“Puslu Mavi” adlı ilk albümünü 2015 yılında yayımlamıştı Ozan Ünlü. “Pop-rock” kulvarında kendi yazdığı şarkılar ve İskender Paydaş desteğiyle dikkatleri üzerine çeken Ünlü, bu defa bir tekliyle çıktı karşımıza. Sony Müzik etiketiyle yayımlanan teklide söz ve müziği Ozan Ünlü’ye ait “Ben Ölürsem” adlı şarkının iki farklı versiyonu yer alıyor. Düzenlemelerse İskender Paydaş ve Alişan Göksu imzası taşıyor.
Farklı ve etkili şarkılar yazabildiğini daha ilk albümünde göstermişti zaten Ozan Ünlü. Bu defa ise çıtayı biraz daha yükseltmiş ve hem melodik hem de sözel olarak çarpıcı bir tema yakalamış. Dile kolay bir melodik örgü ve daha ilk dinleyişte dinleyene dokunan sözlerle şarkı dinleyiciyi hemen yakalayan türden. Üzerine şarkıcı olarak da albümdekinden daha ileri gitmiş, bu defa şarkının içine nüfuz etmiş bir Ozan Ünlü eklendiğinde bütün taşlar yerine oturuyor.
Söylemeden geçemeyeceğim, ben şarkının Nihat Odabaşı tarafından çekilmiş klibini de ayrıca sevdim. Zira şarkının sözleri itibariyle çok provokatif bir klip çekmek de mümkünken, hikâyeyi doğru bir yerden anlatan, aydınlık bir klip çekmiş Odabaşı. O bıçak sırtı dengeyi sağlamış bir bakıma. “Ben öldüm” ya da “ben ölüyorum” ile “ben ölürsem” arasındaki farkı da net bir biçimde ortaya koymuş ayrıca.
Bu şarkı Ozan Ünlü’yü tek başına başka bir yere koymakla kalmayacak, yolunu da çok açacak. Söylemedi demeyin.
(28 Nisan 2017 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Can Kızıltuğ, “Maazallah” adlı şarkıda Atiye ile düet yaparak adını duyurmuş. Ben basın bülteninin yalancısı olmak durumundayım çünkü Can’ın adını o şarkıyla duymadım. Çünkü ne şarkının yer aldığı “Gzone Rainbow Anthems” albümünde ne de şarkının klibinde adı geçiyordu. Hatta albüm kartonetinde bana bile teşekkür edilmişti ama Can’a hayır. Nedendir bilemem; belki de meraklandırıcı reklam fikriydi bu.
Neyse… Şöyle ya da böyle o şarkıda sesini duyduğumuz ve şarkının klibinde azıcık da olsa görüp, “Kim bu gri saçlı genç?” dediğimiz Can Kızıltuğ geçtiğimiz günlerde ilk teklisiyle müzik dünyasına asıl girişini yaptı. Sony Müzik etiketiyle yayımlanan teklide söz ve müziği Murat Güneş’e ait “Ateş Ediyor” adlı şarkı var.
Lisede müzik, üniversitede tiyatro eğitimi alan Can Kızıltuğ henüz 23 yaşında. Gri renge boyanmış saçları, giyim stili ve tarzıyla tam da kendi yaş skalasını hedef kitle edineceğini tahmin edebiliyorsunuz daha şarkısını dinlemeden. Klipte ise o doğal görünüm bir tık yukarı çekilmiş ve iddialı olmakla sakil durmak arasında bir yerlerde kalmış. Ben olsam sosyal medya fotoğraflarındaki genç adamı klibe de aynı doğallıkla taşımayı tercih ederdim. Bu noktada çok klişe, daha önce defalarca kullanılmış efektlere sırtını yaslamış klibin de talihsiz bir başlangıç olduğunu söylemeliyim.
“Çok iyi”, “süper”, “şahane” filan bitti, eskidi. Şimdinin lügatinde bir şeyi beğendiğiniz zaman “ateş ediyor” diyorsunuz, hatta yanına da tabanca emojisi koyuyorsunuz. E haliyle bu tabirin eninde sonunda bir pop şarkısında kullanılması da Allah’ın emriydi. Bunu ilk akıl eden Murat Güneş olmuş. Murat Güneş ne yazarsa iyi yazar, ona amenna ama bu şarkıda bir şey eksik sanki. “Ateş ediyor, ateş ediyor,” da sonra ne oluyor? İlk dinlediğimde bir C bölümü bekledim şarkıdan, gelmedi bir türlü. Vardı da sonradan mı çıkarıldı bilemedim. Ama bu haliyle bitmemiş gibi duruyor şarkı.
Buna karşın şarkının Catwork imzalı düzenlemesi, ne büyük artısı olmuş, onu da söylemek lazım.
Can Kızıltuğ’un tok ve kendine has bir sesi var. Tarkanvari bu şarkıyı tam da Tarkan gibi söyleme kolaycılığına kaçabilirdi ki kaçmamış. Bu önemli bir artı. Bu şarkıdan yola çıkarak şarkıcılık performansı hakkında bir şey söylemek doğru olmaz belki ama bir performans şarkısının da altından kalkabileceğini tahmin etmek güç değil.
