Şöyle bir baktım da… İskender Paydaş en son 2016’da Su Soley’le
birlikte “Müebbet Hayalet” teklisini çıkarmış. Yani üç yıldır yeni bir şey
yapmamış, tabii başka albümlere / şarkılara yaptığı düzenlemeleri saymazsak.
Kendisi de orkestrasıyla birlikte sürekli sahnede olduğu için aranın bu kadar
açıldığı pek de göze görünmemiş demek ki.
İskender Paydaş’ın yeni teklisi “Kağızman”, geçtiğimiz
günlerde İskender Paydaş Prodüksiyon etiketiyle yayımlandı. Önce enstrümantal zannettim,
dinleyince bir solist olduğunu gördüm. O solist tabii ki İskender Paydaş değil;
orkestrasının solistlerinden biri olan Ozan Ünlü imiş ama nedense şarkının ve
video klibin künyesinde Ozan Ünlü’nün adı geçmiyor. Teklinin kapağında da İskender Paydaş tek başına poz vermiş.
“Kağızman”ı vakti zamanında Barış Manço da söyledi, Haluk
Levent de, envaı çeşit türkücü, şarkıcı da… Bin yıldır bildiğimiz bir türkü. (“Ama
yeni nesil bilmiyor,” filan demeyin artık içim şişti bu yeni neslin
cehaletinden, bunu da bilsinler bir zahmet artık.)
Türkünün zaten “rock”a, popa gelir bir tarafı var ki İskender
Paydaş da oradan yürümüş. Çakı gibi bir düzenlemeyle bu anonim türküyü adeta
şahlandırmış Paydaş. Sanki uzun zamandır fazla aşağı düşürdüğü çıtayı biraz
yükseltmek, müzisyen tarafının altını çizmek istemiş. Ozan Ünlü zaten iyi bir
şarkıcı olduğunu hem sahnede hem de yayımladığı solo işlerde kanıtlamış bir solist
ki bu düzenlemenin hakkını da sonuna kadar vermiş.
Belki oturduğunuz yerde “Açayım da bir ‘Kağızman’ dinleyeyim,”
demezsiniz ama bir İskender Paydaş konserinde türkünün bu haliyle bir hayli
yükselebilirsiniz. Zaten amaç da o olsa gerek. Yoksa insanın “Ne gerek vardı?”
diye sorası geliyor insanın. Bir albümde dolgu olabilirdi belki ama tekli
olarak yayımlamak da, ne bileyim…
Bugün 10 Kasım… Benim çocukluğumda 10 Kasımlar yas günleriydi.
Bayraklar törenle yarıya indirilir, radyo ve televizyonda ağırlaştırılmış yayın
yapılırdı. Hatta okulda o gün hiç gülmememiz, teneffüslerde oyun oynasak bile eğlenmememiz
gerekirmiş gibi gelirdi. Öyle hissederdik. Zamanla bu düşünce değişti, 10
Kasımlar bir yas günü değil, bir anma günü oldu. Doğrusu da buydu. Yas’a değil,
anmaya, hatırlamaya, anlamaya ihtiyacımız vardı çünkü.
Çok şarkıyla yad edilebilir Atatürk. O’nun sevdiği şarkılar
çalınır zaten sıklıkla. Adına yazılmış, O’nu anlatan çok şarkı da var. Ben
Seden Gürel’in “Uyan” şarkısını ayrı severim. Zira hesaplı kitaplı, hamasi,
büyük büyük laflar eden bir şarkı değildir. Aksine çok saf, çok naif, çok içten
bir hüznün, bir özlemin şarkısıdır. 1994 yılında yayımlanan ikinci Seden Gürel
albümü “Aklımı Çelme”nin çok göz önüne çıkmamış, gölgede kalmış şarkılarından
biridir. Zaten göz önüne çıksın diye albüme konulmadığı da bellidir.
Sözleri Zeynep Talu tarafından yazılan “Uyan”, Aykut Gürel
tarafından bestelenmiş ve düzenlenmiş. Şarkının iki farklı gayri resmi videosu
var YouTube’da ama her ikisinin de görüntü ve ses kaliteleri bir hayli kötü.
