Yıllardır müziğin mutfağında olmakla beraber son iki yıldır
kendi sesinden şarkılar da yayımlamaya başlayan Emrah Demiralp’in yeni teklisi “Güzel
Kadın”, Demiralp’in sahibi olduğu Müzikal İşler Production firmasının etiketiyle
geçtiğimiz günlerde yayımlandı.
Emrah Demiralp daha önce Burcu Küngürlü ile birlikte “Sorma”,
Yaprak Çamlıca ile birlikte “Yalandan”, solo olarak da “Bu Acı Geçiyor mu?” ve “Dokunmayın”
teklilerine imza attı. Bunların her biri akustik kayıtlardı. “Güzel Kadın” ise
bir “cover”. Söz ve müziği Turgut Raviş’e ait şarkı ilk kez 2015 yılında Raviş
grubunun aynı adlı teklisinde yer almıştı. Şarkı yayımlandığı dönemde sevilmiş
ve epeyce dile düşmüştü. Dört yıl sonra aynı şarkıyı bu defa Emrah Demiralp’in
yorumuyla dinliyoruz.
Bu versiyon orijinalinden daha “soft”, daha ritim yürüyüşü
daha farklı, Samim Sakaryalı tarafından yazılmış yaylı kompozisyonu ise şarkının
ruhuna çok uygun bir romantizm getirmiş. Emrah Demiralp’in yorumu da öyle.
Şarkıyı zaten sevenlerdenseniz, bu versiyonu da çok seveceksiniz; bilmiyorsanız
da keşfetmenin tam sırası.
1970 yılında İstanbul Karagümrük’de doğan Sibel Can,
müzisyen olan babasından etkilenerek küçük yaşlardan itibaren dans etmek ve
şarkı söylemekten başka bir şey düşünmez. Nitekim henüz 14 yaşındayken İstanbul’da
Halikarnas Gazinosu’nda sahneye çıkmaya başlar. Hemen dikkat çeker ve teklifler
ardı ardına gelir. Bir gecede altı ayrı yerde dans eder o dönemde. Hem iyi para
kazanmaya hem de basında fotoğrafları, haberleri çıkmaya başlamıştır.
Gazeteci Melih Aşık, 1986 yılında Milliyet gazetesindeki
Açık Pencere adlı köşesi için o günlerin gözde dansözü Sibel Can’la kısa bir
röportaj yapar:
_Hani şu para
yapıştırılıyor ya alına, göbeğe filan…O paraları ne yapıyorsunuz?
_Eğer orkestra yoksa para bana kalıyor. Varsa onlarla paylaşıyoruz.
Çoğunu onlara veriyorum.
_Hoşunuza gidiyor mu
paraların takılması?
_Gıdıklanıyorum vallahi…
_Böyle hep dans mı
edeceksiniz?
_Türk müziği dersi alıyorum. İleride şarkı söyleyeceğim.
Derken Astoria Kulüp’te bir gece onu Fahrettin Aslan izler
ve hemen orada ona ertesi gün ofisine gelmesini söyler. Gittiğinde Nükhet Duru
da oradadır. Gazinocular Kralı Onu Nükhet Duru’ya emanet eder. Saçından
giyeceklerine dek her şeyiyle Nükhet Duru ilgilenir ve Sibel Can, Maksim
Gazinosu’nda dansöz olarak sahneye çıkmaya başlar.
Ne var ki Maksim’deki bu ilk çalışması sadece altı gün
sürer. Gazetelerde çıkan haberler nedeniyle henüz 16 yaşında fark edilince
polis devreye girer ve sahneye çıkması yasaklanır. Mahkeme kararıyla yaşı 22’ye
çıkartılır ve bütün bu haberler onun daha da fazla tanınmasına neden olur.
Gençliği, güzelliği ve dans yeteneğiyle günün en popüler
dansözlerinden biridir artık. Fahrettin Aslan’la beş yıllık mukavelesi vardır ama
onun gönlünde yatan aslan şarkı söylemektir aslında. Şarkıcılık yoluna ilk adım
atışı ise kendi türünün en parlak isimlerinden gelen destekle gerçekleşir. Vedat
Yıldırımbora, Özer Şenay ve Osman İşmen’in düzenleme ve müzik yönetmenliğine
imza attığı ilk albümü “Günah Bize”, Orhan Gencebay’ın müzik firması Kervan
plak etiketiyle 1987 yılı yaz aylarında yayımlanır. 33’lük plak ve kaset olarak
piyasaya sürülen bu albüm herkesin dikkatini çeker. Bu dansöz kızın sesi ve
şarkıcılığı hiç de yabana atılacak gibi değildir.