Pop müzikte taze kan her zaman iyidir. Hele Can Kızıltuğ gibi yenilik peşinde koşanlar daha da iyidir. O bakımdan takipte kalmak lazım.
(21 Nisan 2017 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Seversiniz, sevmezsiniz, müziği size hitap eder ya da etmez ama içinde bulunduğu dönemin kısır döngülerini kırmaya, ezber bozmaya yeltenen her müzisyen tarihe not düşülmeyi hak eder. Ceyl’an Ertem ilk solo albümünü yayımladığı 2010 yılından bu yana giderek daha geniş kitlelerin farkına vardığı, tanıdığı ve sevdiği bir şarkı yazarı ve şarkıcı olmanın ötesinde müzisyen sezgileri ve duyarlılıklarıyla yaşayan, ortaya koyduğu işlerle bunu hissettiren bir genç kadın. Nitekim son albümüyle de en çok bunu mimliyor.
Ertem’in beşinci albümü “Yine de Âmin” geçtiğimiz günlerde Sony Müzik etiketiyle piyasaya sürüldü. Albümde Ertem’in kendi yazdığı şarkıların yanı sıra Yıldız Tilbe ve Sıla imzası taşıyan şarkılar da var. On bir şarkı ve bir de “remix”in yer aldığı albümün Cenk Erdoğan, Can Güngör, Steven Kamperman, Cihan Mürtezaoğlu ve Tunç Çakır’dan oluşan kalabalık bir aranjör kadrosu var.
Aranjör kadrosu kalabalık ama bu isimlerin hepsi zaten Ertem’le birlikte çalışan, çalan ve onun müziğini iyi bilen müzisyenler. Dolayısıyla Ceyl’an Ertem ortak paydasında ortaya çıkan müzik aynı ortak bakış açısını taşıyor. İçinde nefeslilerin ve yaylıların da olduğu orkestra müziği. Üstelik aynı anda, fiilen birlikte, bir arada çalan bir orkestra.
“Yine de Âmin” birden fazla sebeple müzik tarihine not düşülecek bir albüm ama en önemli neden hiç kuşkusuz canlı kaydedilmiş olması. Üstelik de Gaziantep’te, Gaziantep Üniversitesi Mâvera Kongre ve Sanat Merkezi Konser Salonunda.
Her bir enstrümanistin stüdyoya ayrı ayrı zamanlarda gelip kendi partisini çaldığı (çoğu zaman yazılmış özel bir partinin de bulunmadığı), sonrasında o farklı kayıtların bilgisayar marifetiyle bir araya getirildiği bir teknoloji var nicedir. Çok kanallı ve dahi dijital kayıt imkânları bu kolaylığı sağladığından beri albümlerin müzikal tadında tuzunda bir eksilme yok mu? Var. Hem de çok. Her şeyden önce bir arada çalan müzisyenlerin yarattığı enerji, duygu eksik.
İşte Ceyl’an Ertem de ‘70’lı yılların albümlerini dinlerken hissettiği o enerjiyi yakalamak derdiyle bu albümü canlı kaydetmek istemiş. İyi ki de öyle yapmış. Belki bir şarkının “bmp”inin başından sonuna tutmadığı, çalan ya da söyleyenlerin zaman zaman hata da yaptığı ve öyle bırakılmış o naif plak kayıtlarından biri değil dinlediğimiz ama canlı işte. O yumuşaklık, o sıcaklık daha ilk şarkıda hissediliyor nitekim.
Ertem kendi dünyasının şiirli, resimli, hikâyeli şarkılarını söylüyor yine. Kimi zaman hayata, kimi zaman aşka dair cümleler kuruyor, onları kendine has melodilerle beziyor, kendi üslubunca ses veriyor sonra o şarkılara. İlk albümlerine kıyasla daha net, daha berrak şarkı söylüyor artık. Şarkılarından daha umutlu, daha aydınlık cümleler de geçiyor. Daha dışa dönük eskiye göre, içine kapanık değil. Tüm bunların toplamı Ceyl’an Ertem isminin peşinde koşanların sayısını artıracak mı ya da artırdı mı, evet. Bu kötü bir şey mi, şüphesiz hayır.
Yanı sıra albüm kapağında hem bir Taner Ceylan resmi kullanılmış olması hem de Aytekin Yalçın’ın çektiği fotoğrafların Sadi Güran’ın illüstrasyonları ve Melek Boçoğlu’nun grafik uygulaması ile katılmış görsel zenginlik ve dahi albüm isminin aynı adlı Sinem Sal şiir kitabından alınmış olması gibi detaylar, gösterilen özen ve uğraş kadar nicedir unutulmaya yüz tutmuş bir olguyu, albüm ruhu, albüm iklimi ya da kimliği denilen şeyi anımsatıyor.
“Efsunlu Dünya”, “Beni Öyle Bilme”, “Korsan” ve “Nilüfer” albümde beni daha çabuk yakalayan şarkılar oldu. En çok sevdiğim “Esmer” ise ticari açıdan da albüme dinamo olabilecek güçte. Ben olsam bu albümü öncelikle bu şarkıyla servis ederdim.