Neyse ki uzun süredir dijital platformlarda bulunamayan albüm bir süre önce
bulunur hale geldi. Ses kalitesi de iyi ama kapak görseli hatalı. Her nedense
bir sonraki Seden Gürel albümü “Muhtemelen”in kapağı ile servis edilmiş “Aklımı
Çelme” albümü. Şuraya orijinalini koyayım da belki zamanla düzeltirler.
“Uyan” bir çağrı… “O kadar çok şey var ki yarım kalan,”
diyor şarkının sözlerinde. Tabii şarkının 1994 yılında kaydedildiği
düşünülürse, fazla duygusal kalıyor bu cümle. Şimdi olsa “O kadar çok şey var
ki tahrip edilen, yıkılan, dökülen, parçalanan…” da denebilirdi.
Hakkında çok fazla bir bilgi bulamadığım, genç bir müzisyen Toprak
Özcan. Her hafta dijital platformlara bir dolu daha önce duymadığım ismin
şarkısı düşüyor ve hepsini listeme almama rağmen vakit ayırıp dinlediğimde çok
azı bende heyecan uyandırıyor. İlgimi çekenleri ise araştırıyorum haliyle. Haklarında
bilgi sahibi olmak istiyorum ama çoğu zaman bu mümkün olmuyor. Toprak Özcan’ı
araştırdığımda da aynı şey oldu. Bir Baba İndie’deki mülakat dışında hiçbir şey
yok. Müzik geçmişi, deneyimi nedir bilmiyorum. Bilseydim, size de aktarırdım.
Toprak Özcan daha önce grup müzisyeni imiş anladığım kadarıyla.
Bu yılın yaz aylarında ise kendi adı ile bir projeye soyunmuş ve ilk olarak
haziran ayında “Mutlu Şeylerin Şarkısı” adlı şarkıyı kendi hesabına yayımlamış.
Geçtiğimiz günlerde yine kendi hesabına yayımladığı “Deniz Kızı” ise Toprak
Özcan’ın ikinci teklisi.
İlk şarkısında olduğu gibi bu şarkıda da hem söz ve müziği
yazmış, hem düzenlemeyi yapmış, hem de bütün enstrümanları çalıp kaydetmiş
Toprak Özcan. Ben her iki şarkıyı da “self made ya da “home made” işler olarak
gayet iyi buldum. Özellikle yeni tekli “Deniz Kızı” Toprak Özcan için “umut
vaat eden” tabirini kullanabilmeyi gayet mümkün kılıyor. Hani tam olarak tarif
edemezsiniz ama bir ışık, bir renk görürsünüz, “buradan bir şey çıkar,”
dersiniz. İşte tam olarak o.
Çok orijinal, çok eşsiz, çok yeni değil belki duyduğunuz şey
ama çok orijinal, çok eşsiz ve çok yeni şeyler yapabilecek bir müzisyeni işaret
ediyor. Tabii iki şarkıdan bu çıkarımı yapmak fazla iyimserlik gibi gelebilir. Bekleyip
görmek lazım.
Bu arada “Deniz Kızı”nın bir de canlı akustik kaydının videosu
var. Onu da yazının sonuna iliştireyim.
Türkiye’de müzik dinlemek için kaset kullanılmaya
başlanmasının tarihi çok daha eski olsa da, 1986’da yürürlüğe giren bandrol
yasası ile birlikte yasal kaset üretimin başlaması, plakların sonunu getiren
kaset furyasının asıl başlangıcı oldu. Bu dönemde birçok firma maliyeti çok
daha düşük, kârı çok daha fazla kasetleri tercih etmeye başladı ve birçok albüm
plak olarak basılmadı. Dahası, firmalar çok sayıda toplama kaset yayımladılar.
Bu kasetlerin büyük kısmı bugünlere ulaşmadı ama içlerinde arşiv açısından
değer taşıyanlar da vardı. Neden mi? Çünkü bazı şarkıcıların albümlere girmemiş
kayıtları da yer alıyordu bu karışık kasetlerde.
İşte 15 Eylül 1986 tarihinde Yaşar Plak etiketiyle
yayımlanan “Süper Karışık” da böyle bir kasetti. Tür ayrımı ve müzikal bir akış
gözetmeksizin, rastgele seçilmiş, rastgele sıralanmış 13 şarkı vardı bu
albümde. İlk bakışta öyle gözüküyordu en azından ama biraz daha dikkatli
bakınca kasette çok enteresan şarkıların yer aldığını fark etmek mümkündü.
