Ahmet Kenan Bilgiç’in müzik ve sinemanın büyüsüne
kapılmasına çocukken izlediği Geleceğe Dönüş filminde, Michael J. Fox’un “Johnny
Be Good”u söylediği sahne sebep olmuş. Bu itkiyle gitar çalmaya başlamış ve
arkası gelmiş. Eskişehir’de üniversite okuduğu yıllarda kurduğu Gevende’nin ilk
albümü 2006’da yayımlanmıştı. Bilenler bilir, Gevende’nin müziği sadece Türkiye’de
değil, dünyada da ses getirdi grup dünya çapında festivallerde çaldı, turnelere
çıktı.
Ahmet Kenan Bilgiç’in müzik yolculuğu ise Gevende ile
sınırlı kalmadı. Kurucusu olduğu Lu Records adlı plak şirketinin yanı sıra Jingle
House bünyesinde yaptığı reklam müzikleri, dizi ve film müzikleri ve stok müzik
oluşumu bimuziklazim.com projesiyle dört koldan üretmeye devam etti. Bilgiç’in
ilk solo teklisi “Şey Şey Şey” ise geçtiğimiz günlerde Lu Records etiketiyle
yayımlandı.
Ben de Tuğçe Yapıcı’nın bu şarkı vesilesiyle birbabaindie.com
‘a yazdığı yazıdan öğrendim: Gevende bir süreliğine ara vermiş ama buna karşın
bu şarkı Ahmet Kenan Bilgiç’in 2020 yılında piyasaya çıkacak ilk solo albümünün
habercisiymiş.
“Şey Şey Şey”in söz, müzik ve düzenlemesi Ahmet Kenan Bilgiç’e
ait. Bilgiç’in ukulele de çaldığı kayıtta ona gitarlarda Bilal Karaman, davulda
Berke Can Özcan ve perküsyonda Memduh Akatay eşlik etmiş. Bir de vokallerde Feryal
Öney, Ekin Beril, Kutay Soyocak, Şebnem Hassanisoughi, Burak Ekinil, Güler
Tuncer ve Caner Anar’dan oluşan bir koro.
“Reggae” gibi çok yerel ama bir o kadar da evrensel bir müzik
formunun farklı bir dinamikle, türler arasında dolaşarak üretilmiş Türkçe bir örneği
“Şey Şey Şey”. Adaptasyon kokusu yok bu yüzden. Öte yandan eğlenceli ve kavrayıcı.
Özellikle vokallerin devreye girdiği kısımlar ilk dinleyişte eşlik etme hissi
uyandırıyor. Tam da bu sebeple şarkının alternatif müzik dinleyicisi dışında
bir kitlenin de ilgisini çekmemesi için hiçbir sebep yok.
Geçtiğimiz aylarda yayımladığı “Ruhum” adlı teklisiyle, uzun
bir aradan sonra geri dönüşünün sinyalini vermişti Yaşar Kurt. Eski bir
şarkısını yeniden seslendirerek önce kendini hatırlattı, hafıza tazeledi,
geçtiğimiz günlerde ise yeni teklisi “Saatimi Söktüler”le tekrar karşımıza
çıktı. (Tabii bir Garaj Müzik politikası olarak bu şarkı da aslında Temmuz ayında Garaj Stüdyo'da video olarak yayınlanmıştı, ancak tekli olarak diğer dijital platformlara yeni girdi.)
“Saatimi Söktüler”,
söz, müzik ve düzenlemesi Yaşar Kurt’a ait bir şarkı. Şarkıda “Oysa ben ne
güzel şarkılar yazacaktım,” derken adeta bunca zamandır neden yeni bir
şarkısını dinleyemediğimizin gerekçesini anlatır, özrünü diler gibi. Yalnız
onun değil, hepimizin saatini söktüler aslında. Uyanacak, ayağa kalkacak
zamanımız kalmadı.
Şarkının sözlerini ilk duyduğumda Yaşar Kurt bilmediğim bir
şiiri bestelemiş herhalde diye düşündüm önce. Az kelimeyle çok şey anlatan,
hatta sadece başlığı ile bile bir şiir gibi tınlayan şarkı sözleri yazmış çünkü.
Üstüne müzikte vardığı yerin yetkinliğiyle notalara dökmüş o sözleri. Öyle de
düzenlemiş. Caz tadı alabileceğiniz piyano partisyonları, elektro gitar solosu,
içten içe kaynayan bas yürüyüşü ve Yaşar Kurt’un kirli vokaliyle şölen gibi bir
şarkı “Saatimi Söktüler”.