Ceyl’an Ertem bu albümle bir yandan klişe bozmakla, öte yandan yerini sağlamlaştırmakla kalmıyor, Türkiye’de yapılan müziğin geleceği için de umut vaat ediyor. Bu umuda sahip çıkmak lazım.
(18 Nisan 2017 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Türkiye’nin “reggae” grubu Sattas ilk ve (şimdilik) tek albümünü 2012 yılında piyasaya sürmüştü. O zaman bu zaman yeni bir albüm yapmadı ama çok şey yaptı. Sziget gibi, Montreal Caz Festivali gibi çok önemli uluslararası ve sayısız ulusal festivalde sahneye çıktı, yanı sıra rutin sahne programlarına devam etti. Sattas’ın nicedir beklenen yeni çalışması ise bir Sony Müzik etiketiyle geçtiğimiz günlerde yayımlanan bir tekli oldu.
“Bir Ben miyim?” adı verilmiş teklide iki şarkı var. Birisi bir “cover”. Beklenmedik bir “cover” hem de. Duman’ın 2005 çıkışlı “Seni Kendime Sakladım” albümünün “hit”lerinden biri olan” Aman Aman” Sattas marifetiyle “reggae” ritmi ve formunda çıkıyor karşımıza. Neresinden baksanız üzerinden 12 yıl geçmiş, yani “eski” olmuş (yani “cover” yapılabilecek olgunluğa erişmiş) bir şarkı “Aman Aman”. Ona amenna. Ama bana sorsanız Sattas’a “cover” için elli tane şarkı seçsem, bu şarkı o ellinin arasında olmazdı. Yani ters köşe. Yani şahane!
Müzikal yapıları farklı olsa da duruşları benzer iki grup Sattas ve Duman. Ama bu şarkının o duruşla doğrudan bir ilgisi yok. Aslına bakılırsa arabesk, alaturka ve hatta halk müziği tınılarının içinden geçtiği ve bu nedenle de Kaan Tangöze’nin vokalinin pek de yakıştığı, çok “yerli” bir şarkı “Aman Aman”. “Reggae” ise tamamen başka bir coğrafyanın “halk müziği”. Buna karşın iki farklı iklimin ortak noktasını yakalamış Sattas bu düzenlemeyle. Yani başından beri en iyi yaptığı şeyi yapmış yine: Yerli “reggae” yapmış. O efkârlı şarkının eğlencesini de çıkarmış üstelik.
Tekliye adını veren “Bir Ben miyim?” ise yeni bir özbeöz Sattas şarkısı. Söz ve müziği grubun solisti Orçun Sünear’a ait bu şarkı da ilk albümde tanıştığımız Sattas müziğinin özgün bir örneği.
Bu iki şarkı, Sattas’ı hiç dinlememişleri bile tavlayabilecek ticari avantaja sahip, bunu söylemek lazım. Bu da grubun hedef kitlesini büyütmesi anlamında fayda sağlayacaktır. Ne ki beni beş yıl aradan sonra gelen bu iki şarkının kestiğini söyleyemem. Devir albüm devri değil belki kabul ama Sattas gibi söyleyecek sözü olan grupların daha fazla söz söylemesinin tam da zamanı.
(23 Mart tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Pop müzikte iyi şarkı yazmanın formülü nedir? Dinleyicinin kafasını karıştırmayacak, aksine kulağına ve diline kolay yerleşecek bir melodik örgü ve etkili sözler. Evet, binlerce başka formül üretilebilir ama şarkı formu icat edildiğinden beri popüler olmuş her şarkının çatısı aynı şekilde kurulmuştur. Mesela çok bildik, çok tanıdık, belki daha önce milyon kez anlatılmış bir şeyi anlatırsınız şarkının sözlerinde ama öyle bir anlatırsınız ki ilk defa siz anlatmış gibi olursunuz. Bir de bu sözleri A + köprü + nakarat trafiğinde ilerlemesi neredeyse kaçınılmaz şarkının müziğiyle etle tırnak misali kaynaştırabildiyseniz “iyi” şarkınız servise hazırdır.
Müge Zümrütbel’in yeni teklisi “Sus”, geçtiğimiz günlerde Sony Müzik etiketiyle yayımlandı. Yıllardır müzik piyasasının içinde olan Zümrütbel, ilk albümünü 2015 yılında piyasaya sürmüştü ama albümler döneminin bitme noktasına geldiği şu zamanda o albümün nice güzel şarkısı, nice albümün nice güzel şarkısı gibi yeterince duyulamadan dijital âlemin kalabalığına karıştı anlaşılan. Çünkü bu yeni şarkı o albümden değil (ki zaten Müge Zümrütbel firma da değiştirmiş bu arada.)
İlk paragrafta bahsi geçen (popüler müzikte)“iyi şarkı” matematiğini çözmüş sayılı yakın dönem besteciden biri olan Zeki Güner’e ait bir şarkı “Sus”. İhanete uğramış bir kadının kırgınlığını, sitemini ve nihayet (şarkının nakaratında) isyanını anlatan, ama alabildiğine yakından adeta içeriden anlatan, vurucu bir şarkı.