Nitekim kaseti dinleyen Fahrettin Aslan o dakika kararını
verir. “Hazır olunca bana bildirin, onu sahneye assolist olarak çıkaracağım,”
talimatını verir çevresindekilere. İki üç ay gibi kadar bir sürede
assolistliğin bütün raconunu öğrenen Sibel Can, 29 Ekim 1987 gecesi Maksim’in en yeni ve en genç assolisti olarak ilk kez dinleyici karşısına çıkar.
Aynı yılın yılbaşı gecesi ise TRT’nin yılbaşı özel programında,
Maksim sahnesinde yapılan çekimler ekrana gelir. Önce dansını izleriz, sonra da
bir şarkısını.
Beyaz kostümü, yaşından beklenmeyecek denli ağır tavırları, Emel
Sayın’ı anımsatan hareketleri, mikrofon tutuşu, duruşu, arkasındaki büyük saz
heyeti ve dahi “korist”lerine (alaturka solistlerinin vokalistlerine “korist”
denirdi) varıncaya kadar gerçekten de tam bir assolisttir Sibel Can. Ekran
başında izleyenler bunun farkına varır, kabul eder ve bu genç assolisti bağrına
basar.
Sonrasını aşağı yukarı biliyorsunuz zaten. Gazino dünyasının
son assolistlerinden biri olacak ve kariyerini uzun yıllar boyu sürdürecek
Sibel Can’ın Yeşilçam filmlerini aratmayacak hikâyesi böyle başlar.
Dönelim tekrar ilk albüme… 11 şarkıdan oluşan “Günah Bize” 33’lüğünde
ağırlıklı olarak arabesk, birkaç tane de sanat müziği formunda şarkı vardır.
Vedat Yıldırımbora’nın üç bestesi, “Günah Bize,” Yalan” ve “Silemediler” başı
çekse de, Orhan Gencebay’ın daha önce kendi seslendirdiği “Diyemedim ki” ve “Dünya
Dönüyor” adlı besteleri de albümün ağır toplarıdır. “Gözünde bir Damla”, “Şarkı
Sunan Diller”, “Gece Her Yer” ve “Yetti Bu Ayrılık” albümün alaturka kanadını
oluşturur.
Özer Şenay’ın iki bestesi ile de repertuar tamamlanır. Bu iki
besteden biri olan ve sözleri Şakir Askan tarafından yazılan “Cilveler”, Sibel
Can’ın kendi kendini yere göğe sığdıramadığı sözleriyle dikkat çeker:
“İnan yok bu dünyada
benim gibi bir dilber
Kimde var böyle endam,
bu bakışlar bu gözler…”
Diye başlar şarkı ve öyle de gider…
Yıllanmış koca koca assolistlerin sahnesine çıkmak, sahnesinde
olmak için türlü ayak oyunları çevirdiği Maksim’e 17 yaşında assolist
olacaksın, her sene ekrana acaba kim çıkacak kim çıkmayacak tartışmalarının
yaşandığı TRT yılbaşı programının baş köşesine konacaksın ve üstelik halka kendini
sevdirecek, bu sevgiyi yıllarca sıcak tutacaksın. Elbette bunu sadece
güzelliğiyle başarmadı ama yine de güzelliğini metheden bu şarkıyı ne kadar
söylese hakkı vardı. Keşke hep bu kadar masum kalabilseydi… Ama hangimiz kalabildik
ki?
Batu Akdeniz, geride bıraktığımız ağustos ayında “Hareket
Vakti” adlı teklisiyle dinleyici karşısına çıkmıştı. Geçtiğimiz günlerde ise yeni
teklisi “Vuruldum”, Garaj Müzik etiketiyle yayımlandı. Akdeniz, önümüzdeki
aylarda piyasaya çıkarmayı planladığı albümünün bir şarkısını daha dinleyiciyle
buluşturdu böylece.
“Vuruldum”u iki yıl önce yazmış Batu Akdeniz ve yazdığı ilk
Türkçe sözlü şarkıymış. Bilenler bilir, Akdeniz’in solo çalışmalarından önce
müzik yaptığı grubu Heavy Sky’da, İngilizce sözlü şarkılar yazıyordu.
