Yok, bu kalıp buraya tam oturmadı, şöyle diyeyim: İrem’i ilk
çıktığı zamanlar ben de destekliyordum… Niye? Çünkü o günlerde popta şöyle genç
ve parlak bir fenomene çok ihtiyacımız vardı ve İrem o ihtiyacın tam karşılığı
olabilirdi. Kızda ses, görüntü, azim, çalışkanlık, delilik, o “freak” hava,
yani star kumaşı dokunurken ne lazımsa hepsi vardı.
Aşkın Nur Yengi’yle 2016’da röportaj yaptığımız zaman, bir
şarkının oluşum sürecinde yan yana bile gelmeye gerek görmeyen besteci –
aranjör ya da besteci – şarkıcı üretimlerine alışamadığını, ‘90’larda içinde
büyüdüğü ekip çalışmalarını aradığını ve özlediğini söylemişti. Haksız
sayılmazdı ancak bugün ekip çalışmalarının tamamen bittiği de söylenemez. Bu
biraz da kendinizi bir ekibe teslim edebilmekle ilgili ki Aşkın’ın bu konuda
pek müşkülpesent olduğu ama buna mukabil kendi başına şarkı seçimi konusunda da
pek başarılı olamadığı bir gerçek.
Onun durduğu yerden bakınca zaten konumlandığı yer açısından
sektörel bir rekabetin içinde olmasına ihtiyacı yok. Amenna, yok ama her şeye
rağmen bizim onun sesinden yeni ve fakat iyi şarkılar dinlemeyi talep etmeye
hakkımız var. Yıllardır ediyoruz da nitekim.
Bir süre önce geminin dümenine Sezen Aksu geçti. Tıpkı
yıllar önce olduğu gibi. Bir Sezen Aksu prodüksiyonu olacak yeni albüm ne zaman
piyasaya çıkar, onu bilmiyoruz ama bu kadim işbirliğinin 2019’a aksetmiş ilk
ürünü geçtiğimiz günlerde dinleyici karşısına çıktı.
Sony Müzik etiketi ile yayımlanan “Allah’tan Kork”, söz ve
müziği Sezen Aksu’ya ait bir şarkı. Aşkın Nur Yengi şarkıyı Mehmet Erdem ile
birlikte seslendiriyor. Düzenleme ise İlker Bayaraktar ve Onno Tunç’un kızı Ayda
Tunçboyacı tarafından yapılmış.
“Allah’tan Kork” Sezen Aksu inceliğinin ve bilgeliğinin imbikten
geçirilip bugünün hızına, telaşına uydurulmuş hali adeta. Daha az söz, daha
kolay akılda kalıcı melodi ve güncel “sound” anlayışı tam da bu yüzden
tasarlanmış gibi. Hiç itirazım yok, zamana ayak uydurmak lazım. Kaldı ki Aşkın
Nur Yengi’nin en ihtiyacı olan şey de bu.
Üstelik şarkı hem Mehmet Erdem hem de Aşkın Nur Yengi için
bir dönüm noktası olmuş. Zira Mehmet Erdem başından beri söylediği şarkılarda dolaştığı
tonların dışına çıkmış ilk kez. Aşkın da son yıllarda kötü bir alışkanlıkla sesini
oturttuğu o yanlış yerden çekip kurtarmış. Biraz da düet söylemenin gereği olsa
gerek, daha orta tonlarda, daha kulağa hoş gelen bir yerde ve de daha genç bir
şarkıcılık tekniğiyle söylüyor şarkıyı.
Belki büyük bir “hit” değil ama parlak, hoş, ferah bir şarkı
“Allah’tan Kork”. Bu arada yazmadan edemeyeceğim; düet yapan iki şarkıcı neden sadece bir tek kare fotoğraf çektirir ya da basına sadece bir tek kare servis edilir, onu da asla anlamış değilim.
Geçenlerde jüri üyesi olduğum Liselerarası Müzik Yarışması’nda
finalist orkestralardan biri “Sultan-ı Yegâh”ı seslendirdi. Yarışmanın
kitapçığına mor ve ötesi – “Sultan-ı Yegâh” yazılmıştı haliyle. Çünkü yeni
nesil bu şarkıyı mor ve ötesi sayesinde tanıdı, her ne kadar Harun her yerde,
her zaman şiirin Attila İlhan’a, bestenin Ergüder Yoldaş’a ait olduğunu üstüne
basa basa söylüyor olsa da.