Müge Zümrütbel gibi sesini nasıl kullanması gerektiğini iyi bilen bir şarkıcının dilinde, sesinde etkisini iliklerinize kadar hissedebiliyorsunuz şarkının. Yani doğru şarkı, doğru şarkıcı ile buluşmuş. Hakan Yeşilkaya’nın hiçbir abartıya kaçmayan düzenlemesi de bir başka artı değer olmuş ve toplamda azımsanmayacak kadar iyi bir iş çıkmış ortaya. “Keşke günümüz pop müziğinde böylesi şarkılar daha çok yapılabilse ve yapıldığı kadar da duyulabilse,” dedirten bir iş.
(6 Şubat 2017 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
‘90’larda işe radyoculukla başlayan Selami Bilgiç, doğduğu şehir Eskişehir’den İstanbul’a geldikten sonra kulüpler de “dj”lik de yapmaya başlamış. O zaman bu zaman her iki alanda çalışmaya devam ederken kendi sektörlerinin önemli isimleri ve markaları ile bir araya gelmiş. 2014 yılında Serdar Ayyıldız ile birlikte hayata geçirdiği İstanbul Dj Akademi ise halen faaliyetini sürdürüyor.
Bugüne dek bir çok albümde “remix”lerini gördüğümüz Selami Bilgiç, geçtiğimiz yıl ise yine Serdar Ayyıldız ile beraber “Çocuk Diskosu” projesine imza atmıştı. Selami Bilgiç’in yeni projesi ise bir “cover oldu. Soner Arıca’nın seslendirdiği “Dönsen Bile”, geçtiğimiz günlerde Sony Müzik etiketiyle yayımlandı.
Teklide sözleri Ülkü Aker’e, müziği Yunan besteci Yannis Markapoulos’a ait şarkının üç farklı versiyonu yer alıyor. Orijinal ve “Lounge” versiyonların yanı sıra, Selim Öztürk tarafından yapılmış bir de “Akustik” versiyon var.
“Dönsen Bile” ilk kez Nilüfer tarafından seslendirilmişti. Nilüfer’in 1982 yılında yayımlanan “Sensiz Olmaz” adlı albümünde 5 “cover” ve 6 yeni şarkı vardı. Bu albüm öncesi 1979 ve 1980 yıllarında alaturka – arabesk türlerini kendi tarzınca deneyen Nilüfer, bu albümün “cover”larıyla o denemelerine devam ederken, yeni şarkılarıyla da ‘70’li yıllarda onu meşhur eden formülü uyguluyor, Ülkü Aker’in Türkçe sözlerini yazdığı yabancı (ağırlıklı Grek) orijinli şarkılarla alışageldiğimiz Nilüfer tarzını sürdürüyordu. “Dönsen Bile” o şarkılardan biriydi işte.
Şarkıyı Ferdi Özbeğen, Şehriban Gül, Seren Serengil, Nila, Nejat Alp ve Seda Sayan da seslendirdi daha sonra. Nilüfer ise, nedendir bilinmez, 1982 yılından bu yana hiç tekrar seslendirmedi.
Bu Ege havalı, sıcak melodili, kıvrak ritimli şarkının Selami Bilgiç tarafından yapılmış yeni versiyonu ise doğal olarak kulüp müziği mantığında kurgulanmış. Temiz, gürültüsüz, şarkıyı tepetaklak etmeyen bir düzenleme. “Akustik” ve “Lounge” versiyonlar ise bugüne dek yapılmış onca versiyondan farklı olarak şarkıyı yavaş tempoda sunuyor dinleyene ki bence çok akıllıca olmuş bu versiyonları yapmak.
Vurgulanması gereken bir detay da Soner Arıca’nın farklı yorumları. Malum, bir şarkının farklı versiyonları genellikle aynı “vocal edit” üzerine yapılır. Tempo yavaş da olsa, hızlı da, ritim oryantal de olsa “house” da, şarkıcıyı aynı biçimde duyarız. Olsun olsun sesin “pitch”i artırılır bazen. Oysa Soner Arıca bu şarkının yavaş ve hızlı versiyonlarını farklı biçimlerde okumuş. Hızlıda daha dinamik, daha sert ve agresif, yavaşta ise tam aksine gayet “soft” ve romantik. Bir şarkının nasıl farklı biçimlerde yorumlanabileceğine dair güzel bir örnek çıkmış ortaya.
(6 Şubat 2017 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Türk popunun 90 sonrası kuşağında en iyi şarkıcılardan biri olduğuna kimsenin şüphe duymadığı Aşkın Nur Yengi, kendi kulvarında ön saflarda koştuğu ‘90’lar geride kaldıktan sonra ne yazık ki aynı ivmeyi gösteremedi. En son ne zaman bir Aşkın Nur Yengi şarkısı herkesin diline düştü, liste başlarından inmedi diye bir dönüp baksak, epeyce gerilere gitmemiz gerekiyor. Elbette “hit” şarkı çıkarmak, çok satmak, çok gündemde olmak başarı için tek kriter değil ama popüler müziğin kantarı bunları da tartıyor ne çare.