“Vuruldum” ilk dinleyişte dinleyene ‘70’li ya da ‘80’li
yıllarda yazıldığı ve çalındığı izlenimi veren ağır ve oturaklı bir “blues”. Şimdilerde,
özellikle Türkçe “rock” müzikte böyle şarkılar pek yapılamıyor, malum. Şarkının
düzenlemesini Batu Akdeniz ve Bulut Gör birlikte yapmış ve bu genç müzisyenler şaşırtıcı
derecede olgun bir iş çıkarmışlar ortaya.
Batu Akdeniz, Türkiye’de üretilen “rock” müziğin genç
kuşağında önemsenmesi gereken isimlerin başında geliyor. Bu şarkı bunu bir kez
daha gösteriyor.
İlk albümünü 2014 yılında yayımlayan Elif Kaya, sonrasında
teklilerle ilerlemeyi tercih etti. İlk albümü gibi peşi sıra gelen teklileri de
kararsızdı. Kendi tarzını, stilini ya hâlâ arıyor ya da belki bulmak
istemiyordu, emin değilim. Nitekim geçtiğimiz günlerde de bu defa bir “cover”
albümle çıktı karşımıza. “Deja Vu, Vol.1” adını taşıyan albüm Poll Production
etiketiyle yayımlandı.
Albümde 5 eski şarkıyı yeniden seslendirmiş Elif Kaya ve
Selim Çaldıran da albümün hem prodüktörlüğünü hem de aranjörlüğünü yapmış.
Şarkıların biri ‘80’ler, diğerleri ise ‘90’lardan. Her biri zamanında epeyce
ses getirmiş, dillere düşmüş, söyleyenleriyle de epeyce özdeşleşmiş şarkılar.
Dolayısıyla albümü dinlemeye başlamadan önce bir merak uyanıyor içinizde.
Dinlemeye başlayınca ise şaşkınlığa uğruyorsunuz.
“Cover” şöyle olmalı böyle olmalı diye ahkam keseriz bin
yıldır. Aslını taklit etmemeli ama orijinali de çok değiştirmemeli şartlarında
hemfikir kalırız genelde. Ne gam! Elif Kaya ve Selim Çaldıran tam tersini
yapmak için adeta yemin edip girmişler stüdyoya. 5 şarkının 4’ünün orijinal
versiyonlarıyla ilgisi yok. Hani üşenmeyip sözleri de değiştirselermiş 4 yeni
şarkı ve 1 “cover”dan oluşan bir albüm diye dinletebilirlermiş bize. Zira bir
tek “Selam Ver” tanıdık geliyor kulağa.
Olmayacak şey değil aslında. Bu da bir yöntem. Bir dönemin
popüler şarkılarını bugünün ritim ve “sound” anlayışına uydurup, konsept bir iş
yapmak nispeten anlaşılabilir. Misal, Michael Jackson’ın o gümbür gümbür “Beat
It”lerinin “Billie Jean”lerinin filan bayağı “chill out” versiyonları filan
yapıldı, yapılıyor. Gelgelelim içinden bizim komalı momalı, makamlı, yarım
sesli nağmeler geçen şarkılarımıza bu müdahale yapılınca ister istemez “majörler
tükendi, minörlere yolculuk” durumu hâsıl olmuş ve şarkıların melodik yapıları bambaşka
hale gelmiş. Haliyle çok yadırgıyorsunuz dinlerken.
Daha batı formunda şarkılar seçilseydi belki bu kadar tuhaf
bir sonuç çıkmazdı ortaya ama belli ki Çaldıran ve Kaya özellikle ters köşe olsun ve bu tuhaf
sonuç çıksın istemişler. İbrahim Tatlıses tarafından meşhur edilip de
sonrasında söylemeyenin kalmadığı “Mavi Mavi”, Nilüfer tarafından Osman İşmen
düzenlemesiyle pop sularından geçirilmişti zamanında ama bu versiyonun onunla
da bir ilgisi yok. Serdar Ortaç’ın bol darbukalı fıkır fıkır “Karabiberim”inin bu
versiyonuyla artık ne göbek atabilir ne de kadehlere vurabilirsiniz. “Okayi
yamaşita kombaba”sız bir “8.15” vapurunu kaçırsanız da üzülmeyebilirsiniz. Yeni
haliyle adını rahatlıkla “Her Şey Bitti” olarak değiştirebileceğiniz “Sök
Kalbini” ise artık kalbinizi yerinden sökmenize değmeyecek kadar “cool”.