Mesela Bergen’in o güne dek yayımlanmış albümlerinde yer
almamış iki şarkı: “Mecburum” ve “Böyle Kadere”. Bergen o günlerde “Acıların
Kadını” albümü ile çok popülerdi ve “Süper Karışık” kasetinin ilanlarında da
Bergen ismi ön plana çıkarılmıştı bu yüzden.
Bir dönem Beyaz Kelebekler’in solisti olarak adını duyurmuş,
solo kariyerinde ise arabesk şarkılar söylemeyi tercih etmiş Semra İleten’in de
daha önce yayımlanmamış iki kaydı vardı kasette. O günlerin çok popüler iki
şarkısı “Gülüm Benim” ve “Dertli Dertli” de bu kez Semra İleten’in sesinden
çıkıyordu dinleyici karşısına.
Bunlardan daha da enteresanı ise daha önce hiç duymadığımız
iki Nilüfer şarkısıydı: “Alçak Gönüllü” ve “Kiminse”. O güne dek hiçbir şarkının
künyesinde adını söz yazarı olarak görmediğimiz Nilüfer, bu iki şarkının sözlerini
kendisi yazmıştı ve her iki şarkı da birer yabancı şarkının uyarlamasıydı. Bu
şarkılar “Nilüfer ’79” albümü için Burç Plak hesabına kaydedilmiş, nedense o
albüme girmemiş ve Yaşar Plak’ın bu toplamasıyla ilk kez dinleyici karşısına
çıkarılmıştı.
Nükhet Duru’nun 1981 yılında Yavuz Plak etiketiyle
yayımlanmış “Nükhet Duru ‘81” albümünden “İstanbul İstanbul”, Ajda Pekkan’ın
Yaşar Plak’la anlaşmazlığa düştüğü dönemde yayımlanmış “Sevdim Seni” albümünden
“Alışmak Sevmekten Zor” ve Sibel Egemen’in 1983 çıkışlı “Dünyam Değişti”
albümünden “Vazgeçmem Senden”, kasetin pop kanadında kalan şarkılardı.
Tülay Özer – Yaşar Plak işbirliğinin 1981 çıkışlı albümü “Kalbimdeki
Sevgili”den “Bir Fincan Kahve”, Ferdi Özbeğen’in 1980 albümü “Nice Yıllara”dan “İşte
Bizim Hikâyemiz”, Adnan Şenses’in 1985’de Yaşar Plak etiketiyle sadece kaset
olarak basılan “Dönme Sevgilim” albümünden “Topraklara Gömeceğim”, “Süper
Karışık”ın alaturka – arabesk kıvamını artırıyordu. Halk müziğinden ise bir tek
Ümit Tokcan’ın 1986’da yine sadece kaset olarak basılmış “Hicran” adlı
albümünden alınan “Nerdesin Sen” adlı şarkı vardı. (Adnan Şenses'in "Dönme Sevgilim" kaseti 1994 yılında, Ümit Tokcan'ın "Hicran" adlı kaseti ise 2014 yılında Yaşar Plak tarafından yeniden yayımlandı.)
İşte bu hakikaten süper bir biçimde karışık kaset geçtiğimiz
günlerde Yaşar Plak tarafından dijital albüm olarak yayımlandı. Böylece kaset
baskısı üzerinde kalmış bir dolu şarkı daha bugüne ulaşmış oldu. Bergen’in
sesini halihazırda dijital platformlarda mevcut albümlerinin dışında kalmış iki
şarkıda yeniden duymak, Nilüfer’i belki de kariyerinin en tuhaf şarkısı
denilebilecek “Alçak Gönüllü”de dinlemek ve aslında bütünde
‘80’ler müziğine şöyle balıklama dalmak için eşsiz bir albüm bu. Üstelik ses
kalitesi gayet iyi. Tavsiye ederim.
O zamanlar müzik piyasasının kalbi Unkapanı Plakçılar
Çarşısı’nda atıyordu. Açık bir iş hanı görünümündeki o binada yan yana
dizilmiş, her birinin vitrini plaklar, afişlerle süslü, her birinden müzik
sesleri yükselen dükkanlar aynı zamanda sektörün en irili ufaklı plak şirketlerinin
ofisleriydi. Hem rakip hem de dosttular birbirleriyle.
