Yine hakkında çok fazla bir şey bilmediğimiz bir genç
müzisyenle karşı karşıyayız. Dijital müziğin geleneği bu: Şarkı mühim sadece.
Kim yazmış, kim düzenlemiş, söyleyen kimmiş, neciymiş, bunlara takılmamamız
gerekiyor.
Kerem Berberoğlu’nun 2019 yılında yayımlanan ilk teklisi
“Ona” için servis edilen basın bülteninde şu cümleler var sadece:
“Altı yaşından beri
müzik aşkıyla yanıp tutuşan genç şarkıcı, yeteneği ve girişimci ruhu sayesinde
kendi çapında müzikle ilgileniyor ve hatta çevresindeki müzisyen arkadaşlarıyla
da ortak çalışmalar yapıyordu. Fakat zaman zalim, stüdyo kiraları pahalı ve de
sektör koşulları ağırdı. Cihangir'de yeni taşındığı dairede içine kapandı ve
bütün gün elektro gitar çalıp yüksek sesle müzik dinledi. Apartman sakinleri
canından bezmişti. Hiçbir şikâyete aldırmadan ve hiç durup dinlenmeden üç yıl
boyunca çaldı söyledi.
Bu üç yılın sonunda
şiddetli gürültü mağduru üst kat komşusu kapısını çaldı. Sade kahve eşliğinde
geçen medeni bir sohbet sonrasında konuyu tamamıyla halletti. Kendisi de müzik
sektöründe görev aldığı için bazı girişimler başlattı. Şarkı hazırlandı,
kayıtlar yapıldı, fotoğraflar ve klip çekildi.”
Bu gizemli komşu kimdir, nedir, kimin nesidir bilmiyoruz.
Yalnız ilk şarkısı “Ona”nın söz ve müziğinin Emre Aksu’ya ait olduğunu
biliyoruz ki Emre Aksu da müzik sektöründe söz yazarı ve besteciliğinden önce prodüksiyon
ve menajerlik tarafında yaptıklarıyla tanınan, bilinen bir isim.
Kerem Berberoğlu’nun geçtiğimiz günlerde yayımlanan yeni
şarkısı “Dön Gel” de söz ve müziği Emre Aksu’ya ait bir şarkı. Bir önceki şarkı
gibi bunun düzenlemesini de Erdinç Şenyaylar yapmış ve tekli yine DMC
etiketiyle yayımlanmış.
İlk dinleyişte dikkat çeken, hem melodisiyle akılda kalan
hem de Erdinç Şenyaylar’ın usta işi düzenlemesiyle kulağa yer eden, genel
geçerin içinde farklı, kişilikli bir şarkı “Dön Gel”. Kerem Berberoğlu’nun
sesinin kendine has bir tınısı ve rengi var. Şarkıya getirdiği kırık dökük
yorum da çok yerinde.
Birbirine çok benzer tarzlar, ritimler, melodisiz şarkılar,
mırıldanan solistler duymayı kanıksadığımız şu zamanda bu şarkı nefes alıyor,
yaşıyor. Mutlaka dinleyin.
Zamanlardan bir zaman… Henüz barların pavyonların, gece
kulüpleri, diskoteklerin ve de özellikle müziğin salgın hastalık mikrobu
yaymadığı günler… Ankara’dayız. Bir bar açılışında ben “dj” kabinindeyim,
Attila Atasoy da gecenin konuk sanatçılarından biri. Bar işte sonuçta, sahne
yok. Konuk sanatçılar “dj” kabininde, yanım sıra söylüyorlar şarkılarını.
Haliyle de izleyenler, kabin yüksekliğinin müsaade ettiği kadarıyla, bel plan
görebiliyorlar sanatçıları.
“Uzun zamandır uyarılmamıştım. Uyarıldım, iyi geldi.”