Gerek düzenlemeler gerekse Elif Kaya’nın sakin ama çok yerinde
vokal tekniği ile bütün olarak albümün müzikal niteliği gayet sağlam; ona laf
yok. Eğer bu şarkıları böyle duymak sizi rahatsız etmiyorsa, keyifle
dinleyebilirsiniz. Ama “cover” meselesine benim gibi tutucu yaklaşıyorsanız
şayet, bu albüme pek de yaklaşmasanız daha iyi olur.
Birkaç yıldır önce ortalığı kasıp kavuran “Bağdat” adlı
şarkısında “ben dünyanın en büyük âşığı olabilirim,” demişti Ayla Çelik. Bu kez
çıtayı biraz daha yükseltmiş zira yeni albümü “Daha Bi’ Âşık” adını taşıyor. (Eskiden Neriman diye bir şarkıcımız vardı. İlk albümünün adı "Öp Beni", ikinci albümünün adı "Sarıl Bana" olunca üçüncü albümünün adı ne olacak diye kendi aramızda iddiaya girmiştik. Ayla Çelik'in dördüncü albümünün adı da "Ultra Âşık" filan olur mu ki acaba, bilemedim.)
İşin şakası bir yana her daim ana meselemiz aşk ve aşktan söz eden her şarkı bir sıfır
önde giriyor dinleyiciyi yakalama yarışına. Memleketin pop tarihine
baktığınızda dilden dile gezinmiş aşk şarkılarının büyük yüzdesinde kadınların
imzası var. Sezen Aksu, Aysel Gürel, Fikret Şeneş, Çiğdem Talu, Ülkü Aker… Say
say bitmez. Ayla Çelik’i de dâhil edebilir miyiz bu genellemeye? Ederiz tabii,
neden etmeyelim? Ne var ki ne Sezen Aksu’yla ne de saydığım diğer isimlerden
biriyle kıyaslamamak kaydıyla. (Ayla Çelik’in bir röportajında söylediğine göre
kıyaslayanlar varmış çünkü, ben onun yalancısıyım.)
“Daha Bi’ Âşık,” Ayla Çelik’in üçüncü albümü. Geçtiğimiz
günlerde Sony Müzik etiketiyle yayımlandı. Albümün ismi kadar şeker pembesi
kapak ve kartoneti de 14 şarkının her birinde aşktan söz edildiğini bir bakışta
haber veriyor dinleyeceklere. Zaten dinleyince de yanıltmıyor.
Müzik yazarı Mertbell albümden bahseden yazısında “adult
pop” tabirini kullanmıştı. Çok yerinde bir tanımlama. Dünya popüler müzik
literatüründe kullanımda olan bu tabir bizim memlekette (zaten yeterince tür
karmaşası içindeyken) Türkçe pop kategorize edilirken dahi hemen hiç
kullanılmadı. Ve fakat “teenage” kitle ile “adult” kitle arasındaki beğeni
farkı son dönemde daha önce hiç olmadığı kadar açıldı. Şu anki genç kesimin
büyük kısmı pop dinlemiyor, dinleyenlerin pop anlayışı ise ‘60’lardan bu yana
alışageldiğimiz stilin dışında seyrediyor. Haliyle kafadan “adult” oldu o
anlayış.
Bu kötü bir şey mi? Elbette değil. Dünyada melodi ve söz
tamamen tükenene kadar alışageldiğimiz anlamda pop var olmaya devam edecek.
Bizi kolayca yakalayacak, sarıp sarmalayacak, dilimize dolanacak, eğlendirecek,
hafifletecek, yer yer de hüngür şakır ağlatacak. Ayla Çelik de bu albümüyle tam
anlamıyla onu yapıyor.
12 tane sıfır kilometre, iki de “cover” şarkıdan oluşmuş bir
albüm bu. Sadece bu bile bu zamanda kıymet verilmesi gereken bir çaba, belki de
bir göze alınmış bir risk. Ayla Çelik, albümü daha piyasaya çıkmadan evvel,
büyük bir heyecanla dinletti bana. Şarkıların hepsini dinleyip bitirdiğimizde
“Şarkılar birbirini yemesin,” şüphesini dile getirmek ihtiyacı hissettim. Zira
bugünün müzik endüstrisinde tekli olarak satışa sunulup kendince iş yapabilecek
çok fazla şarkı dinlemiştim ardı ardına ve hepsini bir albüm olarak piyasaya
sürmek, tek tek keşfedilmelerini ister istemez engelleyebilirdi. Ben bile albüm
yapmanın dezavantajlarından bahsetmeye başlamışsam durum kötü demektir. Neyse
ki Ayla Çelik benim gibi düşünenlere takılmamış, bildiğini okumuş.