Kaldı ki iki albümün arasını altı yıl açmak bile tek başına günü kaçırmak anlamına gelebilir popüler müziğin takvimine baktığınızda. 2010 yılında son albümünü yayımlayan Aşkın Nur Yengi, yeni albümünü 2016 Kasım ayında piyasaya sürdü. Sony Müzik etiketiyle yayımlanan albüm “Aşk’tan Olsa Gerek” adını taşıyor.
Aslında beş şarkıdan oluşan bir mini albüm bu ve geride kalan altı yıl içerisinde Aşkın Nur Yengi her yıl ancak bir şarkı bulabilmiş gibi bir yargıyı ve hayal kırıklığını da beraberinde getiriyor. Milliyet Sanat dergisi için röportaj yapmaya oturduğumuzda yüzlerce şarkıyı eleye eleye beş şarkılık bir albüm yapma noktasına geldiğini anlatmıştı Yengi. Anlaşılan oydu ki ‘90’lardan bu yana çok değişmiş müzik piyasası ilişkileri, anlayışlar, bir şarkı ya da albümün oluşum sürecine dair karşılaştıklarıydı buna sebep. Aynı Aşkın Nur Yengi seçtiği bazı şarkıları ve o şarkıların aranje biçimlerini de güne uyum sağlamak için seçtiğini saklamıyordu. Sektörün bugününe uyum sağlamadan müziğin bugününe uyum sağlamaya çalışmak pek mantıklı değildi oysa.
Nitekim albüm de bu ikilemin izlerini fena halde taşıyor. Bir yanda ‘90’lardaki çizgisinde (bir adım önde ya da geride de değil) bir Aşkın Nur Yengi, bir yanda gençleşmeye çalışan bir Aşkın Nur Yengi var bu albümde. Sözleri Şebnem Sungur’a, bestesi Gökhan tepe’ye ait “Çağırma Lütfen” ve söz ve müziği Ayla Çelik’e ait “Elin Oğlu”, klasik Aşkın Nur Yengi formatını sevenleri kalbinden vurabilecek güçte şarkılar. Yengi’nin 2000’lerin ortalarında kapılmaya başladığı tiz vokal tekniğinden bu defa kaçındığı da göz önüne alınırsa, pekala ‘90’lı yıllar Yengi şarkılarının tadını almak mümkün bu iki şarkıda. Her iki şarkının Erhan bayrak düzenlemeleri de bu minvalde zaten.
Ancak albümün açılışında yer alan ve (Yengi’nin söylediğine göre gençleri yakalamak adına) çıkış şarkısı olarak seçilen Soner Sarıkabadayı şarkısı “Altın Kaplama”, yüklendiği misyonu taşıyabilecek güçte bir şarkı değil. Sertab Erener de ciddi anlamda düşüşe geçtiği bir dönemde Soner Sarıkabadayı şarkıları ile tekrar parlak bir çıkış yakalamış ve sahiden de ibreyi dönemin genç kitlesine doğru çevirmeyi başarabilmişti. Ama Sarıkabadayı – Yengi işbirliğinin aynı sonucu vermesi pek mümkün görünmüyor. Hem şarkının gücüyle ilgili bir şey bu, hem de Yengi’nin duruşuyla. Mesela şarkıya çekilen klipteki Aşkın Nur Yengi’nin görüntüsü bile tek başına genç bir imaj vermekten çok uzak (ki Yengi uzun yıllardır işli, süslü kostümlerle Günay sahnesine çıkan assolist görünümünde malumunuz.)
Benzer sebeplerle söz ve müziği Ayla Çelik’e, düzenlemesi Erdem Kınay’a ait “Hafta Sonu” da radyoların, kulüplerin “playlist”lerine girmeye uzak görünüyor ki albümde Yengi’nin gençleşme misyonu yüklediği bir diğer şarkı da bu.
Düzenlemesi Erhan Bayrak tarafından yapılan bir diğer Ayla Çelik şarkısı “Bi’ Sebepten” ise 20 yıl kadar geç kalmış bir “hit” adayı. ’95-’96 yıllarında çıkmış bir kasette A1 olabilecek bu şarkının ne çare ki bugün pek bir şansı yok.
Sözün özü, iyi bir şarkıcıdan eli yüzü düzgün beş şarkı dinlediğimiz bir albüm bu. Söz konusu Aşkın Nur Yengi olmasa bu kadarına da razı olabilirdik belki ama özellikle yıllardır Yengi’yi hak ettiği yerde tekrar görmek isteyenler için ne heyecan yaratıcı ne de tatmin edici.
Her zaman iyi fotoğraflar çekmiş Tamer Yılmaz’ın Photoshop estetikli Aşkın Nur Yengi fotoğraflarına ise hiç girmiyorum.
Kontrol kaygılarınız profesyonelliğinizin önüne geçiyorsa ne iş yaparsanız yapın işiniz zordur. Sosyal medya kullanmayı reddetmek dâhil, olan bitenle, gündemle bu kadar kopuk, bu kadar steril yaşamak ve bir yanda popüler müzik yapmak da zordur. Aşkın Nur Yengi’nin de işi zor görünüyor. Kendisi bunun ne kadar farkında, o da ayrı mesele.
