(24 Temmuz 2017 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Esin İris ilk albümü “Yine Mavi”yi 2014 yılında yayımlamıştı. Esin’in hayli dolu ve renkli müzikal geçmişinin doğal sonucu olarak türler arasında gezinen, tam yolunu bulamamış, biraz “ortaya karışık” bir albümdü o. Mesela çıkış şarkısı “Bu Gece”yi bir Aydilge şarkısı da sanabilirdiniz, bir Gökçe hatta Yıldız Tilbe şarkısı da.
Esin İris’in yeni teklisi “Bir Aşk Yok”, geçtiğimiz günlerde Sony Müzik etiketiyle yayımlandı. Sözleri Esin İris’e ait olan şarkının bestesinde İris’in yanı sıra Orhun Ozan ve Affan Özgür Aksüyek’in de imzası var. Düzenleme ise İskender Paydaş tarafından yapılmış.
Bir romantik komedi şarkısı “Bir Aşk Yok”. Ya da bir genç kız, genç kadın şarkısı. Şarkının klibi de bunun alını çiziyor zaten. Şarkı şu zamanların ruhunu tam da yerinden yakalamış, çok etkili ve dinleyen her beş kişiden dördünün hak vereceği, onay vereceği bir tek cümleye “bir aşk yok uğruna ölecek”e yaslanıyor. Nakaratta sadece bu cümlenin tekrar edilip durması boşuna değil; alt metin “fazla söze ne hacet” diyor besbelli. Olur mu? Neden olmasın? İlla laf kalabalığı şart değil.
Güzel, ferah bir melodi, güzel, oyuncaklı bir düzenleme, bu defa karakteristiğini çok daha açık gösterebilmiş bir Esin İris. Ben çok sevdim bu şarkıyı. Bakmayın dertli sözlerine, “bir aşk yok uğruna ölecek” diye tekrar edip dururken, bir anda “amaaan yoksa da yok ne yapayım yani?” diyebilirsiniz pekala. Öyle de iç açıcı bir tarafı var zira.
(24 Temmuz 2017 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Hakiki bir pop-star olabilmenin gereklilikleri nelerdir? Edis’e bakınız. Daha ilk şarkısı, ilk klibinde gözümüzü alamadık ondan. Onlarcası vardı onun yaş skalasında, genç, yetenekli, hevesli. Ama bir şey farklıydı. Kendine baktırdı, şarkısını dinletti. Hem de bir defalığına değil, her defasında; her yeni şarkı yayımladığında.
Edis’in yeni teklisi “Çok Çok”, geçtiğimiz günlerde DMC etiketiyle yayımlandı. Bir film için seslendirdiği “Vay”ı saymazsak bu, 2014 Aralık ayından bu yanan yayımlanan dördüncü şarkısı Edis’in. Aslına bakarsanız az; ama öz mü öz.
Çünkü her şarkısında farklılığını biraz daha vurguluyor, gösteriyor Edis. Şarkıları, şarkı söyleme biçimi, dansı, kılık kıyafeti ile. “Çok Çok” bu zincirin son ve şimdiye kadarki en etkili halkası. Evet, bir pop şarkısı, evet, Edis’in Alper Narman ve Onur Özdemir ile ortak yazdığı ve düzenlemesini Ozan Çolakoğlu’na emanet ettiği şarkı gündelik ve eğlenceli popun tam ortasından geçiyor ama geçerken sağında solundaki benzer yüzlercesine bir çırpıda tur bindiriyor. Bu işin iyisi, edeplisi, makulü nasıl yapılırı gösteriyor. Sonra bu averaj, etrafındakilere hiç benzemeyen bir görsellik ve dansla gücünü katlıyor. Genç yaşına rağmen örnek oluyor aslında yirmi yıldır aynı telden çalanlara ya da beğenilmeme endişesi cesaretinden büyüklere.