Ayla Çelik için çok güçlü bir sesi ve yorumu olan muazzam
bir şarkıcı diyemeyiz belki ama kendi şarkılarını söylemesinin avantajıyla
dinleyiciyi kendi dünyasına buyur edebilen bir şarkıcı. Bu da az şey değil.
Bununla beraber yıllar boyunca Sibel Can ve Demet Akalın gibi iki fenomene
verdiği ve “hit” olmuş şarkıları da var. Haliyle şimdi yeni şarkılarını
dinlerken ister istemez bazı şarkıları onlar söylese nasıl olurdu diye
düşünüyorsunuz. Bazı şarkıları dinlerken “Bunu Demet nasıl kaçırdı?” filan diye
sorduğum oldu benim mesela. Yüzüne karşı sordum, evet. Bu düşüncenin belirmesi
ya onun şarkı verdiği isimlere çok uygun şarkılar yazmasından ya da şarkı
verdiği isimlerin onun yazdığı şarkıları iyi taşımasından artık onu bilmiyorum.
O gün albümü dinlerken elimizde kartonet olmadığı için
“Bunun düzenlemesini bu yapmıştır,” diye bir tahmin sevdasına düşüp birden
fazla kez yanılmasaydım iyiydi. Bu düzenleme işi biraz çetrefilli. Bazen bir
şarkı, sözü, müziği, yapısı, ruhu ve iklimiyle kendi düzenlemesini kendi
çağırır, bazen de bir şarkı bir aranjörün elinde bambaşka bir şeye dönüşür.
İkinci durumda aranjörün adını bulmak daha kolaydır ama ilk durum da aranjör
için daha kolaydır tabii.
Bu albümde 5 şarkı Okay Barış, 3 şarkı Serkan Ölçer, 3 şarkı
Erhan Bayrak, 2 şarkı Orhan Sancak ve 1 şarkı Alper Atakan, tarafından
düzenlenmiş. Her biri farklı renkleri, tavırları olan müzisyenler. Neyse ki bir
ortak payda var. Benim aranjör tahminlerimin tutmaması biraz bundan da
olabilir. Albüm bir bütünlük duygusu verebiliyor dinleyene ki Ayla Çelik’in ilk
albümü pek öyle değil, aksine dağınıktı dinleyenler bilir.
Albüm püfür püfür bir Akdeniz havasıyla başlıyor. Albüme
adını da veren “Daha Bi’ ‘Aşık” için “Bağdat”ın devamı bile denilebilir. Kolay
akılda kalan, sıcak sözleriyle de dile dolanan bir şarkı “Daha Bi’ Âşık”. Kimileri
“öpe öpe öldüresim geliyor” lafında şiddet içeriği tespit etmiş; okuyunca süldüm
geçtim. “Duyar kasmak” meselesi buluttan nem kapar hale getirdi bizi. Bazı
kelimeler kullanıldığı cümlenin akışı içinde gerçek manasının ötesinde anlamlar
taşır; oturup bunu mu anlatalım şimdi?”
Daha Bi’ Âşık”ın sözleri Ayla Çelik’e ait, bestede ise Ayla Çelik
ve Serdar Aslan’ın ortak imzası var. Düzenleme ise Okay Barış tarafından
yapılmış. Peşi sıra gelen “Yıldırım” ise yine Okay barış tarafından
düzenlenmiş, söz ve müziği Ayla Çelik’e ait bir şarkı. Düzenlemede gitarların
ön plana çıktığı bu şarkıda da Akdeniz havası devam ediyor. Elbette aşkı anlatan
cümleler de.
Daha bu ne ki? Durun hele, yeni başladık. Bakın mesela şimdi
de birinden ayrılırken ona bir kez daha âşık olma ihtimalini konuşacağız. “Âşık
Oldum Giderken” tam da bunu anlatıyor çünkü. Hakkı Yalçın’ın sözlerini Ayla
Çelik bestelemiş, düzenlemeyi ise Serkan Ölçer yapmış. Bence albümün iddialı,
güçlü şarkılarından biri bu. Misal Ebru Gündeş filan gibi güçlü bir seste başka
bir etki yaratabilirmiş belki ama Ayla Çelik’in çaresiz ve kırgın yorumu da başka
türlü bir duygu yaratıyor dinleyende.