RTÜK, İrem Derici’nin son klibindeki bazı sahneler için
uyarı vermiş, İrem Derici de öyle uyarıya böyle cevap vermiş. Zamanlardan bir
zaman bütün bunlar gelip geçtiğinde, geriye şarkılar, müzik, sanat, hayat
kaldığında… Bugün hayatlarımızın üzerine düşen kara gölgeler yok olup
gittiğinde ve adları bile hatırlanmadığında, İrem’in bu cevabı bir anekdot
olarak anlatılabilir dilden dile. Gülebilirler geleceğin insanları. Hem de
bizim şu anda hiç gülemediğimiz kadar yüksek sesle gülebilirler.
İrem Derici bir deli kızdır. Sözünü sakınmaz, dilini tutmaz,
gemi azıda gezer. Bu da herkesçe bilinir zaten çünkü saklamaz da hiç. Yeri
gelir saydırır birilerine, yeri gelir en sunturlu lafı da kendine söyler.
Hiperaktivitesi ve ağzı bozukluğu, içerisi görünmesin diye çektiği kalın
perdeleridir onun belki de ama bazen fazla gelebilir o perdeler karşısındakine.
Misal, benim kimi zaman “Of nasılsa kulak asmayacak, yine bildiğini okuyacak,”
deyip sözümü sakınmışlığım vardır ondan. Tabii ki müzikle ilgili sözlerden
bahsediyorum. Yoksa ne burası “Kırmızı Oda” ne de ben Binnur Kaya’yım. Bu
zamanda klip televizyonda yayınlanmış, yayınlanmamış, kim takar, o da ayrı
mesele zaten.
İrem’in hiperaktifliği en başından bu yana müzik kariyerine
de yansıdı doğal olarak. Hiç ağırdan almadı, hiç sakin olmadı. Çat burada çat
kapı arkasındaydı. Ne bulursa söyledi, uyar uymaz, yarar yaramaz demedi. İnce
elemedi, sık hiç dokumadı bu yüzden. Oysa sekiz sene az bir zaman değil. “İrem
Derici şarkıları” ya da “İrem Derici müziği” diye bir şey olabilirdi şimdiye. Olmadı.
İrem Derici’nin iki şarkı ve bir farklı versiyondan oluşan
yeni bir teklisi yayımlandı geçtiğimiz günlerde. Yazının başında bahsi geçen
klip de o teklide yer alan “Senin Hastan” isimli şarkıya aitti zaten. Sözleri
Ayla Çelik ve Hakkı Yalçın, bestesi Ayla Çelik ve Serdar Aslan’a ait “Senin
Hastan”ın düzenlemesini Onurr yapmış. Şarkının teklide yer alan “Remix”
versiyonu ise Mustafa Ceceli’nin elinden çıkmış.
Eli yüzü düzgün, derli toplu, hoş bir pop şarkısı “Senin
Hastan”. Orijinal versiyonu bildik İspanyol yürüyüşüyle kulağa sıcak ve olgun
geliyor, “Remix” versiyonu ise şarkıyı daha “teenage” bir yerden sunuyor
dinleyene. Her iki haliyle de İrem’in sesine ve tarzına yakışmış bir şarkı.
Diğer şarkı “Güz Dönümü” ise söz, müzik ve düzenlemesi Onurr
tarafından yapılmış bir şarkı. Güncelin tam orta yerinden bir ritim ve
düzenleme anlayışıyla kotarılmış ve yüzü daha Batı’ya dönük bir “sound”u var.
Ben her iki şarkının da doğru ve iyi seçimler olduğunu
düşündüm dinlerken. İki yanlış bir doğruyu götürür mü, onu zaman gösterecek ama
İrem, kariyerinin bundan sonrası için biraz daha telaşsız seçici
davranabilirse, iki doğrunun bir yanlışı götürme ihtimali daha fazla olabilir.
Erkin Arslan & Buray & Evrencan Gündüz - "Aşk Ne Güzel Şey"
Günlerden bir gün üç tane iyi müzik yapan adam bir araya
gelmiş. Tesadüf bu ya, üçünün de sesi, tınısı, müziği dinleyenlere oldum bittim
pozitif titreşimler verirmiş. Üstelik tam da o günlerde memleket pozitif
seslere, sözlere, melodilere hasretmiş. Aşkın ne güzel şey olduğunu hatırlamaya
mesela… Bir sarılsak hemen geçeceğine inanmaya…
Söz, müzik ve düzenlemesine Erkin Aslan imza atmış, “mix”ini
Sarp Özdemiroğlu, “mastering”ini Çağlar Türkmen yapmış. Erkin Arslan, Buray ve
Evrencan Gündüz birlikte söylemiş, Jinglehouse da yayımlamış. “Aşk Ne Güzel
Şey” böyle çıkmış ortaya.