Kimisi çizgisini hiç değiştirmesin, zamana ayak uydursa bile hep sevdiğimiz gibi kalsın isteriz. Onlar genellikle kariyerlerinin odak noktası şarkılar (genellikle de kendi yazdıkları şarkılar) olanlardır. Kayahan’dır, Yaşar’dır, şüphesiz Ortaçgil’dir ya da Sezen Aksu’dur belki bir yanıyla. Ama pop-star kavramı şarkılarla, görsellikle, vesaireyle bütünde güncel olmak ve kalmak, fark edilebilir olmak ve bunu sürdürebilmek üzerine inşa edilir. Ajda Pekkan’dır onun en dillere destan örneği de. Her ne kadar zaman zaman kızsak da Hande Yener’dir belki biraz da. Henüz çok ama çok erken de olsa bu gidişle Edis’i de ileride aynı yere koyarsak bu beni şaşırtmayacak.
(24 Temmuz 2017 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
2016 yılını Ocak ayında yayımlanmış bir tekliyle geçiren Yonca Lodi, 2017’de sesini duyurmak içinse Haziran ayına kadar bekledi. Lodi’nin geçtiğimiz günlerde DMC etiketiyle yayımlanan yeni teklisi “Mühür” adını taşıyor.
Her şarkı “hit” olmak zorunda değil. Bazı şarkılar bir söz söylemek, bir şey anlatmak, bir duyguya karşılık olmak, bir ânâ tanıklık etmek için vardır. Albümler en çok bu işe yarardı. Her şarkısı “hit” olmazdı albümün. Bazı şarkılar dile düşmez ama kalbe düşerdi. Albümdeki şarkılar birbirine destek verir, biri diğerinin önünü açar, öteki berikinin sözüne sahip çıkardı.
Yonca Lodi de zamanında böylesi albümler yapmış bir isim olduğundan mıdır nedir, ben kendi adıma bir şey anlamıyorum onun tek tek yayımladığı şarkılardan. Bir önceki tekli “Özlüyorum” güme gitti sanki. Bu da mı gidecek bilmem.
Oysa nasıl güzel bir şarkı. Sözleri Tamer Sağır yazmış, besteyi Hakan Demirtaş yapmış, düzenleme ise Alper Atakan’ın elinden çıkmış. Dertli sözleri, efkârlı melodisi, “damar” düzenlemesi, “amaaaaaan” narası ile filan Yonca Lodi kariyerinin belki de en alaturka şarkısı olabilir ama hakkını vermiş mi vermiş, kendine yakıştırmış mı yakıştırmış. Benim böylesi “demlenme” şarkılarına da zaafım var mı, var. Öyleyse tokuşturalım kadehleri!
Şaka bir yana, sözü, müziği, pırıl pırıl düzenlemesi ve çapaksız yorumuyla eli yüzü fevkalade düzgün bir pop-alaturka şarkı “Mühür”. Şarkının klibinde Yonca Lodi’yi daha önce hiç görmediğimiz bir biçimde oyunculuk yaparken görmek de işin sürprizi.
(24 Temmuz 2017 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Bir O Ses Türkiye cahili olarak yine ıskalamışım. Bugünlerde adını sıkça duyduğum Güven Yüreyi de o yarışmanın rahle-i tedrisinden geçmiş meğer. Şöyle bir seyrettim yarışma videolarını. O kırmızı koltuklardan birinde ben otursaymışım asla döndürmezmişim koltuğumu. O kadar “piyasa ağzı” (ya da “sahne ağzı” okumuş ki şarkıları, ben tamamını izlemekte zorlandım. Ağdalı, gereksiz nağmeli, kelimeleri çeke uzata söylemek de yerine göre makbul olabilir şayet Kibariye, Ebru Gündeş ya da Müslüm Gürses gibi karakteristiği olan bir sesiniz varsa. Ama Güven Yüreyi gibi kolay ayırt edilebilir bir ses tınınız yoksa o stil sizi daha da sıradanlaştırmak öteye gitmez.