Ergüder Yoldaş’ın ismi hiç unutulmamalı, her daim gündemde
tutulmalı. Çünkü sadece bir besteci değildi o; dört dörtlük bir müzisyen, bir
müzik dâhisiydi. ‘80’lerde yaptığı işlere birazcık kulak vermek yeterli bunu
görmek, anlamak için. Kaldı ki bir de popüler müzik sınırları dışında kalan
eserleri var.
“Sâdâbâd” Ergüder Yoldaş tarafından Nedim’in meşhur şiirinden
bestelenmiş ve Nur Yoldaş tarafından plağa okunmuştu ("meşhur" dedim çünkü bizim zamanımızda okul ders kitaplarında geçen, incelenen bir şiirdi, şimdi de var mı bilmem.) “Sultan-ı Yegâh” kısa
sürede büyük bir “hit”e dönüşmüş, Nur ve Ergüder Yoldaş çiftinin her bir
şarkısı en az “Sultan-ı Yegâh” kadar göz kamaştırıcı ilk 33’lük plağı bu 45’liği
takiben, 1981 yılında Öncü Plak etiketiyle piyasaya çıkmıştı. Bu şarkı da o
albümde yer alıyordu.
Bu albüm 1998 yılında Metropol Müzik etiketiyle CD
formatında yayımlandı ve böylece bugünlere ulaştı. Çiftin 1983 yılında
yayımlanan diğer 33’lüğü “Elde Var Hüzün” ise çözülemeyen telif problemleri
yüzünden hâlâ gün ışığına çıkabilmiş değil.
Şarkıdaki bas yürüyüşünü, ritim yürüyüşünü, nefeslileri,
yaylıları ayrı ayrı dinleyin. Müzikte neyi duymak istediğinize, neyi
sevdiğinize bağlı olarak o zenginliğin, o ihtişamın ve o inceliğin içinde
kaybolmanız kuvvetle muhtemel. Ben hâlâ ara ara çiftin iki albümünü de açar, dinlerim.
Tıpkı klasik romanların yaptığı etkiyi yapar; her dinleyişimde o güne dek
yaşayıp gördüklerime bağlı olarak bende, birikimimde, değişenlerle birlikte
dinlediğim şarkılar başka şeyler söylemeye başlarlar bana. Popüler müzikte bu
etkiyi yaratabilecek değil albüm, şarkı bile kolay bulunmaz oysa.
Bir de yorumculuğu koyun bir kenara, şarkıcılığın bile mumla
aranır olduğu, dört bir yanımızın şarkı söyleyen ama şarkıcı olmayan insanlarla
çevrildiği bu dönemde Nur Yoldaş gibi mükemmel bir şarkıcıyı dinlemek
neresinden baksanız kâr. Mesela bu şarkıda ve “Mihrimah”da, “Nedir Yarabbi
Derdim”de de görüldüğü üzere, i ve ı gibi şarkı dilinin belki de en zor harflerinin
üzerine bu kadar sağlam ve temiz basabilen, o harfleri şu notadan bu notaya
zerre zorlanmadan dolaştırabilen kaç babayiğit şarkıcı çıktı/çıkar/çıkacak ki?
Geçmişte, bugünde ve gelecekte…
“Sâdâbâd”, Ergüder Yoldaş dehasının, Nur Yoldaş fevkaladeliğinin
çok güzel bir örneği ama tek örneği değil. Bilmeyenlerin mutlaka daha fazlasını
da dinlemesi ve keşfetmesini öneririm.
Bugün Ergüder Yoldaş’ın doğum günü. 6 Haziran 1939’da
doğmuş. 25 Ocak 2016’da da onu kaybetmiştik. Bu vesileyle ismini bir kez daha
yad etmek istedim. Huzurla uyusun.
“Her gün yeni bir şarkıcı çıkıyor yeaaa,” diyoruz ya hani, tanımadığımız
bir şarkıcının bir şarkısını duyduğumuz ya da videosunu gördüğümüzde… İşte o
işler öyle kolay olmuyor. O şarkıcıyı tanımak için basit bir arama yaptığınızda çıkan
bilgiler bazen sizi utandırabilir. Tıpkı Emre Özgünsür’de olduğu gibi.
Bakın şöyle bir geçmişi Özgünsür’ün…
Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı keman
bölümünde konservatuar eğitimini tamamlamış, sonra Pera Güzel Sanatlar
Akademisinde klasik gitar eğitimine başlamış, oradan İstanbul Üniversitesi
Devlet Konservatuarı vurmalı sazlar bölümüne geçip, Opera Ana sanat Dalı / Müzikal
Tiyatro Bölümünde eğitimini sürdürmüş, mezun olmuş, ilaveten de Işık
Üniversitesi Uluslararası Ticaret Bölümünü bitirmiş.