En büyük rekabet şarkıcı transferlerinde yaşanırdı ama iş
yapacak bir şarkının kokusu alındığında da ortalık karışırdı. “Baharı Bekleyen
Kumrular Gibi” ya da “Bir Tanrıyı Bir de Beni” ya da “Aşk Duası” adlarıyla
bilinen şarkı da 1978 yılında Plakçılar Çarşısı’nı fena karıştıracaktı.
Sözleri Ali Tekintüre’ye, bestesi Coşkun Sabah’a ait bu
şarkı aslında ilk kez Bülent Ersoy’un sesinden halka ulaştı. 1974 yılında henüz
hiç kimsenin adını bilmediği bir solistken birdenbire Maksim Gazinosu’na
assolist olarak çıkarılan Bülent Ersoy üç yıl içerisinde büyük bir şöhret yakalamış,
ülke müzik ve magazin gündemine adeta bomba gibi düşmüştü.
Plaklarında tamamen,
sahnede ise ağırlıklı olarak klasik Türk müziği eserleri seslendiren, sesi
Müzeyyen Senar’a, hâli ve tavrıyla Zeki Müren’e benzetilen bu genç, 1977
yılında konservatuardan arkadaşı Coşkun Sabah’ın “Toprak Alsın Muradımı” adlı
bestesini seslendirmiş, bu arabesk – alaturka şarkı hem Bülent Ersoy’a hem de adı
henüz geniş kitlelerce tanınmayan Coşkun Sabah’a ivme kazandırmıştı.
Aynı yılın 31 Ekim günü Bülent Ersoy’un ikinci sinema filmi Ölmeyen
Şarkı sinemalarda gösterime girdi. Bülent Ersoy, baş rollerini Fatma Girik ve
Gülşen Bubikoğlu ile paylaştığı bu filmde bir konservatuar hocasını
canlandırıyor ve bu yüzden de yine ağır Türk müziği şarkıları söylüyordu ama filmde
bir de daha önce hiç duyulmamış bir şarkı vardı. “Baharı Bekleyen Kumrular Gibi”
diye başlıyordu şarkı ve sözleri Ali Tekintüre’ye, bestesi Coşkun Sabah’a
aitti.
Şarkı film sayesinde kısa sürede dikkat çekti. Bülent Ersoy’un
sesinden plak olarak yayımlanması kaçınılmazdı artık. Oldu da nitekim. Ancak
olay tam da burada patlak verdi. 1978 yılı mart ayı içerisinde bu şarkı Bülent
Ersoy’un yanı sıra Emel Sayın ve Mine Koşan tarafından da plak yapıldı. Emel
Sayın’ın plağını yayımlayan Yavuz Plak ile Bülent Ersoy’un plağını yayımlayan
Elenor Plak arasında bir mücadele başladı.
Besteyi Coşkun Sabah 1975 yılında Yavuz Plak’a Emel Sayın’ın
okuması için satmış, ancak şarkı plak yapılmayınca iki yıl sonra Bülent Ersoy’un
okuması için bu defa Elenor Plak’la anlaşmıştı. Şarkı birdenbire popüler olunca
Yavuz Plak da Emel Sayın kaydını 2 yıl sonra plak yapıvermişti. Coşkun Sabah
şarkıyı ikinci kere satarken durumdan Elenor Plak’ın haberdar olduğunu söylüyor,
Elenor Plak ise bunu yalanlıyordu. Fakat o arada ne olmuşsa olmuş, Coşkun Sabah
Bülent Ersoy’a bir sebepten kızmış ve kendi tabiriyle ona “haddini bildirmek”
için şarkıyı bir de Mine Koşan’a vermişti. Plakçılar Çarşısı’nda yaşanan “Baharı
Bekleyen” enflasyonunun sebebi buydu.
Bir de tuhaf bir başka durum var ki şarkı Emel Sayın için
satıldığında adı “Aşk Duası” idi ve Sayın’ın plağı da bu adla çıkacaktı. Oysa
Bülent Ersoy’un plağında “Bir Tanrıyı Bir de Beni Unutma” adıyla yer alıyordu.
Aynı plağın B yüzünde söz ve müziği Bülent Ersoy’a ait şarkının adı neydi peki?
Şaka gibi ama “Aşk Duası”. Bu bir tesadüf müdür, bir hinlik mi onu bilmiyorum.