Neyse ki Güven Yüreyi ilk teklisinde aynı hataya düşmemiş. Düz, temiz ve açık bir yorumla şarkıda payına düşen cümleleri seslendirmiş ve düet partneri Derya Uluğ ile gayet parlak bir işe imza atmış.
Güven Yüreyi’nin DMC etiketi ile yayımlanan ilk teklisi “Sen Maşallah” adını taşıyor. Derya Uluğ ile düet yapması boşa değil zira şarkı, Derya Uluğ ve Asil Gök ikilisinin elinden çıkmış. Düzenlemesi, slogan şarkı sözleri ve akılda kalıcı melodisiyle neresinden baksanız “hit” adayı bir şarkı ki zaten servis edilir edilmez de dikkatleri üzerine çekti. Hatta Derya Uluğ’un “Canavar”ından çok daha iyi, çok daha akıcı. Lafın burasına küçük bir çekince koymak gerekirse, “Canavar” ve “Okyanus”un birbirine benzediği yer neresiyse, bu şarkının benzediği yer de tam orası. Bunu şarkı yazarlarının alamet-i farikası olarak da kabul edebilirsiniz, şarkıdan şarkı türetme formülünün handikabı olarak da; orası size kalmış.
Buna karşın Güven Yüreyi için bu şarkının iyi bir başlangıç olacağı su götürmez. Belki de çok uzun sürede yürüyeceği yolu bu şarkı sayesinde çok kısa sürede aşağı kesin. Bu konuda umut vaat ettiği de söylenebilir. Ayrıca Uluğ ve Gök ikilisinin böylesi bir şarkıyı Uluğ diskografisine eklemek yerine Yüreyi’ye emanet etmeleri de bir alçakgönüllülük ki bunu da kabul etmek lazım. Şarkı düpedüz bir düet olmasına karşın hem teklinin kapağında hem de şarkının klibinde Derya Uluğ’un adının geçmemesini de buna mı yormak lazım, işte onu bilemedim.
(28 Temmuz 2017 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
‘60’lı, ‘70’li yılların kayıtlarını neden çok seviyoruz hâlâ? Şarkılardan bahsetmiyorum, zira nostalji yapmak değil maksadım. O dönem teknolojilerinin mecbur kıldığı kayıt yöntemlerinden bahsediyorum. Dört, daha sonra sekiz kanallı stüdyolarda tüm enstrümanistlerin ve şarkıcının birlikte kayda girip şarkıları sahnedeymişçesine başından sonuna dek bir defada çaldığı kayıtlardan. Metronomun asla tutmadığı, zaman zaman hataların yapıldığı, ses dengelerinin (özellikle ilk dönemde) bir inip bir çıktığı o kayıtlar o halleriyle güzel geliyor şimdi kulağımıza. Bu zamanın kayıtlarında bu kusurları bulmak mümkün değil. Hatta şarkıcılar detone bile olmuyor artık. Her şey motomot çünkü. Öyle ki şarkının bir yarısını çalmak, söylemek yeterli; kalanı “kopyala yapıştır”la tamamlanıyor nasılsa.
Önceleri özellikle stüdyoda ter döken müzisyen ve teknisyenlere şahane gelen bu teknolojinin müziği giderek mekanik bir hale getirdiğini herkes kabul ediyor artık. Hatta dinleyici bile aydı duruma. Son yıllarda hem müzik televizyonlarında hem de internet medyasında akustik ve canlı kayıtların, programların izleyici, dinleyici tarafından çokça rağbet görmesi boşuna değil.
Yakın dönem pop müzik geçmişimizde tamamen canlı kaydedilmiş çok az albüm var. Bir elin parmaklarını geçmez belki de. İşte onlara bir yenisi eklendi geçtiğimiz günlerde. Erkan Güleryüz, tamamen canlı kaydedilmiş yeni albümü “Organik”i Mart 2017 itibariyle SN Müzik etiketiyle piyasaya sürdü.