Dahası da var, merak eden açar, bakar, bulur.
Emre Özgünsür’ün ilk teklisi “Aramamak İçin”, 2018 Eylül
ayında piyasaya çıkmıştı. Yeni teklisi “Uyanmadan Önce” ise geçtiğimiz günlerde
Avrupa Müzik etiketiyle yayımlandı. Şarkının söz ve müziği Emre Özgünsür’e ait,
düzenlemesi ise Alper Yazıcı’ya ait.
Hem donanımlı, eğitimli, hem de tecrübeli bir müzisyen Emre
Özsüngür. Biyografisi de bunu gösteriyor. Bu yeni şarkısı da tıpkı yayımlanan ilk
şarkısı gibi, Emre’nin popüler müzik içerisinde yürümek istediği yolu
gösteriyor. Ana akıma paralel ilerlemekle birlikte, totale hitap eden popun
üzerinde bir çizgiden, şu sıralar giderek kalabalıklaşan bir kulvardan ses
veriyor şarkıları. Elektronik altyapının içinden küçük küçük geçen caz akorları,
şarkının sözü ve melodisinin sahip olduğu “cool” havayı bütünlüyor. Emre
Özgünsür’ün sesi ve şarkıcılık tekniği de şarkıyı sevmek için bir başka sebep
olabilir.
“Peki ne eksik?” diye sorarsanız, bu iki şarkıdan
gözlemlediğim kadarıyla Emre’nin kendini onunla aynı kulvardakilerden bir adım
öne çıkaracak o fark her neyse, onun eksik olduğunu söyleyebilirim. Belki daha
vurucu, etkili, donanımını daha fazla gösterebileceği bir şarkı… Evet, galiba
o.
Bayramlar hep çocukluğa dair bir şeymiş gibi gelir bana. “Nerede
o eski bayramlar?” lafının çıkış noktası tam da budur sanki. Ben kendimi bildim
bileli bu laf dolanır ortalıkta; her kuşağın diline düşer illa ki. Muhtemelen
hepimiz çocukluğumuzdaki bayramları aradığımız için… Bayramlar en çok
çocuklukta tat verdiği, güzel geldiği için.
Herkesin çocukluğu kendine… Ama benim çocuklukla yeni
yetmelik arası yıllarında bayramlar, tatlılar, şekerler, kavurmalar, bez mendil
arası harçlıklar, yeni kıyafetler, pabuçlar, aile ve konu komşu arası ev gezmeleri,
kalabalık ve şölenli sofralar, lunaparklar ya da bayram yerleri ve de tek
kanallı siyah beyaz televizyondaki bayram özel eğlence programlarıydı. Hani hafif batı
müzikçilerin, halk müzikçilerin, alaturkacıların, seyirciye saygıdan kırım
kırım kırılan sunucuların, illa ki komedyenlerin ve de dans gruplarının birer
birer arz-ı endam ettiği o şahane eğlencelikler…
Bayramların sevinci ve neşesine dair şarkımız yok denecek
kadar azdır. Buna karşın “bayram gelmiş neyime kan damlar yüreğime,” ya da “bugün
bayram günü derler âlem eğlenir,” gibi dramatik şarkı türkümüz vardır mebzul
miktarda. Neşeli gibi görünen “Hayat Bayram Olsa” bile dramatiktir aslına
bakarsanız, olanı değil, olması istenileni anlatır. Barış Manço’nun çok mutlu gibi görünen “Bugün Bayram”ı da ölmüş bir anneye ve onun öksüz çocuklarına
seslenir.
Buna karşın az önce bahsettiğim bayram özel eğlence
programlarında kim bilir kaç kez Belkıs Akkale’yi bu türküyle dinlemişliğim,
izlemişliğim vardır bilmiyorum. Az sayıdaki neşeli bayram türkümüzden biri. Kars
yöresinden derlenmiş Sami Yılmaztürk tarafından derlenmiş bu türkünün kaynak
kişisi ise Hüseyin Muratoğlu imiş, bu vesileyle baktım öğrendim. Tabii Belkıs
Akkale dışında da söyleyen çok kişi oldu bu türküyü, Nuray Hafiftaş, Nursaç
Doğanışık, İzzet Altınmeşe… Ama bende Akkale’nin sesiyle yer etmiş nedense…
Belkıs Akkale’nin televizyonda kim bilir kaç kez söylediği
bu türkü 1985 yılında Sembol Plak etiketiyle yayımlanan “Türkü Türkü Türkiyem 2”
adlı 33’lük plağında da yer almıştı. Çocukluğumdan beri radyo ve televizyon
sayesinde kulağıma yer etmiş türkülere ilk kez dikkatle kulak vermeme neden
olan seslerden biridir Belkıs Akkale ve onun iki plaklık “Türkü Türkü Türkiyem”
albümleri. Çünkü sesini ayrı severim onun, yeri gelmişken söyleyeyim.