Olayın devamında ne olduğunu bilmiyorum. Şirketler birbirlerine ya da besteciye dava açtılar mı, açtılarsa nasıl sonuçlandı, bu konuda hiçbir bilgi bulamadım ama “Baharı Bekleyen” sonrasında Adnan Şenses, Gönül Yazar,
Ferdi Özbeğen, Ahmet Özhan ve Gökben gibi birçok isim ve bestecisi Coşkun Sabah tarafından da yeniden
seslendirildi, dönemin en popüler şarkılarından biri olarak yıllarca dilden
dile dolaştı. Bugün de çok kişi ezbere bilir hâlâ.
Şarkıyla ilgili bir
başka anektod var ki ondan da bahsetmem lazım. Başından beri birbirinin rakibi
olan ve birbirilerinden hiç mi hiç haz etmeyen Zeki Müren ve Bülent Ersoy 1980
yılında Gülizar Gazinosu’nda Nigar Uluerer’in doğum günü kutlaması vesilesiyle
aynı ortamda bulunur, gazetecilere birlikte ilk kez poz vermekle kalmaz,
sahnede bir şarkıyı da beraber söylerler. Seneler sonra bu ses kaydı bir
şekilde ortaya çıkar ve ikilinin tek düeti olarak tarihe geçer. Hangi şarkıyı
söylemişlerdir dersiniz?
Bir dönem Türkçe müzik piyasasını kasıp kavurmuş “rock”
furyası etkisini yitirince olan o dönem adını duyurmuş genç gruplara oldu. Zaten
köşe başlarını tutan isimler belliydi, onların arasına giremeyenler içinse başka
yönlere gitmek ya da dağılmak seçenekleri kaldı geriye. O furyayı ucundan
yakalamış genç bir grup olan Pera ise kendi köşe başını tutabilmeyi bir şekilde
başardı. İstikrarlı gitti, yolunu şaşırmadı, zaman içinde kazandığı kitleyi
hayal kırıklığına uğratmadı.
2012 yılında piyasaya çıkan ilk albümünden beri sevdiğim,
dikkate değer bulduğum, önemsediğim bir grup oldu Pera. Sonrasında üç albüm
daha yaptılar, üzerine tekliler de koydular. 2019 yılında grup cephesinden iki
tekli gelmişti: “Sorarım Hayatı” ve bir arabesk “cover” olan “Yakarsa Dünyayı
Garipler Yakar”. Pera’nın yeni teklisi “Ölebilirim” ise geçtiğimiz günlerde Soundfeed
Production etiketiyle piyasaya sürüldü.
Söz ve müziği Gökhan Mandır’a ait “Ölebilirim”, klasik kalıplarda,
melodik bir “rock” şarkısı. Dinleyeni çabuk kavrıyor, dile kolay dolanıyor.
İsmi çok dramatik olsa da sözlerdeki esprili tavır ve kıvraklık melodide de
kendini gösteriyor. Zaten şarkının Gökhan Mandır tarafından çekilen klibi de ona
nispet, epeyce eğlenceli. Belli ki klibi çekerken de, şarkıyı çalıp söylerken
de eğlenmişler. Bu da şarkının enerjisine doğrudan yansımış. Dijital
platformların kaygan zeminlerinde sayısal veriler ne gösterir bilemem ama
şarkının tam bir “konser hiti” olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Yiğit Mahzuni (Yiğit Birkan Demir), Âşık Mahzuni Şerif’in
torunu ve müzik genlerini aileden alan, 1996 doğumlu gencecik bir müzisyen.
Henüz 20 yaşındayken, 2016 yılında ilk albümü “Seni Düşündüm” ile müzik
piyasasına resmi girişini yapan Yiğit, aslında çocukluğundan beri hem enstrüman
çalıyor, hem türkü söylüyor ve dahası beste yapıyormuş.
2017 yılında yayımlanan
“Mahzuni’ye Saygı” adlı albümde Mustafa Ceceli ile birlikte “Merdo”yu
seslendiren Yiğit Mahzuni, yakın dönemde de YouTube videoları ile kendi
kitlesini yarattı.
Yiğit Mahzuni 2019 yılı Nisan ayında Dilşah Gücüm’le
birlikte “Iğdır’ın Al Alması” türküsünü caz formunda bir düzenlemeyle seslendirmişti
ki o da bir Genco Arı prodüksiyonuydu. Mahzuni’nin ILS Vision Music etiketiyle
yayımlanan yeni şarkısı “Şefaat”in düzenlemesi de Genco Arı tarafından
yapılmış.