Şarkılar olanın şahidi, olacakların habercisidir ya bazen… Saatleri
geri almanın zamanı geldi galiba. Tabirin her iki anlamıyla da.
Şanışer ft. Fuat,
Ados, Hayki, Server Uraz, Beta, Tahribad-ı İsyan, Sokrat St, Ozbi, Deniz Tekin,
Sehabe, Yeis Sensura, Aspova, Defkhan, Aga B, Mirac, Mert Şenel, Kamufle – “Susamam”
Genellikle hiçbir albümü ya da şarkıyı kulağımda bir miktar
demlenmeden yazmam ama bugün Günün Şarkısı kendiliğinden çıkıp geldi ve tarihe
not düşmek adına bugüne yazılması gerekti.
Şanışer’in Fuat, Ados, Hayki, Server Uraz, Beta, Tahribad-ı
İsyan, Sokrat St, Ozbi, Deniz Tekin, Sehabe, Yeis Sensura, Aspova, Defkhan, Aga
B, Mirac, Mert Şenel, Kamufle’yle birlikte yaptığı şarkıdan bahsediyorum
elbette. “Susamam”, dijital alemlere dün gece gün dönerken düştü ve
düşer düşmez de gündem oldu. Bu yazının yazıldığı saatlerde de hâlâ gündemin
baş köşesindeydi.
Nasıl olmasın ki? Daha bir gün önce bir Tik Tok fenomeni gazlamakla
meşguldü memleketin en önemli müzik firmasının genel müdürü. Onun öncesinde bir
Youtube fenomeninin bilmem kaç milyona ulaşmış “şarkısı” köreltiyordu müziğe
olan inancımızı. Sahte dinlemeler, satın alınmış tıklamalarla yaratılmış "post truth" dünyanın içinde müziği, sözü, şarkıyı, şiiri kaybetmiştik nicedir.
Her müzik türünün kendi misyonu içinde güzel olabileceğini; ticarisiyle,
endüstriyeliyle, sanatsalıyla, protestiyle, gelenekseli, moderni, yereli,
evrenseli, eğlencelisi, dramatiğiyle bir bütünün parçalarını tamamladığını,
asıl meselenin müziğin türü değil, iyi ya da kötü yapılmış olması, kendi içinde
namusunu koruması, amacına dürüstçe hizmet etmesi olduğunu unutmuş gibiydik.
“Susamam” bana iyi geldi bu yüzden. “Rap” yapan bir avuç gencin
bir araya gelip ülkede yıllardır yaşanan gerçekleri suratımıza suratımıza
çarpması, susanları susmamaya, konuşanları sesini yükseltmeye davet etmesi, yıllardır
ince ince inşa edilmekte olan korku imparatorluğunun temeline dinamit koymaya
cesaret göstermesi tek başına sorgusuz sualsiz ayakta alkışlanmayı hak ediyor.
14 dakika 50 saniye boyunca aynı “beat” üzerinden türevler
üretip (ki Murat Acar yapmış bunu), onu her bir “rap”çinin kendi rengini
gösterecek bir biçimde akışkan hâle getirerek bir tema yaratmak ve o temayı bir
dakikası bile boş kalmayacak biçimde her motifi farklı bir dantel misali işlemek
de bir başarı, onu kabul etmek lazım.
Sözgelimi Deniz Tekin bir “rap”çi değil
ama bütünün içerisinde asla yama gibi durmamış; hatta onun söylediği yer şarkının
en etkili kısımlarından biri olmuş.
Evet, 14 dakika 50 saniyelik bir manifesto dinliyoruz. Kadın
sorunundan hayvan haklarına, çevre meselesinden, yağma ve talan düzenine kadar
her şeye dokunuyor. Yer yer didaktik olma pahasına başından sonuna tokat gibi. Bu
çocukların hiçbiri 50 yaşında değil sonuçta. Kendi bakış açıları, dünya
görüşleri, yaşanmışlıkları ve ifade biçimleriyle içinden geçtikleri zamanın fotoğrafını
çekip önümüze koyuyorlar. Ve bu söylem, 50 yaşında ya da 40-45, 60-75 fark
etmez, birilerinin söylediği, yazdığı, çizdiği nice şeyden çok daha büyük etki
yaratabilir.