(30 Ocak 2017 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Yakın dönem pop müziğinin kazançlarından biri Buray. 2015 yılında yayımlanan ilk albümü “1 Şişe Aşk” onu müzik dünyasına tanıtmakla kalmadı, birden fazla “hit” şarkı çıkaran ve etkisi uzun süren bir albüm olarak Buray isminin gelip geçici olmayacağını gösterdi.
Buray’la tanıştığımda tanınır ve aranılır olmanın geçici heyecanına kapılmamış, gayet aklı başında, zeki, donanımlı ve donanımının farkında, buna karşın sınırlarını tayin etmiş, ayakları yere basan bir genç adam gördüm karşımda. Bütün bunlar müziğine de yansıyor zaten. Daha ilk albümünde yansımıştı ki ikinci albümde daha da fazla hissediliyor.
Buray’ın ikinci albümü “Sahiden”, 2016 yılının Kasım ayında Sony Müzik etiketiyle yayımlandı. Albüm 12 şarkıdan oluşuyor.
Şimdilerde tekli modası var ve artık piyasaya çıkmak için bir tek şarkı yetermiş gibi bir algı var. Oysa birkaç yıl öncesine kadar albüm yapmak şarttı ve bir albüm yapmak demek belirli bir birikime sahip olmak demekti. Buray bir albüm dolusu şarkısıyla bir birikime sahip olduğunu göstermişti zaten. Arkasının boş olmadığını da bu albümle gösteriyor. Önceki albümde olduğu gibi bu albümde de Gözde Ançel’le ortak bestelediği şarkılar var. Her biri pop müzik içerisinde farklı eğilimlere, farklı türlere göz kırpan, bu bakımdan renkli ama bütünde belirli bir çizgiyi yakalamış şarkılar bunlar.
Albümün birden fazla artısı var. Tutarlı sözler, melodik zenginlik ve tertemiz icralar. Yanı Buray ve Bahadır Tanrıvermiş’in şarkıların üzerine çıkmayan, şarkıları boğmayan düzenlemeleri. Enstrümanların net ve temiz duyulduğu, ritim çeşitliliği ve zenginliğinin kulağı doyurduğu bir pop müzik albümü bu zamanlarda kolay karşımıza çıkmıyor.Zaten albümün künyesine şöyle bir göz attığınızda canlı enstrüman kullanmak konusunda hiçbir masraftan kaçınılmadığını duymadan önce görmek de mümkün. Bahadır Tatlıöz, Özer Arkun, Göksun Çavdar gibi konuk müzisyenler de bu anlamda albüme katkı sağlamış üstelik.
Çıkış şarkısı olarak seçilen “Aşk mı Lazım?” zaten aldı yürüdü ama “Seni Sevmiyorum Artık” başta olmak üzere, “Melodi”, “Sen Hâlâ Sokağımda”, “Mecnun” ve “Sahiden” 2017 yılı boyunca Buray’ı gündemde tutabilecek şarkılar. Ben çok eğlenceli “Deli Divane”yi de pek sevdim, o ayrı (Bu şarkıya Simge de vokal desteği vermiş bu arada.)
Albümdeki Buray ve Gözde Ançel imzalı 11 şarkının yanı sıra bir de sözleri Bülent Fevzioğlu’na bestesi Buray’ın babası Turgay Salim Hoşsöz’e ait “Gül Goncalar” adını taşıyan türkü formunda bir şarkı da var.
Mustafa Sarıkaya’nın fotoğrafları ve Melek Boçoğlu’nun grafik tasarımıyla hazırlanmış kartonetin görsel bütünlüğü de yerli yerinde.
Gürültüsüz patırtısız, başından sonuna derli toplu, şöyle hiç şarkı atlamadan, olmadık kötü sürprizlerle karşılaşmadan dinleyebileceğiniz, iddiasız gibi görünen ama iddiasını içinde taşıyan sıcak, samimi ve temiz bir albüm “Sahiden”. Üzerinde çalışılırken günübirlik modalara itibar edilmediğinden modası bugünden yarına geçmeyecek bir albüm aynı zamanda. Bunca kakafoni içerisinde böylesi bir albüm yapabildikleri için Buray’ı, Gözde Ançel’i, Bahadır Tanrıvermiş’i ve albüme el vermiş herkesi kutlamak gerek.
Beş yılı aşkın bir süredir müzik ve eğlence sektöründe
alternatif organizasyonlar düzenleyen, konser ve etkinlik sponsorluklarıyla
zaten giderek daralmakta olan sektöre ciddi anlamda destek veren İstanbul Blue
Night oluşumu, 2016 yılında Sony Müzik bünyesinde İstanbul Blue Night Records
markasını hayata geçirdi. Bu marka müzik sektörüne daha önce denenmemiş bir
yöntemle giriş yaptı ve hız kesmeden de devam ediyor.