Albümün fikri Erkan Güleryüz’ün Sezen Aksu’nun evinde onunla yaptığı bir sohbette söyledikleriyle oluşmuş aslında. “Seni üzen, kıran her şeyi yok say,” demiş mealen Sezen Aksu. “Bildiğin yolda devam et.” Bu öğüt Güleryüz’ü istediği gibi müzik yapma fikrine kadar götürmüş ve Fatih Ahıskalı ile birlikte kolları sıvamış. Oluşturduğu repertuarda yer alan şarkıları albümün müzik direktörlüğünü de yapan Ahıskalı ile birlikte düzenlemiş Erkan Güleryüz ve sonra müzisyen dostlarını çağırıp stüdyoya girmişler. Kayıtlar bittikten sonra dinlediklerinde duydukları bazı kusurları da o doğallığı bozmamak için bilerek düzeltmemişler.
Albümde Erkan Güleryüz’ün eski ve yeni şarkılarının yanı sıra daha önce başkaları tarafından seslendirilmiş şarkılar da var. Şarkıların birçoğunda bir şekilde Sezen Aksu’nun imzası var. İlk kez Sertab’ın seslendirdiği “Gel Barışalım Artık”, ilk kez Günce tarafından seslendirilen “Nezaket” ve daha önce Mustafa Ceceli’nin sesinden dinlediğimiz “Kendimce”, Erkan Güleryüz’ün önceki albümlerinde yer almış “Gül Bakalım”, “Esmer”, “Beni Yollara Yazmışlar”, “Aşk Dansı”, “Yegâne” bu kez akustik kayıtlarla çıkıyor karşımıza. Albümün açılışını yapan enstrümantal beste Erkan Güleryüz’e ait. Hemen ardından gelen “Gitme” ise sözleri Erkan Güleryüz ve Sezen Aksu, bestesi Selim Hiçyılmaz imzası taşıyan bir şarkı. “Şi’ra Yıldızı”, “Hoş Geldin” ve “Aramızda Kalsın” ise söz ve müziği Güleryüz’e ait şarkılar.
Şarkı kayıtları esnasında aynı zamanda video kayıtları da alınmış ve böylece her şarkıya doğal olarak klip de çekilmiş ki bu klipleri Erkan Güleryüz’ün YouTube hesabından izleyebilmek mümkün.
‘60 ve ‘70’lerin ilkelliğinde değil belki ama sıcaklığında, tertemiz kayıtlar, ses telleriyle ilgili yaşadığı problem yer yer hissedilmesine rağmen tekniği ve duygusu sağlam bir biçimde şarkı söyleyen Erkan Güleryüz. Medyada çok göz önünde olmasa da yıllardır aralıksız sahneye çıkan Güleryüz, canlı performans konusunda görünen o ki hemen hiç zorlanmamış ve ortaya su gibi akıp giden bir albüm çıkmış. Çok daha kıdemli isimlerden bekleyip de göremediğimiz türden cesur ve bir bakıma da meydan okuyan bir albüm.
Fazla söze ne hacet; “Organik” ismi albümü tek başına özetliyor zaten.
(13 Temmuz 2017 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Hiç yaygara koparmadan, ortalığı velveleye vermeden genç şarkıcılara, şarkı yazarlarına destek veren bir isim var yıllardır: Rafet El Roman. Kendi albümlerinde genç şarkı yazarlarının şarkılarını kullanır, onlarla düet yapar, o gençlere kendi müzik firmasından albümler, tekliler çıkarır. Yusuf Güney, Ezo gibi bilinenler de var, adı daha az duyulanlar da. Mesela yakın zamanda böyle genç müzisyenlerin kayıtlarının bir araya getirildiği “Müzik Benim Dünyam” isimli bir albüm de yayımlandı El Roman Müzik etiketiyle.
Taha Gürbüz, Rafet El Roman’ın destek verdiği isimlerden biri. Taha Gürbüz’ün ilk solo albümü “Manyak”, geçtiğimiz günlerde El Roman Müzik tarafından piyasaya sürüldü.