İroni kaldırmıyor artık bu ülke çünkü. Zekice, göndermeli, ince
söylemler hedefini bulmuyor, edebiyatın, sanatın uzun vadeli dönüştürme,
değiştirme misyonu ise zamanın hızında gücünü yitiriyor. Böyle bam bam bam
söylenmeliydi bazı şeyler ve bu ancak “rap”in konuşkan dilinde karşılığını
bulabilirdi ki bulmuş.
Mesnetsiz bir sınıfsal çatışmayı körükleyen, neye ve kime olduğu asla
anlaşılamayan yersiz arabesk isyanlarla duygu sömüren, amaçsızca küfreden,
uyuşturucu maddelere güzelleme yapan, kin, nefret, öfke ve de mafyatik bir özgüvenle
kendinden başka herkesi ve her şeyi küçük görme, aşağılama duygusu pompalayan,
hepsinden çok da Tarzanca yazılmış, kopuk düşünce parçacıkları ve ifade
bozukluklarından ibaret olan “rap” işlerini hiçbir zaman sevmedim. Son dönemde
bu tip işlerin yükselmesi ve de işin enteresanı müzik çevrelerinde de alkış alması
ise beni üzüyordu açıkçası. Ne modaysa ona “Abi çok iyi yaaaeea” diyenler hep
vardı gerçi, ben de neye üzülüyorsam…
Sözün özü “Susamam” elbette eleştirilebilecek yanları
olmasına karşın şu zamanda kimsenin sırtlanamayacağı bir misyonu yüklenmiş, hem
müzikte, hem ülke gündeminde taşları yerinde oynatabilecek bir iş. Belki yıllar
sonra üzerinde sadece müzik yazarlarının değil, toplumbilimcilerin ve
siyasetbilimcilerin de kalem oynatacağı türden bir şarkı, bir olgu, bir olay. Günün
Şarkısı olmaktan çok daha fazlası yâni. Ben sıcağı sıcağına ancak bu kadarını
görebildim.
Bazı şarkıcılar seslerinin gücüyle ya da rengiyle
ayrıcalıklıdır. Öyle ki söyledikleri en kötü şarkı bile güzel gelebilir
kulağınıza, güzelleşebilir. Kiminin aralığı geniştir, tekniği parmak ısırtır,
kiminin dar alanda dokunduğu yeri yakan bir etkisi, başka bir rengi vardır.
Hande Yener’in 2004 yılında ortalığı kasıp kavuran onu popun
baş köşesine yerleştiren “Aşk Kadın Ruhundan Anlamıyor” albümü, tıpkı önceki
iki albümü gibi en çok bu noktada çelmişti dinleyicinin gönlünü. Günün pop
müzik anlayışını bir tık öteye götüren şarkılarda değildi işin bütün sırrı.
Orada basit ve eğlenceli şarkılarda bile kulağı dolduran, kendine has bir rengi
olan, vurguları güçlü, köşeleri belirgin bir ses, bir şarkıcı vardı.
Bir sonrasında “Apayrı” albümü ile başka bir yola girdiğinde
bazı şarkılarda daha “cool” bir vokal tekniğini tercih etse de yine de o renk
kendini gösteriyordu. Gelgelelim, giderek kaybolmaya, silikleşmeye başladı.
Tekniği tamamen değişirken artık o etkileyici ses renginin yerinde yeller
esiyordu. Elektronik müziğin ruhsuz, kimliksiz, robotik vokal tekniği yapıştı
kaldı Hande Yener’e. Pop müziğe geri döndüğünde de durum değişmedi. Son dönemde
yaptığı şarkılarda o ses renginin kırıntılarını, belli belirsiz duyabiliyoruz
sadece.
Bugün niyetim ders vermek değil, sadece “tbt” yapmaktı ama
bu maksatla bu şarkıyı tekrar dinleyince bunları yazmadan edemedim. Bu hafif ve
eğlenceli şarkıda bile kulağımıza gelen ses ne kadar dolgunmuş. Bir de Hande
Yener’in son iki şarkısını dinleyin. Şarkılar iyi ya da kötü, onu tartışmıyorum
ama sözgelimi “Krema”yı bu haliyle Ebru Polat da söyleyebilirdi. Bir de yine
bir Mete Özgencil şarkısı olan “Hoş Geldiniz”i dinleyin ardından ve Hande Yener’in
sesi ve şarkıcılığıyla şarkıya kattıklarına bakın.