Bugün bayram. Değerlerimizin, adetlerimizin, geleneklerimizin
ve ahlâk anlayışımızın hızla deforme olduğu bu dönemde “Nerede o eski
bayramlar?” lafının içi hiç olmadığı kadar dolu artık. Yine de içimizde bir
yerlerde kalmış o çocuğun saflığı ve neşesi hürmetine mutlu olmak için güzel
bir gün. İyi bayramlar!
İpek Açar, Kayahan’ın ölümünden yaklaşık bir yıl sonra “Sevgiliye”
adını taşıyan iki şarkılık bir tekli yayımlamıştı. Sonrasında onu ağırlıklı
olarak Kayahan şarkıları seslendirdiği konserlerde gördük sıklıkla. Geçtiğimiz
23 Nisan’da Kayahan’ın kızı Beste Açar ve torunu Rüzgar Havaron’la birlikte “Haydi”
isimli bir şarkı seslendirdi. Bir yandan da uzun süredir konserlerde de
birlikte çalıştığı Alper Kömürcü ile birtakım hazırlıklar içerisindeydi. İşte o
hazırlıkların ilk kısmı geçtiğimiz günlerde Elma Şekeri Production etiketiyle
dinleyici karşısına çıktı.
“Nesilden Nesile” adını taşıyan bir proje albüm bu ve bu
albümde İpek Açar, eskinin Türkçe tangolarını Alper Kömürcü düzenlemeleriyle
seslendiriyor. Elma Şekeri Prodüksiyon da zaten İpek Açar ve Alper Kömürcü’nün
ortak kurdukları bir prodüksiyon şirketi.
Bu teklide “Mazi” ve “Kıskanıyorum” tangoları yer alıyor.
Bilinen ilk Türkçe sözlü tango olan “Mazi”, Necip Celal Andel’in bir bestesi ve
taş plaklar döneminde ilk olarak Seyyan Hanım tarafından seslendirilmişti.
Türkçe tango denilince ilk akla gelenlerden ve tam bir klasik. “Kıskanıyorum”
ise bir Fehmi Ege bestesi ve Celal İnce’nin sesinden bir dönemin en sevilen
tangolarından biri olmuştu. Bizim kuşak, yani taş plaklara yetişememiş kuşak
ise bu tangoları ve daha başka birçok Türkçe tangoyu Esin Engin’in sesinden
tanıdı, öğrendi.
Tango bugün sınırlı bir kitlenin ilgi alanına giriyor. Tango
dansıyla ilgilenen nispeten genç kitle ise Türk tangolarıyla pek haşır neşir
değil çünkü Türk tango bestecileri dünyada bilinen tango müziğinden biraz
farklı bir yol izlemiş, alaturka makamları da kullanmış, Arjantin’de doğan bu
müziği bizden bir biçime dönüştürmüş.
Alper Kömürcü’nün düzenlemeleri ise bu tangoları senfonik
bir biçimde çıkarıyor karşımıza. Özellikle tangoların orijinallerinde yer
almayan, yeni yazılmış ara nağmeler ve bütüne hâkim olan yaylı kompozisyonları
bu eserleri adeta birer klasik müzik parçasına dönüştürürken bir yanda da yenilemiş.
İpek Açar’ın içtenlikli ve tertemiz yorumu da tangolara çok yakışmış.
Bununla
birlikte Açar’ın şarkıcılığında bu şarkılarda da kendini gösteren bir iç ritim,
tamperaman düşüklüğü, bir ağırlık var ki onu sahnede izlerken de bu durumu fark
etmişliğim var. Bu bir tercih olabilir tabii ama bir alışkanlıksa bundan bir
şekilde kurtulmak eminim ki onun zaten yetkin şarkıcılığını daha fazla
parlatacaktır.