Âşık Mahzuni Şerif denince akla ilk olarak “Çeşmi Siyahım”
gelir, “Yuh Yuh” gelir, “Dom Dom Kurşunu”, “Zalım” filan gelir de “Şefaat”
hemen gelmez. Türkü Mahzuni tarafından 1973 yılında plak yapılmıştır. Asıl adı “Dünyanın
Hesabı Ahrette” olan türkünün orijinali de dört kıtadan oluşuyor ama Yiğit Mahzuni
versiyonunda sadece ilk kıta kullanılmış. Zaten bu versiyon bir yandan Âşık Mahzuni
Şerif’in o derya deniz bilgeliğini, eşsiz ozanlığını torununun sesiyle bugüne
taşırken, bir yandan da bugünün ritim ve “sound” anlayışının izlerini sürüyor. Elektronik
dans müziği altyapılı türküler modasından daha farklı, daha incelikli bir iş
bu. Sadece bağlama sesinin kullanımındaki ustalık bile bunu gösteriyor ki bu tamamen
her tür müzik türüne çok hâkim Genco Arı’nın başarısı.
Yiğit Mahzuni ağız ya da şive yapmadan, yüksek perdelerde
dolaşmadan, çok temiz, duru ve sakin bir biçimde seslendirmiş türküyü. Böylece türkünün
içindeki derin hüzün de daha dokunaklı bir biçimde çıkmış ortaya. Kendisi de
beste yapabiliyor iken bir yandan dedesinin mirasına sahip çıkıyor olması da
ayrıca alkışı hak ediyor.
Yiğit Mahzuni ve Genco Arı işbirliği bu yolda başka işlerle
devam eder umarım. Çünkü burada geleceğe dair umut veren bir ışık var.
Fettah Can 2018’de “Kalakaldın mı?” ve “Aradığım Aşk”
adlarını taşıyan iki tekli yayımlamıştı. 2019’da Fettah Can cephesinden gelen
ilk şarkı ise geçtiğimiz günlerde CF etiketiyle yayımlandı. Söz ve müziği CF’nin
C’si Cansu Kurtçu’ya ait “Bırak Ağlayayım” adlı şarkının düzenlemesi Alper
Atakan tarafından yapılmış.
Bir dönemin en üretken söz yazarı ve bestecilerinden biri
olan, 2014 yılından bu yana dört albüm ve çok sayıda tekli ile üretimlerine şarkıcı
olarak da devam eden Fettah Can’ın kendi kuşağının birçok önemli ismi gibi bir
süredir rölantide gitmesinin anlaşılabilir bir tarafı var. Bildiğimiz, sevdiğimiz,
bin yıldır kanıksadığımız şarkı formunun sallantıda olduğu bir dönemdeyiz. O
formda şahane işler yapmış müzisyenler için de şahane işler dinlemeye alışmış
dinleyiciler için de zor bir dönem. İki tarafında motivasyonu düşmüş durumda zira.
Fettah Can’ın yeni şarkısı “Bırak Ağlayayım” da içinde alaturka
nağmeler barındıran, Akdenizli Egeli havalardan çalan hoş bir “yetişkin pop”
şarkısı. Hani efkârlı bir anınızda iki kadehinize eşlik edebilecek, ya da eş
dost bir arada demli bir sofrada bir ağızdan söylenebilecek türden şarkılardan.
Eğer her şeye rağmen bu türde şarkıların duygusuyla, etkisiyle bağınız hâlâ
kopmadıysa sözlerinin, ritminin, ud sesinin ya da Fettah Can’ın sesinin sizi
bir yerden yakalayabileceği bir şarkı.
İçinde melodi olan, söz olan, müzik olan, duygu olan
şarkılar yazmakta, çalmakta, dinlemekte direnmeli. Fettah Can direnmeli, Cansu Kurtçu
direnmeli, Alper Atakan direnmeli. Sayısal verilerin asap bozucu kurt kapanına
rağmen direnmeli. Müziğin sadece bir element, bir unsur, bir öğe olarak
kullanıldığı ve bütününü “müzik” diye tanımlamanın anlamsız kaldığı “şey”lerin
içinden başka türlü çıkmamız zor.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.