(23 Kasım 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Sabahattin Ali şiirlerinin şarkıya gelir bir tarafı olduğu su götürmez. Şiirlerinden bu kadar çok “hit” şarkı çıkmış az şair var: “Leylim Ley”, “Aldırma Gönül”, “Ben Sana Vurgunum”, “Dağlar Dağlar”, “Geçmiyor Günler”, çok fazla bilinmese de benim en sevdiklerimden biri olan “Gurbet Hapishanesi”…
Kürk Mantolu Madonna kitabıyla kahve fincanlı fotoğraflar paylaşmak moda olmadan çok ama çok evvel Kuyucaklı Yusuf’u, Hanende Melek’i, Gramafon Avrat’ı kitaplarında, olmadı Yeşilçam filmlerinde tanımış bir nesil vardı bu ülkede. Şiirlerini okumuş ya da okumasa da şarkılarda dinlemiş ve illa ki söylemiş bir nesil de.
Şimdilerde bir Sabahattin Ali şiiri daha şarkıya dönüştü. Genç kuşağın başından beri hep kalıcı ve sağlam işler yapmış bestecilerinden biri, Çağın Bodur tarafından bestelenen “Yetmez mi Gönül?”ü Alper Atakan’ın düzenlemesiyle Necdet Kaya seslendiriyor. Şarkı, geçtiğimiz günlerde tekli formatında Sony Müzik etiketiyle yayımlandı.
Konservatuvarlı bir müzisyen olan ve ilk albümünü 2007 yılında yayımlayan Necdet Kaya, bugüne dek dört albüm yapmış, halk müziği dalında yaptığı bu albümlerle türün genç isimleri arasında yıldızını parlatmış bir isim. Kaya’nın halk müziği çizgilerinin dışına çıkan ilk çalışması ise bu şarkı oldu. Aslına bakılırsa “rock”ın içinden arabeskin, popun içinden alaturkanın, halk müziğinin içinden popun geçebildiği, türler arası keskin çizgilerin artık silinmeye başladığı bir dönemde özellikle genç isimleri klişe kategorilerin içerisinde anmak da haksızlık. Hele ki ülke genelinde dinleyici çok büyük yüzdeyle bu ayrımlara takılmıyor iken.
Nitekim bu şarkı iyi bir besteci, iyi bir aranjör, iyi bir şarkıcı ve büyük bir şairin dizelerinin buluşmasından ortaya çıkmış iyi ve etkili bir şarkı. Sabahattin Ali’nin 41 yıl sürmüş kısa ve hüzünlü hayat hikâyesinin izlerini taşıyan şiirin hakkını veren beste, düzenleme ve yorum, dinleyeni o dakika etki altına alıyor. Bir de üzerine Sinop hapishanesinde, Sabahattin Ali’nin kaldığı koğuşta çekilmiş klibi izleyip, duvarda asılı fotoğrafını gördüğünüzde boğazınız düğümleniveriyor.
Basit şarkıların, basit müziğin, basit işlerin, basitliğin üzerimize sağanak gibi yağdığı bir zamanda böyle ruha dokunan şiirlere, şarkılara sıkı sıkı sarılası geliyor insanın.
(20 Eylül 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Şarkı başlar başlamaz, Sezen Aksu’nun “Şanıma İnanma”sındaki “A aaa”ları (farklı tondan) duyar gibi oluyorsunuz ve bu biraz kafa karışıklığı yaratıyor ama sözler girdiğinde tipik bir Alper Narman – Onur Özdemir şarkısı çıkıyor karşınıza. Alper Atakan’ın düzenlemesini yaptığı “Ruj”, yeni Onurr şarkısı ve geçtiğimiz günlerde Sony Müzik etiketiyle tekli formatında yayımlandı.
Vurup kaçıyor Onurr. Süresi (minutajı) kısa ama o kısacık süreye slogan laflar, etkili melodiler sığdırılmış, “hit” kumaşından biçilmiş şarkılar söylüyor. Bir önceki şarkısı “Âşıklar Ölmez”i çok sevmiştim ben. İki dakikada derdini anlatıyor, dinleyenin hafızasına çengelini de atıyordu. “Ruj” da bir 53 saniye fazlayla aynı şeyi yapmayı deniyor. Çapkın, seksi bir şarkı “Ruj”. Ölçülü, biçili, akıllıca yazılmış ve hedef kitlesine nokta atışı yapıyor.
Ne ki şarkının klibi tüm bu çabanın anti tezi gibi. Çok daha iddialı, havalı, seksi (en azından şarkının adı hürmetine kırmızı rujlu) olabilecekken, alabildiğine sade, gündelik, tesadüfen oraya gelmiş gibi bir Ayşe Hatun Önal bir yana, Onurr’un “üçüncü kuşak Al(a)mancı rapper” saçı, kılığı ve tavrı da şarkıyı fena halde aşağı çekiyor.
Klibi bir yana koyarsak, tam da radyoların seveceği türden bu eğlenceli şarkının bizi eğlendirmemesi, kanımızı kaynatmaması için bir sebep yok.