Taha aslında müzik dünyasında deneyimi olan bir genç isim. “Solo albüm” vurgusunu o yüzden yaptım zira onu daha önce Jilet grubunun solisti olarak tanıyorduk ve o 2012 yılında bir albüm yayımlamışlardı. Bülent Ersoy’un “Maazallah” şarkısının “rock” versiyonunu ve o şarkının klibinde grup üyelerinin Ersoy’un taşlı mikrofonu kaçırmalarını hatırlayanlar vardır mutlaka.
Jilet albümünde de “cover”lar dışındaki bütün şarkıların söz ve müzikleri Taha Gürbüz’e aitti. Taha, solo albümündeki on şarkıya da söz yazarı ve besteci olarak imza atmış, hatta bu kadarla yetinmeyip düzenlemeleri de kendisi yapmış. Dolayısıyla büyük bütçeler harcanmadan, büyük iddiaların altına girmeden ama belirli bir çizgiyi de tutturma kaygısı güderek hazırlanan “butik” albümler kategorisinde anılabilir “Manyak”.
Jilet zaten çok sert “rock” yapan bir grup değildi, Taha Gürbüz solo albümünde “sound”u biraz daha yumuşatmış, söze, melodiye öncelik veren düzenlemelerle eğlenmeye, kafa sallamaya hatta eşlik etmeye değil, dinlemeye odaklı bir albüm yapmış. Albüme adını veren şarkıda olduğu gibi yer yer caza da göz kırpan düzenlemeler, “Aşk Nezlesi”nde olduğu gibi yer yer muzip, esprili şarkı sözleri, temiz, çapaksız bir vokalle, kendine münhasır bir müzikal seyri var albümün. En önemlisi de bu galiba. Yeni isimleri birbirlerinden ayırt etmek çok zor artık. Kendi kimliğini yansıtabilen işler daha değerli şimdilerde.
Albümden ilk klip, albüm henüz piyasaya çıkmadan “O Kadın” adlı şarkıya çekildi ve servis edildi. Şimdilerde albümün açılış şarkısı “Heyhat” dolaşımda. Taha Gürbüz’ün YouTube hesabından ise albümden bağımsız olarak yaptığı “cover” çalışmalarını izlemek/dinlemek mümkün.
Bunu zaman zaman yazıyorum, tekrar edeceğim: Bu şarkıları bildik bir isim, sözgelimi Teoman söyleseydi çoktan bağrımıza basmış, ezbere almıştık ama maalesef radyolar ve televizyon kanalları ve de yazılı basın gibi dinleyici de yeni isimlerin şarkılarına mesafeli yaklaşıyor. Oysa hakkında hep karamsar şeyler düşündüğümüz müziğin geleceği Taha Gürbüz ve benzeri genç müzisyenlerin elinde onların birçoğu hiç de küçümsenmeyecek nitelikte işler yapıyorlar sessiz sedasız. Bu yüzden biraz keşfe çıkmak, keşfettiklerimize sahip çıkmak şart. Taha Gürbüz’ün bu albümü böylesi bir keşif keyfi vaat ediyor ilgilisine. Habersiz kalmayın.
(4 Temmuz 2017 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Hani bazen “Ah nerede o ‘70’lerdeki ya da ne bileyim ‘90’lardaki albümler?” filan diye soruyor ve hayıflanıyoruz ya… Sonra da bir bir saymaya başlıyoruz özlediğimiz albümleri… Hah işte bundan bir yirmi otuz yıl sonra aynı cümleleri kuranların sayacağı albümler arasında “Şehir Yalnızlığı”nın adı mutlaka geçecektir, bana güvenin.
“Şehir Yalnızlığı”, Yaşar’ın geçtiğimiz günlerde Seyhan Müzik etiketiyle piyasaya çıkan yeni albümü. Belki günün alaca bulaca (ne de olsa popta iddiaların havada uçuştuğu bir yaz mevsimindeyiz yine) popüler müzik gündeminde yeterince kendini gösteremeyecek, liste başlarını parselleyemeyecek, satış rekorlarına imza atmayacak, içindeki şarkılar kulüplere, plajlara düşmeyecek ama değeri, kıymeti zamanla anlaşılacak ve bir erken klasiğe dönüşecek yeni Yaşar albümü.