Arkasından bu kez aşkı zalim bir hükümdara benzeten “Hükümdar”
adlı şarkı geliyor ki bu defa sözleri Atla Çelik yazmış, Gökhan Tepe bestelemiş
ve Erhan Bayrak düzenlemiş. Başından beri süregelen akustik hava devam ediyor
hâlâ, orta tempolarda ve Akdeniz sularında gezinmeye devam ediyoruz bu şarkıda
da. Klişe bir melodik yapısı var “Hükümdar”ın ama tam da bu yüzden ilk
dinleyişte kulağa yer ediyor.
Derken hoooop, Akdeniz’in doğusuna doğru uzanıyoruz.
Sıradaki şarkı Lübnan dolaylarından çünkü. Arap müziğinin pop starlarından Ramy
Ayach’ın sesinden popüler olan “Mabrouk” adlı şarkıyı Ayla Çelik günün birinde
bir yerlerde duyuyor. Sadece birkaç saniyesini duyabildiği şarkıya bayılıyor ve
hemen peşinde düşüyor. Şarkı bulunup izni alınınca da Türkçe sözlerini yazıyor;
“Mabrouk” oluyor “Mecbur”. Okay Barış’ın orijinalinden daha sade ve daha temiz düzenlemesiyle
de “Mecbur” albümün eğlenceli şarkılarından biri olarak beşinci sıraya
yerleşiyor.
Hemen arkasından da albümdeki diğer “cover” şarkı geliyor. Söz
ve müziği Erkin Koray’a ait “Çok Derinlerde”, Koray’ın 1990 çıkışlı “Tamam
Artık” albümünün bir köşede kalmış, çok bilinmeyen şarkılarından biriydi. Ben
bile ilk dinleyişte “Bir Erkin Koray havası var ama onun muydu bu şarkı neydi?”
diye şüpheye düştüm. Erkin Koray şarkılarının birçoğundan geçen Arap çölleri
havasını bu şarkıda da hissetmek mümkün ki haliyle de bu albümde “Mecbur”un
arkasından gelmesi çok doğru olmuş. Biraz fazla tekrarlı, melodisi yerinde
sayan bir şarkı ama Okay Barış’ın Retro tınılı düzenlemesiyle Ayla Çelik
şarkıyı kendine yakıştırmayı bilmiş.
Bu kez Ayla Çelik, Serdar Aslan ve Gökhan Tepe ortaklığıyla
bestelenmiş ve sözleri Ayla Çelik tarafından yapılmış “Canı Cehenneme” var
sırada. Düzenleme Serkan Ölçer’e ait. Aynı coğrafyanın bir başka ucundan Endülüs
taraflarından bir esinti geliyor bu şarkıda da. Ben böyle şarkıları pek bir
sevdiğimden bu şarkıyı da ayrı bir sevdim, hemen aldım başucuma koydum.
Ardından gelen “İstanbul Delikanlısı” ise eski bir İstanbul
havası gibi tınlıyor. Hem melodisi, hem ritmi hem de sözlerinde kullanılan eski
kelimeler fesli, ince bıyıklı bir delikanlı ile feraceli bir genç kızın aşkını
getiriyor insanın gözüne. Kız cumbada oturuyor, kafesin arkasında, delikanlı da
elinde bastonu, setre pantolonuyla geçiyor aşı boyalı ahşap evin önünden. İşte “adult
pop” dediğin böyle yapılır!
Şaka maka, dur kalklı ritmi, udun nakarata yol vermesi,
arkadan ince ince sızlayan keman filan bir Erhan Bayrak şahaneliği olarak
şarkıya çok şey katmış. Albümün ağır, oturaklı şarkılarından biri “İstanbul
Delikanlısı”.
Gelin görün ki festi feraceydi filan derken güm diye
düşüveriyoruz bugünün kucağına. Yine bir Erhan Bayrak düzenlemesi ve yine
alaturka ritimler ama “geçişler sağdan, hadi yavrum yandan,” diyen nakaratıyla “Dünkü
Bebek” bizi zamanın “atarlı” diline geri getiriyor. Bu da pek kolay ezbere
düşebilecek bir şarkı. Benim Ayla Çelik’e “Demet bunu nasıl kaçırdı?” diye
sorduğum şarkı da bu zaten. Dinleyince neden sorduğumu hemen anlayacaksınız.
Sıradaki şarkının adı: “Hayat”. Sözler Ayla Çelik’in, beste
Ayla Çelik ve Gökhan Tepe’nin, düzenleme ise Orhan Sancak tarafından yapılmış.