Son teklisini 2016 Aralık ayında yayımlamıştı Cansu. Berkay’la birlikte seslendirdiği “Deligül” den bu yana şarkı yazmaya devam etse de kendi sesinden bir şarkısı piyasaya çıkmamıştı. Cansu’nun yeni teklisi “Artık Anlıyorum, geçtiğimiz günlerde CF etiketiyle yayımlandı.
Onu tanıdığımızdan beri hep derli toplu, eli yüzü düzgün şarkılara imza atmış bir şarkı yazarı Cansu her şeyden önce. Şarkı yazarlığı da hep şarkıcılığından önde geldi. Sözleri Cansu, bestesi Cansu ve Volga Tamöz imzası taşıyan, düzenlemesi de Volga Tamöz tarafından yapılan “Artık Anlıyorum” da nefis bir pop şarkısı. Batı armonisinde, melodik, “cool”, hani ‘80’lerde olsa belki Ajda Pekkan’dan, ‘90’larda olsa belki İzel’den dinleyeceğimiz türden ama öte yandan bugünün ritim ve “sound” anlayışının da tam ortasından geçen bir şarkı.
Dahası bu şarkıda Cansu daha önceki çalışmalarına kıyasla çok daha fazla şarkıcı. Farklı bir teknik kullanmış bu defa sanki ve bu teknik onu hem bugünün müzikal anlayışına daha çok yaklaştırmış, hem de sesinin rengini çok daha fark edilebilir kılmış. Böylece şarkı yazarlığı ile şarkıcılığı arasındaki denge de doğru bir yere oturmuş.
Evet, bu aralar çok az “iyi” pop şarkısı çıkıyor ve neredeyse hiç “hit” çıkmıyor. Bu kalabalıkta ve karmaşada paniğe kapılmayıp kendini koruyarak adımlarını sağlam atanların bir sonraki aşamada kazançlı çıkacağı çok net. Oradan baktığınızda “Artık Anlıyorum”un Cansu kariyerinde bir kilometre taşı olacağını söylemek yanlış olmaz.
Bursa doğumlu Cengiz Ateş, halen Bursa’da yaşıyormuş. Bursa
Belediye Konservatuarından mezun olduktan sonra İTÜ Ses Eğitimi Bölümünde
okuyan Ateş, 2008 ve 2010 yılları arasında New York’ta yaşamış ve orada müzik
çalışmalarına devam etmiş. 2010 yılında Türkiye’ye döndükten sonra Bursa’da
çeşitli mekânlarda sahneye çıkmaya devam eden Cengiz Ateş’in ilk teklisi “Unutturmam”,
2018 yılında yayımlanmıştı. Ateş’in yeni teklisi “Kıyamadım” ise geçtiğimiz
günlerde ETL Records etiketiyle piyasaya sürüldü.
İlk teklisinde Onur Koç’un bir şarkısını seslendiren Cengiz
Ateş, bu defa bir “cover” tercih etmiş. 2003 yılında yayımlanmış “Bebek” adlı
İzel albümünde yer alan “Kıyamadım”, söz ve müziği Altan Çetin’e ait bir şarkı.
Yanlış hatırlamıyorsam o günden bugüne de kimse bir daha seslendirmedi ki o
albümde de diğer “hit”lerin bir miktar gölgesinde kalmıştı.
‘90’lardan yavaş yavaş sıkılıp 2000’lere meyletmemiz
yakındır. 2000’ler deyince de o periyotta Altan Çetin şarkılarının yeri çok
sağlamdır. Bu bakımdan Cengiz Ateş’in “cover” seçimi çok doğru olmuş ki zaten
sahnede de sürekli söylediği bir şarkıymış. Batu Çaldıran’ın elektronik düzenlemesi
şarkıyı tam da bugünlere taşırken, Cengiz Ateş’in temiz şarkıcılığı da üzerine
eklenince “keşke yeniden söylenmeseymiş” demeyeceğimiz bir “cover” çıkmış
ortaya. Ayrıca bu şarkının bir önceki şarkısına kıyasla sesine ve şarkıcılık
tavrına daha doğru oturduğunu da söylemeliyim.
Hakkında yazılıp çizilenlerden anladığım kadarıyla Cengiz
Ateş Bursa’da halihazırda bir star zaten. Ne çare ki İstanbul’dan bakınca il
sınırları dışı pek görünmez. Cengiz Ateş şimdi emin adımlarla adını Bursa
dışında da duyurma çabasında ve bunu yakın vadede başarması da sürpriz
olmayacak, iyi bir şarkıcı ve donanımlı, ne yaptığını bilen bir müzisyen çünkü.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.