Yaşar başından beri bizi hiç yanıltmadı, her satın aldığımız, dinlediğimiz albümünde birden fazla sevecek, bağrımıza basacak şarkı bulduk, bu bir sır değil. Bu yeni albüm biraz gecikmeli yayımlanmış olsa da çıktığı gün kullandığımız dijital platforma girip “indir”e basmakta ya da müzik market rafından bir CD kapmakta tereddüt etmeyeceğimiz de aşikârdı bu yüzden. Ama bu albüm bildik Yaşar albümlerinden farklı bir kadroyla kotarılmıştı ki işte bu bilgi bir soru işareti idi. Albümde tam sekiz şarkıda Murat Güneş imzası vardı. Düzenlemeler ise Mehmethan Dişbudak tarafından yapılmıştı bu defa. Bu radikal değişiklik ya olumlu ya da olumsuz bir biçimde şekillendirmiş olabilirdi yeni Yaşar albümünü. Bunu dinlemeden öngörmek mümkün değildi.
Henüz dinlemediyseniz baştan söyleyeyim; Yaşar daha önce hiç çalışmadığı bir aranjör ve besteci ile çalışırken dahi Yaşar kalabilmiş ve hatta ‘90’lardaki o ilk Yaşar tazeliğini, heyecanını bugüne taşıyabilmiş bu albümde. Tabii Murat Güneş ve Mehmethan Dişbudak, Yaşar matematiğini ve de duygusunu çok iyi tanımış ve samimiyetle içselleştirmiş olmasalardı bu paragrafın ilk cümlesi bir gerçeği yansıtmayabilirdi. Sözün özü doğru kişiler, doğru yerde, doğru zamanda bir araya gelmiş ve bir Yaşar başyapıtı çıkarmışlar ortaya. Bize de “3 doğru” formülünün her zaman işe yaradığına bir kez daha şahit olmak düşmüş.
En hareketli şarkıda bile hiç gürültüye patırtıya mahal vermeyen, ritmin değil müziğin başrolde olduğu düzenlemeler, incelikli, (Yaşar müziğinin bir olmazsa olmazı olarak) şairane ve kalbe samimiyetle dokunan şarkı sözleri, melodi fakiri güncel Türkçe popa ağzının payını verircesine melodisi zengin besteler ve tüm bunların hakkını sonuna kadar veren bir ses, bir solist. “Şehir Yalnızlığı” albümünü özetlemek için bundan daha kısa bir cümle kurulabilir mi bilmiyorum.
“Şu şarkı olmasa da olurmuş,” diyeceğiniz bir tek şarkının bile olmadığı, kolay kolay bir albümü baştan sona dinleyemediğimi dinlemeye zaman ayıramadığımız şu zamanda, kasetin arka yüzünü çevirip “play” tuşuna bir kez daha basar gibi tekrar tekrar dinleyebileceğiniz bir albüm. Hatta bazı şarkıları, mesela “Şehir Yalnızlığı”nı başa sardıra sardıra dinlemeniz de mümkün olurdu eğer bu albüm kasete basılmış olsaydı.
Aslında haksızlık olur bu albümden şu veya bu şarkıya vurgu yapmak. Ancak illa ki favori göstermek gerekirse “Şehir Yalnızlığı”na, “Nara”ya ve “Markiz”e öncelik verebilirim.
Zeynel Abidin Ağgül ve Adem Keser’in fotoğrafları, Orhan Tatlıcı’nın ön kapak tasarımı ve Özlem Semiz’in grafik tasarımı ile hazırlanmış kartonetle satışa sunulan albüm, yaza kışa, bahara, sonbahara endekslemeden dinlenmeyi ve arşivlerde baş köşeye konulmayı hak ediyor.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.