Bana “Kuş” ve “Krema” hakkında neden yazmadığımı çok soran
oldu. Mesele iyi şarkı, kötü şarkı meselesi değil. Hande Yener şu anda
karşımıza olağanüstü üst düzey şarkılarla çıksa da eskisi gibi olmayacak. Ses
rengiyle ve şarkıcılığıyla yarattığı etkiyi ne şahane şarkılar, ne yeni imajlar
ne büyük büyük şovlar yaratabilir. Önce oraya odaklanması lazım.
Doğrusu bu ya, Erol Köse Prodüksiyon etiketiyle yayımlanan “Aşk Kadın Ruhundan Anlamıyor” albümündeki
diğer “hit”lerin bir parça gölgesinde kalmış “Bu Yüzden”, benim o albümde hâlâ
en sevdiğim şarkılardan biri. Fettah Can ve Alper Narman ortaklığıyla yazılmış bu
şirin şarkının Volga Tamöz tarafından yapılmış düzenlemesi ise bugün dâhi
kulağa eski gelmiyor. Beyler, yeniden şöyle şarkılar yapmanız çok mu zor?
Geçtiğimiz Nisan ayında “Düşüne Düşüne” adlı teklisini
yayımlayan Aynur Aydın bu defa bir ‘90’lar “cover”ı ile çıktı karşımıza. “Gel
Güzelim”, geçtiğimiz günlerde Seyhan Müzik etiketiyle piyasaya sürüldü.
Sözleri Aysel Gürel’e, bestesi Garo Mafyan ait şarkı ilk kez
Jale’nin 1996 yılında yayımlanan üçüncü albümü “Beni Hatırlarsın”da yer
almıştı. O albümde şarkının adı “Gel Güzelim Gel” idi ve albümün hem açılış hem
de çıkış şarkısı olmuştu. Orijinal versiyonu Garo Mafyan tarafından düzenlenen
şarkının yeni düzenlemesi ise Berk Kirtis imzası taşıyor.
Bu yeni düzenlemeyi çok sevdiğimi öncelikle söyleyebilirim. Berk
Kirtis şarkının notalarıyla oynamadan, trafiğini alt üst etmeden, günün ritim
ve “sound” anlayışına son derece doğru bir şekilde adapte etmiş şarkıyı. Zira
Garo Mafyan gibi hem besteleri hem de düzenlemeleri dinler dinlemez fark
edilen, karakteristik bir müzisyenin bir eserine yeni bir şeyler katmak çok zor
ve yersiz de olabilirdi.
Bu “cover” haberini ilk duyduğumda bu şarkının Aynur Aydın’a
yakışacağı konusunda şüphe etmiştim ama dinleyince öyle olmadığını gördüm. Aslında
tam da Aydın’ın ihtiyacı olan şarkı imiş meğerse. Bilen bilir, Jale sıcak,
enerjisi yüksek bir şarkıcıdır. Aynur Aydın da şarkıyı onun etkisi altında
söylemiş, hatta yer yer tınısı da benzemiş ama bu iyi olmuş çünkü hem onun da
enerjisi hiç olmadığı kadar yükselmiş hem de Türkçe vurguları bu defa doğru olmuş.
Gelelim Aynur Aydın’ın yönetmenliği üstlendiği klibe… Bilmeyenler
için özetleyeyim: Şarkının epeyce renkli ve orijinal fikirlerle dolu gözüken klibindeki
birçok fikrin aslında moda fotoğrafçısı Eliraz Kallah’ın çekimlerinden
esinlendiği Pop Bizde tarafından ortaya çıkarıldı. Aynur Aydın’da bunun
esinlenme değil, selam gönderme, "remake" olduğunu söyleyerek savundu kendini. Nitekim
klipte birtakım göndermeler var. Mesela Hülya Avşar’ın “Bu Gece Uzun Olacak” klibindeki
o ikonik pop sallama sahnesi, klibin sonunda Aysel Gürel’e gönderilen selam
gibi… Ancak Kallah’a yapılan “göndermeler” birden fazla tabii, haliyle konu
tartışmaya açık.
Ben Aynur Aydın’ın yerinde olsam, şarkının orijinal klibinde
Jale’nin giydiği ekose desenli elbisenin bir benzerini giyip göndermenin
tillahını yapardım ama o düşünülmemiş nedense.
İşin bu tarafını bir kenara koyarsak, “Gel Güzelim”in bu yıl
dinlediğimiz sayısız ‘90’lar “cover”ı arasında en iyilerinden biri olduğu
rahatlıkla söylenebilir.