Yine yakın dönemin bir parça arabesk etkili, bir ağızdan söylenmeye müsait,
dramatik pop şarkılarına güzel bir örnek. Sadece sözleri bile tek başına etki yaratabilecek,
melodik matematiği de iyi çatılmış, hoş bir şarkı “Hayat”.
Sözleri Hakkı Yalçın tarafından yazılmış, bestesi Ayla Çelik
ve Serdar Aslan tarafından yapılmış “Yanıyo”nun düzenlemesi Okay Barış’a ait. Albümdeki
diğer şarkılara göre biraz daha hafif, sırtını nakarata yaslamış bir şarkı “Yanıyo”.
Sıradaki şarkı “Sen
Yoksan Eğer”. Sözleri Şebnem Sungur’a, bestesi Ayla Çelik ve Serdar Aslan’a ait
bu şarkının düzenlemesi ise Serkan Ölçer’in imzasını taşıyor. Bir önceki şarkı
gibi bu şarkı da albümde sırası gelince dinlenen ama tek başına diğerleri kadar
güçlü durmayan bir şarkı bence.
Biliyorum hiç hoş değil, ben Ayla Çelik olsam biraz da
bozulurdum bunu okuyunca ama söylemeden edemeyeceğim. Tam Sibel Can’lık bir
şarkı var sırada. “Gizli Bahçe”yi her dinleyişimde Sibel Can’ın sesi tınlıyor
kulağımda, ne yapayım? Sözleri Ayla Çelik ve Şebnem Sungur, bestesi Ayla Çelik
imzalı “Gizli Bahçe”, albümün en güzel şarkılarından biri gerçekten. Alper Atakan’ın
düzenlemesi de şarkıyı öyle bir demlemiş ki, tam da albümün sonlarına gelmişken
hicranlara düşüveriyorsunuz. (Halbuki çok mutlu başlamıştık dinlemeye.)
Nitekim hüzünlü bir baladla ulaşıyoruz sona. Final şarkısı “Aşk
Tutar Beni”nin söz ve müziği Ayla Çelik’e, düzenlemesi Orhan Sancak’a ait. Bu
şarkının kaydı yapılırken Ayla Çelik’in sesi yorgun muydu biraz, kötü bir gününde
miydi, yoksa bu kaydın böyle olması ve böyle kalması bilinçli bir seçim miydi
onu bilmiyorum. Ama enstrümanların her biri ayrı ayrı öyle lezzetli geliyor ki
kulağa, solistin sesindeki çapaklar ister istemez fazladan fark ediliyor. Şarkı
albüme çok etkili bir kapanış yapıyor, o ayrı.
Bütüne bakınca elimizde dolu dolu bir albüm olduğu gayet
açık (uzun zamandır bu kadar uzun yazı yazmadım mesela ben, oradan pay biçin.)
Özenilmiş, ince çalışılmış, belli ki para ve emek harcanmış bir albüm. Büyük
büyük starlarımızın bile bu zamanda cesaret edemediği türden bir iş. Birden
fazla “hit” çıkarabilecek güçte, ama hiç “hit” çıkarmasa da (zira “hit”
kriterleri çok değişik bu ara) kendi dinleyicisini gayet memnun edecek, uzun
uzun dinlenebilecek, yıllar sonraya da kalabilecek bir albüm “Daha Bi’ Âşık”.
Nihat Odabaşı’nın çektiği fotoğraflarda Bilgecan Koçana’nın “sytling”i
ile objektife poz vermiş Ayla Çelik, çiçekli, pembeli, baharlı ve hep gülüyor,
gülümsüyor. Tam da kışa girerken en mutlu halinden en acıklı haline, aşkın 50
tonundan geçmek ve duygudan duyguya akmak için çok iyi bir seçenek olabilir
Ayla Çelik şarkıları.
Hakkında çok fazla bir şey öğrenemedim. Bu internet çağında
hâlâ tek isimle piyasaya çıkıp hakkında bir şey aranılıp bulunmasını imkânsız
hâle getirmenin sebebini zaten anlayamıyorum. Gerçi Nur’un soyadının Yörükoğlu
olduğunu öğrendim ama oradan da bir yere varamadım. Asıl mesleği simultane tercümanlıkmış ve 2018 yılından itibaren
Instagram’da şarkı söylediği videolar paylaşmaya başlamış. Nur’dan Sesler adlı
hesabını daha sonra bir YouTube kanalına da taşımış. Nur’un ilk teklisi “Yar
İnan” ise geçtiğimiz günlerde GTR Müzik etiketiyle yayımlandı.