Yaptıkları işleri ayrı ayrı sevdiğim üç müzisyeni bir arada
görünce, dinleyince, masal diliyle vermek istedim haberi. Masal gibi bir iş
çünkü.
Malum, son yıllarda dünyada olduğu gibi Türkiye’de de “ticari”
ittifaklar aldı yürüdü. Siyaseten doğruluk aranmıyor bu ittifaklarda; “ticari”
kelimesi her şeyi karşılıyor zaten; maksadı, sebebi, sonucu… Müzikte de bunun
yansımaları gırla. Yeşilçam zamanları Anadolu’nun sinema işletmeleri, film
yapımcılarına sipariş verirmiş, “Türkan ve Cüneyt’in oynadığı üç film, Filiz ve
Ediz’in oynadığı iki film,” diye. Filmin rejisörüne, senaryosuna, konusuna filan
sonra karar verilirmiş. Yıllardır benzer bir şey yapılıyor müzikte de. Dua
Lipa’yla Miley Cyrus bir araya gelsin mesela. Çok tutar abi. Bir de şarkı
yazılır işte ikisine uygun. Ya da Yıldız Tilbe’yle Bilal Sonses bir araya
gelsin. Bak, Mustafa Ceceli’nin yanına Irmak Arıcı^yı koyalım, nasıl fikir?
Madonna’nın yanına Maluma’ya ne dersiniz?
Sonuç: Pek çoğu yaratıcılıktan, yenilikten uzak, ortak
üretimin yaratabileceği sinerjiden, tazelikten nasibini almamış işler…
“Aşk Ne Güzel Şey”in böylesi bir niyetle yapılmadığı çok
açık bir kere. Çünkü şarkı günün moda ritim, melodi ve şarkı sözü anlayışına
hiç yüz vermiyor, hatta düpedüz nanik yapıyor. Günün, mevsimin, dönemin
karanlığında güneşli, ışıklı, ferah ve ılık bir esinti etkisi bırakıyor. Hani
böyle şarkılarla dolu bir albüm olsa, bu sesler söylese yine, bu adamlar çalsa…
Dinlenir mi? Vallahi dinlenir.
Finalin ertesi haftasında Ajda ve kurmayları teker teker Paris’e uçtular.
Önce Ajda’nın terzisi Hayri, son moda kreasyonları incelemek ve final gecesi
için “görülmemiş bir Eurovision kostümü hazırlamak” maksadıyla Paris’e hareket
etti, ardından Ajda’nın ve şarkının yurt dışı tanıtımlarını üstlenmiş bulunan
Betül Mardin soluğu Paris’te aldı. Nino Varon, plak şirketi bağlantıları,
Atilla Özdemiroğlu ise parçanın düzenlemesinin çalışmaları için Türkiye’den
ayrılıp, oradan telefonla Ajda’yı gelişmelerden haberdar ederlerken, son olarak
da yarışmadan sonra bir süre dinlenmeye çekilen ve bu arada Turizm ve Tanıtma
Bakanlığı’nın organize ettiği Turizm Sezonu Açılışı gecesinde bir konser veren
Ajda Pekkan, ekibe katılmak üzere Paris’e gitti.
2012’de yayımlanan ilk albümü “Başka Bir Dünya”dan bu yana
yaptıklarını severek ve beğenerek takip ettiğim bir grup Pera. O dönemde çok
fazla genç “rock” grubu vardı ortalıkta ve hepsi bir şeyler deniyor, bir yol
arıyorlardı ama o günden bugüne gelebilen grup sayısı pek az oldu. Hatta “rock”
müziğin birinci liginde top koşturan gruplar için bile 2010’lu yılların ikinci
yarısının üretkenliğin bir hayli düşüşe geçtiği, çoğunlukla cepten yenildiği
bir dönem olduğu söylenebilir. Pera, bu genellemenin istisnalarından biri.