Türkiye’nin en önemli caz yorumcularından Sevinç Tevs’in ve “Maden
Kralı” ünvanlı Siham Kemali Söylemezoğlu’nun kızı Şehrazat Kemali Söylemezoğlu,
bizim bildiğimiz adıyla Şehrazat, yakınlarının hitabıyla Şehro, 1952 yılının 3
Eylül’ünde Ankara’da dünyaya geldi. 1960 yılına ailesi onu kolej eğitimi alması
için Lübnan’a gönderdi. Köklü bir ailenin mensubuydu, iyi bir eğitim almıştı ve
tıpkı annesi gibi onun da gönlünde müzik vardı.
İlk 45’liği “İmkânsız Aşk / Beni Unutma”, 1969 yılına
yayımlandı. Aynı yıl dönemin en önemli müzik firması Odeon Plak’a transfer oldu
ve bu firmadan da “İki Gölge / Dün Gece” 45’liği piyasaya sürüldü. 1972 yılında
Ali ve İsfendiyar ikilisiyle birlikte “Yıldız Dağı / Miskete Övgü” 45’liğini
doldurdu. 1974’de ise “Kelebek / Dili Dost Kalbi Düşman” 45’liği yayımlandı.
Uzunca bir süre müzik hayatına aktif olarak sahnede de devam
etti, 1980 yılında 4 şarkılık “Sevemedim Karagözlüm”, 1981’de 6 şarkılık “Sevdim
Bir Genç Adamı” kısaçalarları yayımlandı. Plak kariyeri bu plaklardan ibaret
kaldı ama ‘90’ların başında müzik sektörüne bu defa besteci olarak geri döndü. 1989’un
son günlerinde yayımlanan “Ajda ‘90” albümünde Ajda Pekkan’in seslendirdiği “Yaz
Yaz Yaz” ve “Yazık Olur” aslı şarkılar Şehrazat’ın yayımlanan ilk besteleriydi.
Arkası hızlı geldi.
Besteleriyle sadece ‘90’lara değil, tüm Türk pop müziği tarihine
damgasını vurdu. Yıllar boyunca hem günü yakalayan popüler şarkılara hem de uzun
yıllar boyunca dinlenilecek klasik şarkılara imza attı. “Sürgün”, “Bahçede”, “Su
Gibi”, “Hesap Ver”, “Kıyamam”, “Faka Bastın”, “Sen İste”, “Namussuz Akşamlar”
ve daha niceleri…
“Kıyamam” ilk kez 1997 yılında Zerrin Özer tarafından
seslendirildi ve “Zerrin Özer ‘97” adlı albümde yer aldı. Prestij Müzik
etiketiyle yayımlanan albümde şarkının düzenlemesi Emre Irmak tarafından
yapılmıştı. Sonrasında farklı kapaklarla birkaç kez yeniden basılan albüm bugün
dijital platformlarda Avrupa Müzik etiketiyle bulunabiliyor.
İyi ki doğdunuz Şehrazat. Siz olmasaydınız, müzik eksik
kalırdı. Nice şarkılara!
Ankara’da doğup Ayvalık’ta büyüyen, müziğe çocuk yaşlarda
piyano eğitimi alarak başlayan Hazar Aytan, daha sonra davul çalmaya merak
salmış ve ilk sahne deneyimini de lise yıllarında yaşamış. Üniversite eğitimini
müzik üzerine almış ve bu süreçte çeşitli grup ve solistlere hem sahnede hem de
stüdyoda davul çalarak eşlik etmiş. Bir yandan da kendi şarkılarını yazıyormuş.
Korel Memili ve Caner Hız’la birlikte kurduğu Sonra adlı
grup 2015 yılında bir albüm yayımlamış ve bu albümdeki yedi şarkının söz ve
müziği Hazar Aytan’a aitmiş. Albümün stüdyo aşamasında solo şarkılarının da “demo”
versiyonlarını kaydetmeye başlayan Hazar Aytan, ilk teklisi “Bi’ Sorun Var”ı
2018 yılı Haziran ayında Pak Bahadur ismiyle yayımlamış. Bu isimle ardı ardına
yayımlanan yedi tekliden sonra 2019 yılı Haziran ayında yayımladığı sekizinci
teklisi “Salın Beni” ile birlikte kendi adını kullanmaya başlamış. Şu anda
dijital platformlarda bu tekli ve öncesinde yayımlanan altı şarkıdan oluşan kısaçalara
Hazar Aytan ismini arattırarak ulaşmak mümkün.