(26 Ağustos 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
İrfan Özata yeni nesil pop yıldızı tanımının içine alınabileceklerden. Gerçi o, destekli bir proje olarak değil, tamamen kendi emeği ve çabasıyla bir yol açtı kendine. Birikiminin ve müzisyenlik deneyiminin gücüyle adını duyurdu. İyi pop şarkıları yazıyor, iyi şarkı söylüyor. Gelin görün ki fizik olarak bir erkek pop-star prototipine hiç uymuyor. Uzun boylu değil, kaslı değil, davetkâr ve çapkın bakışlar atmayı bilmiyor. Ne gam… İrfan bu eksiğini (bu bir eksikse şayet –ki bence değil, olmamalı) müziğiyle olduğu kadar sıcak, komik, sempatik hali ve tavrıyla pek güzel kapatıyor. Hatta artıya geçiriyor. Bunu görmek için sosyal medyada İrfan Özata takipçisi olmak yeter.
İrfan Özata’nın geçtiğimiz günlerde Sony Müzik etiketiyle piyasaya çıkan mini albümü “Yazı Tura” adını taşıyor. 2015 yılında “Emir Büyük Yerden” teklisi ve aynı adlı filmin “soundtrack”i olarak kullanılan “Git Başımdan” adlı teklisini yayımlamıştı İrfan Özata. Demet Akalın’ın ses getiren “Pırlanta” adlı şarkısının bestecisi olarak da duyduk adını bu yıl. İlk teklisi “Yanlış Fotoğraf” ve ilk albümü “Hayat Okulu” ise 2013 yılında dinleyici karşısına çıkmıştı.
“Yazı Tura”da “Git Başımdan”ın yanı sıra dört yeni şarkı ve bir de farklı versiyon var. Dört ayrı hedef kitleye yönelik dört yeni şarkı demek daha doğru olur belki. Bu anlamda biraz stratejik bir albüm bu. İlk albümünde tamamen kendi bildiğini yapmış ama istediği çıkışı tam anlamıyla yakalayamamış bir müzisyenin yol arayışı da denilebilir.
Albümün çıkış şarkısı olarak seçilen “Örf” işin romantik tarafında duran yavaş tempolu bir şarkı. Sözlerini Yazgın Kaçak yazmış, bestesini İrfan Özata yapmış, düzenleme ise Serkan Ölçer’e ait. Gökhan Şahin’in sözleri, İrfan Özata’nın bestesi ve Enver Günen’in düzenlemesiyle “Hır Gür” slogan sözleri, kolay tekrar edilebilir melodisi ve elektronik düzenlemesi nedeniyle tam bir “playlist” şarkısı. “Beach” olur, “club” olur, radyo olur ama mutlaka ayakta dinlenir cinsten... Ardından gelen “Meşrep” ise tam aksi istikamette, rakı masasında uzun oturmalık bir demlenme şarkısı. Sözler Yazgın Kaçak’ın, beste İrfan Özata’nın elinden çıkmış bu defa, düzenleme ise Altuğ Öncü tarafından yapılmış. Bu tür şarkılara bayıldığım bir sır değil. Öznel olmak gerekirse albümde en çok bu şarkıyı sevdiğimi de saklayacak değilim.
Yine bir Yazgın Kaçak – İrfan Özata şarkısı olan “Yazı Tura”, bu defa daha genç bir kitleyi hedefliyor. Daha Batılı, daha pop ve hatta daha “teen-age” bir şarkı çünkü. “Karşında sussam bile atasözü olur” gibi sıkı bir slogana yaslanan şarkının Osman Çetin imzalı düzenlemesi çok dinamik ve eğlenceli. Albümde şarkının daha kısa bir “Radio Edit” versiyonu da var.
“Git Başımdan” ise albümün tek bildik şarkısı. Gökhan Şahin ve İrfan Özata imzalı bu şarkının düzenlemesi Bahadır Tanrıvermiş tarafından yapılmış. Bir film müziği olması nedeniyle mi bilinmez ama teatral yönü ağır basan, bir müzikal şarkısı tadı veren türden bir şarkı “Git Başımdan”.
İrfan Özata’nın ses aralığı geniş, ses tınısı ise dinleyene pozitif enerji yüklüyor. Aslında kişiliğinin sesine yansıması demek daha doğru belki (tanıdığım için söylüyorum bunu.) Tam da bu sebeple eğlenceli, hatta bir parça esprili şarkılarda sesini ve ismini daha fazla parlatabileceğini söylemek yanlış olmaz. Belki bu albüm için her ne kadar ticari şansı yüksek olsa da bence “Örf” doğru bir çıkış şarkısı değildi. Ben olsam “Yanlış Fotoğraf”la yakaladığım çizginin üzerinden bir süre daha devam ederdim ve bu nedenle de bu albümün ilk klip şarkısı olarak “Yazı Tura”yı seçerdim. Tabii bu işler hiç belli olmuyor. Yarın öbür gün İrfan öyle güçlü bir yavaş şarkı yakalar ve öyle de iyi söyler ki benim bu fikrimi yerle yeksan ediverir. Müzik bu sonuçta, hiçbir zaman bir tek doğrusu olmaz.
Sedat Doğan tarafından çekilmiş fotoğrafları ve Melek Boçoğlu’nun grafik tasarımıyla özenli kartonet de albümü bütünlüyor. Eli yüzü düzgün pop sevenlere bu mini albüm tavsiye olunur.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.