümlerinden biri olarak anılmasına garanti gözüyle bakılabilir.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.