Hazar Aytan’ın kendi hesabına yayımladığı son teklisi “Kalabalıkta
Kaybettim”, geçtiğimiz günlerde yayımlandı. Aslında bir albüm olmasını
planladığı şarkılarını sektörün içinde bulunduğu durumdan dolayı teker teker
yayımlamaya karar vermiş Hazar Aytan. Bu şarkı da onlardan biri. Onu daha iyi
tanımak için sosyal medyada yazdığı şu cümlelere dikkat etmek lazım:
“Türkiye’deki kadar
rahat canlı cover yapılan başka ülke de bilmiyorum batıda. Zira normal
şartlarda, başkasının müziğiyle ticari çıkar yaratacağınız her durumda birileri
sizden o hakkı talep edecektir. Burada böyle olmasının yegâne sebebi de müzisyenlerin
ta kendisidir. Başkalarının müzikleriyle dinleyiciye tembellik aşılarsınız.
Yeni müzikler aranmaz olur. Uzun vadede ticari olarak bile bir anlamı yok zira
pastanın her daim küçülüp, tekele bağımlı hale gelmesine sebep olur.”
Bu şartlar altında kendi müziğini yapmaya çalışan ve yaptıklarını
bağımsız bir şekilde servis eden bir müzisyen Hazar Aytan. Nitekim bu
şarkısında da diğer şarkılarında olduğu gibi işin büyük kısmını tek başına
üstlenmiş. Sözü yazmış, besteyi yapmış, düzenlemiş, çalmış, kaydetmiş. Müzisyen
arkadaşları Korel Memili ve Ozan Doğan Ariz’in de katkıda bulunduğu bu şarkı ve
bundan önceki şarkılar kendi tabiriyle “do it yourself” yöntemiyle ortaya
çıkarılmış.
Kalabalıkta kaybettiği yalnızlığını ararken hayatla yüzleşen bir genç adamın hikâyesi “Kalabalıkta Kaybettim”. Hayyam’a da bir selam gönderen şarkı sözleri kadar, vurucu
girişi, retro gitar ve klavye tınıları ile ilk dinleyişte etki yaratan bir
şarkı. Temiz, dürüst, yalansız, dolansız, hilesiz bir “rock'n roll” şarkısı. Bu
şarkıyı dinledikten sonra bir ay kadar önce piyasaya çıkan bir önceki tekli “Kendi
Kendime”yi de dinlemelisiniz mutlaka. İkisi birbirini pek güzel tamamlıyor zira.
Bugün 1 Eylül Dünya Barış Günü ama sabahtan beri bakıyorum,
sosyal medyada doğru düzgün bahsi bile geçmedi. En azından benim takip
ettiklerim arasında gündem olmadığını söyleyebilirim. Geçtim ülkeyi, dünyanın
şu düzeninde, şu hâlinde, barış kelimesi giderek daha ütopik geliyor kulağa.
İnsanlar arası savaşın bitmediği bir dünyada ülkeler, uluslar, dinler, ırklar
arası savaşın bitmesi bir hayâl sanki.
Güne en uygun şarkı bu olabilir. Teneke Trampet’ten “Silahsız”.
İnsan nasıl silahsız olur? Topsuz tüfeksiz, roketatarsız, tabancasız olmak
yeter mi silahsız olmaya? Yoksa silahsızlık düşüncede mi başlar? “Öldürmek
erkeklikse biz erkek değiliz,” diyor şarkı. “Söyleyin düşünceyi bağlayacak ip
nerede?” diye soruyor sonra.
Teneke Trampet bu şarkıyı yıllar önce yazmış. Tam yılını
bilemiyorum ama yedi yıl öncesine ait bir kayıt da var YouTube’da. Geçtiğimiz
yıl bir Sofar videosu olarak servis edilmişti. Tekli versiyonu ise geçtiğimiz
günlerde SMM etiketiyle yayımlandı.
Sözü ve müziği zamansız bu şahane şarkının dijital müzik
arşivlere girmesi bir kazanç. Bir kere teknik olarak Sofar videosundaki kaydın çok daha temiz versiyonu olmuş. Dahası bir on yıl, yirmi yıl, otuz yıl sonra dinlendiğinde
de sözünün söyledikleri aynı yere dokunacak bu şarkının. Biz geldiğimiz gibi, silahsız
gitsek bile.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.