“Rock” müzikteki gözle görülür gerilemenin tam aksine Pera
sekiz yılda taş üstüne taş koyarak, hiç duraklamadan, takılıp düşmeden yola
devam etti. Müziğinden ve tarzından taviz vermedi, sevenlerini hayal
kırıklığına uğratmadı, istikrarını korudu.
Grubun diskografisine şöyle bir bakınca görüyorsunuz zaten. 2012-2018
arası yayımlanmış dört albüm sonrasında 2018 ve 2019’da üçer tekli çıkmış
piyasaya. 2020’de ise altı tekli. Yedinci tekli ise geçtiğimiz günlerde
piyasaya çıktı. Soundfeed Production etiketiyle yayımlanan “Bittim Ben” adlı
şarkının söz ve müziği grubun solisti de olan Gökhan Mandır’ın imzasını taşıyor
yine. Yüksek sesle dillendirmese de grubun en büyük iddiası bu aslında: Epeyce
yüklü diskografisi içerisinde bir tek “cover” var, gerisi tamamen gruba ait
şarkılar. Başından beri zor olanı seçti Pera ve kendine ait zengin bir
diskografi oluşturmayı başardı.
“Bittim Ben”i dinlerken, bundan bir önce yayımlanmış, “Dünya
Gibi”yi dinlerken (kısaca yakın dönem işlerini dinlerken diyeyim) görüyorum ve
duyuyorum ki hem beste hem düzenleme hem de icra olarak geldikleri yer, yola
çıktıkları yerden çok ileride. Bir yandan istikrarını korurken bir yandan kendi
içinde gelişme göstermiş ve bunu dinleyene hissettirebilmiş Pera.
Ne kadar melodik ve romantik bir şarkı olsa da aynı zamanda
sert bir şarkı “Bittim Ben”. Bu sertlik, elektro gitar kadar özellikle rahatsız
edici bir biçimde kullanılmış elektronik seslerin bileşimiyle hissettiriyor
kendini.
Bir küçük hatırlatma yapmalıyım sadece… Günümüzde albümlerden
bağımsız, tek tek yayımlanan şarkıları takip etmek de her birine hakkını
verebilmek de zor. Hazır “playlist”ler varken pek kendi “playlist”ini oluşturan
da kalmadı artık. Hâl böyleyken bir süreç boyunca tek tek yayımlanmış şarkıları
bir zaman sonra bir albüm başlığında bir araya getirmekte fayda var. Başından
sonuna, bir tek şarkıyı gözden kaçırmadan dinleyebilmek ve tarihe not düşmek
için.
Müziğin giderek kirlendiği, çere çöpe karıştığı bir zaman
diliminden geçerken, temiz kalmayı başarabilmiş Pera’yı tebrik etmek lazım.
“Bittim Ben” vesile olsun, ben de Pera’yı tebrik etmiş olayım.
Bazı seslere zaman hiç değmiyor. Bunun ne kadarı kendini ve
sesini korumakla ilgili, ne kadarı Allah vergisi, onu bilemiyorum. Gelin görün
ki Nilgün Onatkut’un sesini, tınısını uzun yıllar sonra yeni şarkılarda, zerre
değişmemiş, hatırımda nasılsa öyle kalmış duyunca bir ürpermedim değil. Daha
ilk şarkının ilk cümlelerinde ben hooop ışınlandım ‘80’lere…
Şarkıların
bu ilk kayıtlarında, başından da kararlaştırıldığı gibi, Ajda Pekkan yoktu. Bu
yüzden, bestesini piyano eşliğinde enstrümantal olarak kaydedip, sözleri yazılı
olarak veren Şerif Yüzbaşıoğlu haricindeki diğer besteciler, stüdyoda “dublör”
şarkıcılarla çalışarak, eserlerini kaydetmişlerdi.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.