Paylaştığı videolara biraz göz attığınızda oldukça amatör
şartlarda kaydedilmiş olmasına karşın, oldukça iyi bir sesle karşı karşıya
olduğunuzu görüyorsunuz zaten. Geniş, açık, parlak bir ses ve son derece düzgün
şarkı söyleyen bir şarkıcı (ya da şarkıcı adayı) Nur. Bütün videolarda bildik
şarkılar söylemiş ama ilk teklisi bilinmedik bir şarkı. Söz ve müziği Koray
Tunçel’e ait “Yar İnan”ın düzenlemesi ise Hakan Süersan tarafından yapılmış.
Eski nesil bir şarkı “Yar İnan”. Bu tabiri kullanmak üzücü
ama öyle. ‘90’lardan çıkıp gelmiş gibi; hani ‘90’larda olsa bir Kayahan şarkısı
olurdu belki, hatta belki de Nilüfer söylerdi. Maalesef bu tarzın, bu dilin ve
bu melodik yapının bugünün gençliğinde pek karşılığı yok. Bu yüzden de böylesi
şarkılar pek az üretilir oldu. Belki bir tek Sıla yürüyebiliyor bu yoldan. Oysa
koca bir nesil duygusu, melodisi, sözü sağlam, inceden alaturka soslu yerli pop
dinleyerek büyüdü. İyi şarkıcılar söyledi o şarkıların çoğunu. Yâni aslında şimdilerde
göze görünmese de hâlâ hükmü var bu tarzın ve tavrın.
Tam da bu nedenle kendi dinleyicisini bulabilecek, sözü,
müziği, düzenlemesi ve Nur’un etkileyici yorumuyla akıllarda kalabilecek, güzel
bir şarkı “Yar İnan”. Eskiden pop şarkılarının onundan sekizinde gündelik hayatta
hiçbir şekilde kullanılmayan “yar” kelimesinin illa ki kullanılmasını
eleştirirdik. Şimdilerde o bile naif, saf ve masum geliyor kulağa. Benim gibi
düşünenlerdenseniz bu şarkıyı dinleyin, iyi gelecek.
Ha bir de teklinin kapak tasarımı için bir şey söylemem
lazım. Artık çok basit bir aplikasyonla bile çok daha iyi tasarımlar
yapılabiliyor. Keşke bir miktar özen gösterilseymiş.
Halk müziğinin genç ve üretken isimlerinden biri Seyfi
Yerlikaya. Bugüne dek beş albüm yayımlamakla kalmadı, çeşitli albümlerde de
yapım koordinatörü olarak görev aldı. Yani müziğin hem vitrininde hem de
mutfağında yer alanlardan.
Seyfi Yerlikaya son olarak 2018 yılında “Kader” isimli
teklisini yayımlamıştı. Yakın bir zamanda da 2014 çıkışlı son albümünde “Ayrılık
Hasreti Kâr Etti Cana” adlı şarkısı Çukur dizisinde kullanılınca yeniden
gündeme geldi. Yerlikaya’nın yeni teklisi “Sarsın Kara Topraklar” ise
geçtiğimiz günlerde Seyhan Müzik etiketiyle piyasaya sürüldü.
Yerlikaya’ya
ait, düzenleme ise Mehmethan Dişbudak tarafından yapılmış. Melodik ve armonik yapısı
ve de sözleri kadar kemençenin dokunaklı sesiyle de Karadeniz türkülerinin iklimini
sonuna kadar yaşatan şarkının Seyfi Yerlikaya tarafından yazılmış olması
aslında işin hoş tarafı çünkü Seyfi, Ovacık doğumlu bir Güney Doğu Anadolu
çocuğu. Türkülerin içinden çıktıkları coğrafyaya göre değişen yapısal
farklılıklarına rağmen aslında aynı duyguda, aynı insani değerlerin ortak paydasında
var olduklarına dair şahane bir örneğe şahit oluyoruz böylece. Şarkı sözlerinde
anlatılan ve doğudan Karadeniz’e doğru uzanan aşk hikâyesi de boşuna değil
haliyle.
Halk müziğinde otantik eserlerin korunması ve yaşatılması kadar yeni
eserlerin de üretilmesi lazım ki geleceğe kalsın, yaşasın. Seyfi Yerlikaya her
iki konuda da elinden geleni yapıyor. Bu şarkı bunu bir kez daha gösteren, eli
yüzü düzgün, tertemiz bir iş.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.